İnsan ölmeden sevilemez mi?
Bölüm 2
Korku üzerine inşa edilmiş toplum.
Bir düşünelim. Bizim toplumda en çok hangi duygu yansıtılıyor. İnsan ilişkileri neyin üzerine kurulu? Yirmi senelik hayatım o toplum içinde geçti. Beş sene dışarıdan bakma şansım oldu. Ve şunu emin bir şekilde söyleyebilirim ki, bizim toplumda insan ilişkilerinde hemen hemen her şey, korku üzerine inşa edilmiş durumda.
Bu korku bizim bildiğimiz korku değil. O yüzden dediklerim anlaşılması için örnekler vererek açıklamaya çalışırım.
Bu korku öyle bir şey ki, adı güzelce değiltilmiş ve “Saygı” diye adlandırmışız. O yüzden bu korkunun farkında olamıyoruz çoğu zaman.
Size ilk örneğimi aileden vermek istiyorum. Ailede en çok kiminle konuşmaya cesaret edemiyoruz kolay kolay? Babamızla. Baba ailde öyle bir figürdür ki, bir korku otoritesidir. Tabii biz buna “saygı” diyoruz. “Babanın suratı asık olmalı, yoksa çocuklar şimarır” deriz. Bir derdimiz varsa da, babaya gidip söyleyemeyiz. Annemize söyleriz. Sonra annemiz, babamıza gider o da çekinerek iletir derdimizi.
Annelerimiz bile bir şey yaptığımızda “Baban gelsin, göreceksin. Dövdürürüm seni” der mesela. Evet farkında olmadan bunu söyler. Hatta eminim, hiç bir baba ya da bunu çocuğuna kötülük olsun diye yapmaz. İyi bir şey yaptığını, iyilik yaptığını düşünür. Çünkü babadan korkmayan çocuk şımarık olur, derler. Dolaysıyla baba, ailenin en korkulan, ürkülen, suratı asık olan, çocuklarını şımartmayan, ailenşn en az gülümseyen kişisidir.
İkinci olarak okuldaki öğretmen öğrenci ilişkimi örnek alalım.
Fark etmişsinizdir. Okul dönemlerinizi hatırlayın bizim toplumda ekseriyet öğretmenler suratı asıktır. ilk derse girdiğinde ne yapar? Yumruğunu masaya vurar. Yani kendisinden korkulmasını ister. Toplum diliyle söylersek “saygı” duyulmasını ister. Sınıfta öğrencilerin içinden yaramazlık yapan birileri varsa, diğer öğrenciler de bunu yapmaya cesaret edemesin diye tahtaya çıkartır ve “ders verir” ibreti alem için.
Çok konuşan, soru soran, gülen yüz istemez. Öğrenciler ondan korkarsa, dersi iyi dinleyeceğini, iyi öğreneceğini düşünür. Böyle “saygı” kazanacağından emindir.
Ve üçüncü örneğimizde iş hayatındaki insan ilişkilerine bakalım.
İş yerinde sizce en korkulan kişi kimdir. Ünvanı en yüksek olan insandır. Dikkat ederseniz iş yerinde ünvan yükseltikçe o kadar asık suratlı olmaya başlar. Eğer böyle olmazsa, iş yerinde çalışanların kendi işini yapmayacağını, mesela iş geç geleceği, işçiler işini vaktinde yapmayacağı düşünülür. “Saygı” duyulmayan patronun iş yerinde ağırlığı olmaz. O yüzden patron asık suratlı, gülümsemeyen, korkulan biri olmalı diye düşünülür.
Bu toplumda normal şekilde kabul edilir. Ve bu düzen işler.
Öğretmen gerçekten asık suratlı ve olmazsa, çocuklar onu insan yerine koymamaya başlar. Gerçekten de patrondan korkulmazsa işçiler işkerini aksatmaya başlar. Çünkü bu korku öyle işlemiş ki bünyemize, bu olmazsa sudan çıkan balığın haline düşeriz.
Neden? Çünkü ilişkilerin temeli korkuya dayanıyor.
Doğduğumuzdan beri ailede, çevremizde, heryerde insan ilişkilerinin bu yönde işlediğini görüyoruz. Ve olması gerekenin bu olduğunu düşünüyoruz. Bir insan ne kadar güçlüyse, o kadar “saygı” duyulması gerektiğini öğreniyoruz.
Peki bu saygı korkuyla değil de sevgiyle kazanılabilir mi? İnsan ilişkilerine korku üzerine değil de sevgi üzerine inşa edebilir miyiz?
Yukarıda verdiğim örnekleri farklı düşünelim.
Ailede baba asık suratlı, gülümsemeyen, sevgisini göstermeyen korkulduğu için konuşmaya bile cesaret edemediğimiz, akşam işten gelince elimiz ayağımız titreyen bir figür olmak yerine, güler yüzlü, çocuklarıyla konuşan, onları dinleyen, akşam işten gelmesini kapıda beklediğimiz, gelince sarıldığımız, başımızı olşayan, bir derdimiz olsa rahatça danışabildiğimiz, fikir alabildiğimiz bir baba olsa. O babaya saygı duyulmaz mı? İlla korkmamız mı gerekiyor saygı duymamız için?