diraase @diraase Channel on Telegram

diraase

@diraase


لا إله إلا الله، ولا رب لي سواه.
‏﴿وَاجعَل لِي مِن لدنك سُلطانًا نصيرًا‏﴾ ..

youtube • youtube.com/@diraase

diraase (Arabic)

تعتبر قناة "diraase" على تطبيق تيليجرام مصدراً قيماً للمعرفة والتعلم. تمتاز هذه القناة بتقديم محتوى علمي وثقافي شيق ومفيد للجميع. تحتوي القناة على مقاطع فيديو تعليمية مفصلة وشاملة تشرح مواضيع مختلفة بشكل مبسط وسلس لتعزيز فهم المشاهدين

من خلال قناة "diraase"، يمكنك الاستمتاع بتجربة تعليمية فريدة وممتعة تساعدك على اكتساب المعرفة وتوسيع آفاقك. سواء كنت طالباً، باحثاً، أو مهتماً بالمعرفة بشكل عام، ستجد في هذه القناة ما يلبي احتياجاتك ويثري معرفتك

قم بمتابعة قناة "diraase" على تطبيق تيليجرام للاطلاع على آخر المقاطع التعليمية والمحتوى الثقافي الهادف. كما يمكنك أيضا متابعة صاحب القناة على منصة يوتيوب للاستفادة من مزيد من الفيديوهات والمحتوى التعليمي. انضم إلينا اليوم وانطلق في رحلة المعرفة والتعلم الممتعة!

diraase

17 Feb, 21:55


وليس لشفاء القلوب دواء قط أنفع من القرآن.

‏ابن القيم | زاد المعاد ٤/‏٩٣


Kalplere şifâ vermede asla Kur’ân’dan daha faydalı bir ilaç yoktur.

İbnu’l Kayyim | Zâdu’l-Meâd 4/93

diraase

17 Feb, 17:16


وتديّن الأم هو أساس حفظ الدّين والخلق.

ابن باديس⁩ | الآثار ٢٠١/٤


Annenin dîne bağlılığı, Dîn’in ve ahlâkın korunmasının esas temelidir.

İbn Bâdîs | el-Âsâr 4/201

diraase

17 Feb, 17:15


‏وإذا ما الأمهات أحببن شيئا ورثت حبها له الأبناء.

الرافعي


Anneler bir şeyi sevdikleri zaman, onun sevgisini çocuklarına da miras bırakırlar.

er-Râfiî

diraase

17 Feb, 11:52


فوالله ما اشتغل عبدٌ بكتاب الله إلا بُورك له في شأنه كله.

الشيخ حسن بخاري


Vallahi, Allah’ın Kitâbıyla -sürekli- meşgûl olan hiçbir kul yoktur ki bütün işlerinde onun için bereket kılınmış olmasın.

Şeyh Hasen Buhârî

diraase

17 Feb, 11:46


أكثر الناس علماً بالله أشرحهم صدراً في دنياه، عَرَف الخالق فلم يحمل همّ المخلوق.

الشيخ عبدالعزيز الطريفي


Allah hakkında en çok marifet sâhibi olanlar, bu dünyada kalbi en rahat olanlardır. O, Yaratan’ı tanır ve yaratılanın derdini taşımaz.

Şeyh Abdulazîz et-Tarîfî

diraase

16 Feb, 19:41


Pazartesi günü oruç tutmanın ehemmiyeti

« Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pazartesi günleri, Allah teâlâ’nın ona bu günde doğmayı bahşetmesi nimetine bir şükür olarak oruç tutardı.

İmâm Abdurrahmân b. Yahyâ el-Muallimî el-Yemenî dedi ki:
“Allah teâlâ, Müslümanlara pazartesi günü oruç tutmayı şer'î bir kâide kılmıştır. Bu ise şu iki büyük nimete şükür bâbındandır:
•O gün, O’nun Rasûlünün ﷺ doğduğu gündür.
•Ve Kur’ân ona, o gün indirilmiştir.
Fakat -maalesef ne yazık ki- Müslümanlar, pazartesi günleri oruç tutmayı da, pazartesi günü oruç tutmanın Allah’a şükretmek açısından ne anlama geldiğini de, bu günde oruç tutmanın Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e duyulan sevgiyi gösterdiğini de unutmuşlardır. Hatta Müslümanların çoğu bunu bilmemektedir. Açıkçası ben hayatım boyunca pazartesi orucunu bu niyetle tutanı, hatta bunu hatırlayanı görmedim.” »

diraase

15 Feb, 19:15


@diraase
@birsunnet
@mehmetemin_akin
@islamieser

Telegram’da aktif yöneticisi olduğum kanallar yalnızca bu dört kanaldır, bunlar dışında başka bir kanalım bulunmamaktadır.

diraase

15 Feb, 19:13


ومن تأمّل أحوال الصحابة -رضي الله عنهم- وجدهم في غاية العمل مع غاية الخوف، ونحن جمعنا بين التقصير -بل التفريط- والأمن.

ابن القيّم | الداء والدواء


Ashâbın -radıyallâhu anhum- hâlini düşünen kimse, onları amelin en zirvesinde oldukları hâlde korku duyarken bulur. Biz ise eksikliğimiz -hatta bilakis ameli terk etmemize rağmen- güven içindeyiz.

İbnu’l Kayyim | ed-Dâu ve’d-Devâ

diraase

15 Feb, 13:33


Üzerinde Ramazan orucunun kazâsı olduğu hâlde sonraki Ramazan’a erişen kimsenin hükmü:

• Eğer tutmamasında (geçerli) bir mazeret varsa -örneğin iki Ramazan arasında sürekli devâm eden bir hastalığının olması gibi-; ikinci Ramazan geçtikten sonra onları kazâ eder, üzerine başka bir şey gerekmez.

• Eğer tutmamasında bir mazereti yoksa, işte o zaman kendisine kazâ etmek vâcib(farz) olduğu hâlde, özürsüz olarak kazâ orucunu geciktirdiğinden dolayı günahkâr olur. Fakat bu durumda ona keffâret gerekir mi?
Bu konuda ihtilâf vardır, doğru olansa bu konuda delîl vârid olmadığından keffâret gerekmez. Fakat (tutmadığı gün miktarınca) sadaka vermesi mustehabbtır, zira sadaka (hadîste vârid olduğu üzere) Rabb subhânehu ve teâlâ’nın gadâbını söndürür.

[ Abdullah el-Usaymî ]

diraase

15 Feb, 13:32


Geçmiş Ramazan’dan üzerinde oruç kazâsı bulunan, kazâsı için aceleci olsun. Bazı müslümanlar maalesef ki bu hususu ihmâl ediyor, bazısı ise hiç önemsemiyor. Günler hızla geçiyor, Şabân ayının yarısı geride kaldı. Müslüman Ramazan’a üzerinde borç olduğu halde girmeme gayretinde bulunmalı, ki Ramazan onun için gerçekten takvâ ayı olsun.

«..size oruç farz kılındı, umulur ki (Allah’a karşı) takvâlı olursunuz diye.» Bakara: 183

diraase

15 Feb, 13:13


Bu hayâtın kolaylığını isteyen kul, şu iki şey üzere ‘sâdık’ olarak bulunsun, Allah’ın ona icâbetini muhakkak görecektir:

•Allah’a yönel
•Allah’a tevekkül et

Her işinde her zaman Allah’a yönel, Allah’a yönel, Allah’a yönel.
Her şeyde bir tek Allah’a sırtını daya, O’ndan iste, işini O’na bırak ve O’na tevekkül et.

Bunu gerçekten hayatınızın her anında, bütün (dînî-dünyevî-uhrevî) işlerinizde, ve hatta aklınıza gelen bir endişe/düşüncede bile tecrübe edin.

Saadetin sırrı, sıkıntının sonu ve takvânın anahtarı işte buradadır.

«İhsânın karşılığı, ihsândan başkası mıdır?» Rahmân: 60

diraase

15 Feb, 13:09


﴿أَمَّن يُجيبُ المُضطَرَّ إِذا دَعاهُ وَيَكشِفُ السّوءَ﴾ النمل: ٦٢

أي: هل يجيبُ المضطرَّ الذي أقلقتْه الكروبُ وتعسَّر عليه المطلوبُ واضطرَّ للخلاص بما هو فيه إلاَّ الله وحدَه؟! ومن يكشِفُ السوءَ؛ أي: البلاء والشرَّ والنقمةَ؛ إلاَّ الله وحده؟!

[تفسير السعدي]


«Yoksa kendisine duâ ettiği zaman darda kalana icâbet eden ve sıkıntıyı gideren mi!?» Neml: 62

Dertleri onu sıkıntı ve bunalıma sürüklemiş, isteği onun için zorlaşmış ve içinde bulunduğu durumdan kurtulmaya zorlanan kimseye, Allah’tan başkası icâbet edebilir mi?! Ya sıkıntıyı gideren, belâ, şer ve cezâyı kaldıran, Allah’tan başka kimdir?!

[es-Sa'dî Tefsîri]

diraase

14 Feb, 13:09


Metin makâleden alıntı, bu vesîleyle incelememiş olanlar için fayda ve bereketini ümit ederek bir kez daha hatırlatmış olalım.

diraase

14 Feb, 13:08


Ramazan’da sâlih amellere muvaffak olmak isteyen:

• Şimdi ve bundan sonra, mâlâyanî olan her şeyi terk etmeye azmetmelidir. Kul kendisine dîni ve âhiretinde hiçbir faydası olmayan boş şeyler ile iştigâli terk etmedikçe, Allah subhânehu ve teâlâ ona İslâm’daki güzel ve faydalı ameller kapısını açmaz. Bunlar şüphesiz ki ‘sâlih ameller’ kapsamına giren ibâdetlerdir. Zikir, namaz, tilâvet, oruç, sadaka, valideyne iyilik vb. ibâdetlere muvaffak olamayan, nefsini boş işler ile meşgûl edip etmediğine baksın. Zira “Mâlâyanîyi terk etmesi, kişinin İslâm’ının güzelliğindendir.” Öyleyse İslâmî ve ibâdî hayâtımızdaki eksikliğin ve isteksizliğin en büyük sebebi, faydasız şeylerle meşgûl olmaktır. Bu kimse faydasız şeyleri terk etmedikçe Allah onu faydalı işlerde âmil kılmaz. Ramazan ayı gelmeden sana fayda vermeyen ve kalbini îmân nûrundan ve huşûdan uzaklaştıran her şeyden uzaklaş. Sosyal medya bunun başında gelecektir.

• Sonra, daha önce zikrettiğimiz şu üç husûsla muhakkak amel edenlerden ol:
-Oruç
-Kur’ân
-Gece namazı

Ramazan’a çok az kalmışken nefisleri bir an önce bu azîm aya hazırlamak gerekmektedir. Zira Ramazan’da kazananlardan olmak mecbûriyettir, Rasûlullah ﷺ buyurdu ki: «Ramazan’a ulaştığı hâlde bağışlanmayan kimse, Allah’ın rahmetinden uzak olsun..» Bu hadîs kulun Ramazan’da gevşeklik göstermekten ve tâatte eksiklik etmekten korku duyması için kâfidir. Ramazan’ı ibâdetlerle dolu olan da, ancak ona öncesinde hazırlık yapandır.

Allah subhânehu ve teâlâ’dan evvelâ bizi hayr ve âfiyet üzere Ramazan’a eriştirmesini, bizleri onda ve onun dışında oruca, kıyâma ve sâlih amellere muvaffak kılmasını, ve Ramazan’da mağfûr olmayı bizlere nasîb etmesini her an isteyelim. Duâ ile her sâlih amelin âmili olmak ve her masiyetten de yüz çevirmek inşaallah mümkündür. Bu hayâtta mutsuz ve başarısız insan, duâ etmeyi bilmeyen insandır. Zira Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur: «Bana duâ edin, size icâbet edeyim.» Allah, hele de O’nun rızâsına erişmek için ibâdetler ve sâlih amellerde kendisine yardım etmesini isteyen kulunu hiç geri çevirir mi?

Hâlbuki O bize Rasûlü ﷺ vâsıtasıyla şöyle duâ etmeyi öğretendir:

« اللَّهُمَّ أَعِنِّي عَلَى ذِكْرِكَ، وَشُكْرِكَ، وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ »

«Allah’ım! Seni zikretmek, Sana şükretmek ve Sana güzelce ibâdet etmekte bana yardım et.»

diraase

13 Feb, 20:07


“Bu geceyi ihyâ etmeli miyiz”

diraase

13 Feb, 12:23


İbn Teymiyye’nin bu gecenin ihyâ edilmesi hakkındaki açıklaması.

diraase

13 Feb, 12:19


Şabân ayının ortası (yani berat olarak bilinen 15. gecesi) hakkında vârid olan hadîslerin tamâmı zayıftır. Bu gece hakkında İbn Mâce, Tirmizî ve Musned’lerde pek çok hadîs rivâyet olunmuştur; fakat bu hadîsleri ilim ehlinin -hasen gören azınlığı dışında- hepsi zayıf olduğunu bildirmiştir.

Tirmizî’de geçen «Allah azze ve celle Şabân’ın orta gecesinde (15. gecesi) dünyâ semâsına nuzûl eder ve Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısından daha fazlasını bağışlar» hadîsine; Buhârî, Tirmizî, Elbânî ve Musned sahiblerinin hepsi zayıf demiştir.

Yine İbn Mâce’de geçen «Şabân ayının on beşinci gecesini ihyâ edin..» hadîsinin tahrîcinde ‘isnâdının çok zayıf’ olduğu söylenmiştir.

Özetle: Bu gecenin fazîleti hakkında vârid olan hadîsler sahîh değildir, zayıftır.
Bu geceye özel ibâdetler ile amel etmek ise bid’attir, zira bu geceye has ibâdetlerin olduğu hakkındaki rivâyetlerin hepsi (zayıf değil, bilakis) yalan ve uydurmadır. Bu geceyi ihyâ etmek isteyen, tıpkı bundan önceki geceleri nasıl ihyâ ediyorsa aynı o niyetle ihyâ etsin. Zira Allah subhânehu ve teâlâ zaten her gece kullarını bağışlamak ve duâlarına icâbet etmek için dünyâ semâsına inmektedir. Bu gecenin fazîleti hakkında ‘sahîh olarak sâbit’ olmuş bir rivâyet yoktur.

diraase

13 Feb, 01:27


﴿رَبَّنَا اغفِر لَنا ذُنوبَنا وَإِسرافَنا في أَمرِنا وَثَبِّت أَقدامَنا وَانصُرنا عَلَى القَومِ الكافِرينَ﴾

diraase

12 Feb, 20:56


Uzun bir müddettir Allah azze ve celle’nin ‘imtihân’ kanûnu üzerinde düşünüyorum.

Bu derin düşünce bana, daha önce bildiğimi sandığım bir hakîkati çok daha kavî ve güçlü bir biçimde öğretti..

Allah azze ve celle, kulun kalbi yalnızca O’na bağlansın ve kul, yalnızca O’nu arzu etsin istiyor. O -tebârake ve teâlâ- istiyor ki, kul bu hayâtı yaşarken bir tek O’nun için yaşasın, ve bu hayattan sırf O’nun için vazgeçebilsin. Onun saadetinden, mutluluğundan, rahatlığından, zâil olup gidecek güzelliğinden, âhireti unutturacak nimetlerinden.. Bütün hepsinden, yalnızca sırf O’nun için vazgeçmeyi göze alabilecek mi kul, bunu görmek -kuluna göstermek- istiyor. Ve bunun için de onu sınıyor. Ondan, onu mutlu edecek şeyleri uzakta kılıyor. Erişmek istediğinden onu mahrum ediyor. Arzu ettiğini ona vermiyor. Ya da belki de arzu etmediği şeylerle onun çevresini kuşatıyor. Korktuklarıyla onu sınıyor. Hoşuna gitmeyeni getirip ona veriyor. İstediğine erdirmiyor, ya da istemediğine onu mecbûr ediyor.

O’nu tenzîh ederiz. O ne güzel bir Rabbdir. O ne merhametli, ne şefkat sâhibidir. Kuluna duyduğu kıskançlıkla, onu onun hoşuna gitmeyenle imtihân ediyor, ki kulu O’nu bulsun. O’na dönsün. Yolunu O’na, adımını O’na, yönelişini O’na kılsın. O’na kaçsın. O’nu bilsin. O’nu, Yaradanını, kendisine yeniden döndürüleceği Mevlâsını asla unutmasın.

İbnu’l Kayyim rahimehullah diyor ki: “Allah teâlâ kulunu helâk etmek için ona belâ vermez. O, ancak kulunun ‘sabrı’ ve ‘ubûdiyyeti’ni sınamak için belâ verir. Çünkü Allahu teâlâ’nın, kulunu ‘sıkıntılarla’ sınadığı bir ‘ubûdiyyet/kulluk’ sınavı vardır.”

Hoşuna gitmeyen şeyde, seni deneyen Allah’tır. Bu deneme, senin ‘ubûdiyyet’ sınavındır. Ubûdiyyetin kemâli ise; ancak tevhîdin, yani ‘bir tek Allah’a bağlılığın’ kuvveti iledir. Kalbini dünyâya bağlama. Onun dertleri içinde kıvranmak da kalbin dünyâya bağlı olması demektir. Sen kalbini, o kalbin sâhibine, mâlikine, hâkimine bağla. Kalbini, onu yaratan ve onu döndürüp duran Rabbine bırak, ona teslim et, bunun için Rabbine yalvar, O’na duâ et.

Allah’ın seni sınadığını hissettiğinde, dön kalbine ve ona şöyle de: “Ey yalnızca Yaradanına bağlanmak için yaratılmış kalp, Yaradanının seni şimdi denediğini ve tercih ettiğin şeye göre sana muâmelede bulunacağını bilmedin mi? O’ndan, yalnızca seni denemek için sana isâbet edeni sabırla mı karşılayacaksın? Yoksa isyân ve memnûniyetsizlikle mi? Sen O’nu bul diye seni sınadığı şeyin neden seni bulduğunu idrâk edip, -aslında seni O’na döndürmesiyle büyük bir nimet olan- bu şeye rızâ mı göstereceksin, yoksa imtihânının farkına varmayacak ve günaha mı düşeceksin?”

Dünyevî bir şeyin seni zayıflatmasına, senden ümidi kırmasına izin verme. Bil ki her şey, ancak ve ancak sen O’nu bul diyeydi. O’nu bulduğun zaman, bütün güç ve kuvvetini toplar, nefsine gâlip gelir, sana isâbet eden şeyle Rahmân’a yakınlaşmanın yollarına girersin. Güç ve kuvvet, ancak Allah iledir…

diraase

11 Feb, 20:12


TRUMP ŞAM'I İSTİYOR

Trump'ın Kudüs'ün hududunun Şam'da bittiğini söylemesi bölgeye yönelik vahşi fitne planının açık ilanıdır.

Müslüman olduğunu söyleyen ülkeler buzağılarını kesmeden çağın Firavun'u ABD ile savaşabilirler mi?
Filistin'de çatışmalar şimdiden başladı.

Bunun anlamı: "Suriye'de istediğimiz gibi bir savaşa her an başlayabiliriz".
ABD vekalet savaşları merhalesinden fiili savaş aşamasına geçtiğini söylüyor.
Bölgemiz çok ciddi bir bunalıma sürükleniyor. Ev yanarken ne ev sahibi dövülür ve ne de yangın söndürülür.

İçimizde kin yerine akidemizin ve yüreklerinizin saflarını muhkem hale getirmeliyiz.
Düşmanımızın ne kadar azimli ve ciddî olduğunu ve yüzyılı aşkındır süregelen emperyalist işgal ve sömürüye rağmen görmüyorsak, aklın ve fıkhın bizim için artık bir anlamı kalmamıştır.

Bir şeyleri kurtarmanın inancı var mı yok mu sende?
Bir şeyler yapabilme niyyeti ve azmi ve İslam'ın ayakta tutulması için bir umudun ve alın terin var mı yok mu?
Harpte hududlar ertelenir uygulanmaz.
Baltalarımızla nefsimizin dikenlerini budayalım.

Tahmin ve istinbatlarınız doğru çıksa bile, Ümmete şu anda vermek istediklerinizin korktuklarınızdan onu ne kadar koruyacağını da düşünmelisiniz.
Kimse kendini sınanmadan bu yollardan geçeceğini sanmasın.
Herkes imtihanda.

| Mehmet Emin Akın

diraase

11 Feb, 15:32


Ebû Zerr radiyallâhu anh’dan rivâyetle, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: «Bir ayda oruç tutmak istediğin zaman, o ayın 13, 14, 15. günlerinde tut.»
Tirmizî

13 Şabân | Çarşamba
14 Şabân | Perşembe
15 Şabân | Cuma

Tutmasanız da hatırlatın. Bir hayra yol gösteren, o hayrı işlemiş kimse gibidir.

diraase

11 Feb, 10:54


صلاح الباطن له أثر في صلاح الظاهر، وكلما قوي صلاح الباطن ظهرت آثار على الجوارح..

‏ﻗﺎﻝ ﻣﺴﺮﻭﻕ ﺑﻦ ﺍﻷﺟﺪﻉ رحمه الله:
‏ﻣَﻦ ﺭﺍﻗﺐَ ﺍﻟﻠﻪَ ﻓﻲ ﺧﻄﺮﺍﺕ ﻗﻠﺒﻪ ﻋﺼﻤﻪ ﺍﻟﻠﻪُ ﻓﻲ ﺣﺮﻛﺎﺕ ﺟﻮﺍﺭﺣﻪ.
[ﺻﻔﻮﺓ ﺍﻟﺼﻔﻮﺓ ١٢٩/٤]


Kişinin bâtınının sâlih oluşunun, zâhirinin de sâlih olması üzerinde etkisi vardır. Kişinin içinin doğruluğu ne kadar güçlüyse, uzuvlardaki etkileri o kadar fazla ortaya çıkar.

Mesrûk rahimehullah dedi ki:
“Kim kalbine gelen şeylerde Allah’tan korkarsa, Allah da uzuvlarının hareketinde onu korur.”
[Sıfatu’s-Safve 4/129]

diraase

11 Feb, 07:20


İsrailin Gazze’de uygulamayacağı ateşkesi ortaya atmasının altında başka bir plan olduğunu, onun ateşkesi kabul ettiği gün biliyorduk. Çünkü, birileri görmek istemese de Yahudiyle savaşımız büyüyor. Ağaçların, taşların konuşacağı günler yaklaşıyor. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Müslümanlar yahudilerle harb etmedikçe, kıyâmet kopmayacaktır. Sonra Müslümanlar, onları öldürürler.” [Muslim 2922] hadîsinin tefsir günleri yaklaşıyor.

Bu kavim, Allah azze ve celle ile yaptıkları ahidleri bozmuş, Allah’a verdikleri sözden dönmüş, Allah -subhânehu ve teâlâ-ile alay etmiş, O’nunla eğlenmiş(!), en çirkin en çirkef en iğrenç kavim. Öyle ki Allah subhânehu ve teâlâ sonunda onlar için «(Bize) verdikleri sözü bozmaları sebebiyle, onları lanetledik! Ve onların kalplerini (bir daha hidâyet girmeyecek şekilde) kaskatı kıldık..» [Mâide: 13] buyurmuştur. Bu kavmin hiçbir sözüne asla güven ve itimâd olmaz. Eğer ki onlar Müslümanlara bir söz vermiş -onlarla anlaşma yapmış- gibi davransalar, muhakkak ki bu sözün ardında, çok daha büyük bir hileyle îmân ehline karşı yeni bir intikâm hazırlamışlardır.

İsrail ateşkesi ahdettiği şekilde uygulamadı. Anlaşma yürürlüğe girdikten birkaç gün sonraysa ABD başkanı Trump, Gazze hakkında -etnik temizlik yapacağı, halkı sürgün edeceği, toprağın ortadoğu ülkeleriyle paylaşılma olasılığı olduğu vb.- akıl almaz açıklamalar yaptı. Şimdi de ateşkes ihlâli sebebiyle Hamas’ın esir takasını durdurduğu açıklamasına karşılık yeni tehditler savurdu ve “Cehennemin kapıları açılacak” dedi. Bahsettikleri bizim toprağımız, bizim ehlimiz, bizim kardeşlerimiz. Onlar müslümanlara tuzak kuruyorlar. Müslümanlar da birbirleriyle uğraşıyorlar. Birbirimizle uğraşmaktan kurtulup düşmanımızla uğraşmaya inşallah vakit geçmeden fırsat buluruz. Allah hâlimizi sevdiği hâle çevirsin.

Bunların ciddi etkileri olacak büyük olaylara gebe olduğunu görmemek -hele de son dönemde Ortadoğu’da art arda gelen ve dengeleri değiştiren olaylardan sonra- hakikatten kaçmaktan başkası değil. Tüm dünyayı büyük bir kriz bekliyor, insanlık uçurum kenarında. Bu felâket çığırtkanlığı değil, bu müslümanların görmek istemediği ve kaçıp durduğu hakîkat. Biz ise elimizden geldiğince müslümanlara bu gerçeği göstermeye çalışıyoruz. Çünkü önümüzde bizi bekleyen ve cereyânını yalnızca Allah azze ve celle’nin bildiği büyük günler var. Ve Müslümanların küçük kavgalarla uğraşacak vakitleri olmadığını görmeleri, önce kendi şahsiyetleri ve sonra dîn kardeşlerinin ilim, amel ve hikmetle donanmaya hazırlanmaları, bu gafletten, bu boşluk ve dalgınlıktan ayılmaları gerekiyor. Yazıp çizmekle kimseyi ayağa kaldıramayız belki, fakat en azından uyandırmış olmakla Allah katında bir mazeret beyân edebiliriz.. Akın hoca şöyle derdi: “Bazıları ‘Seni dinleyecekler mi?’ diye soruyor. Farz edelim ki öyle. Varsın dinlemesinler. Ama biz en azından insanların düşünmeleri için onlara bir ipucu verebilir miyiz veremez miyiz buna bakmalıyız. Siz de söylemeyin ve susun. Akıl satmıyorum, şerefli olanı yapıyorum.”

Allah subhânehu ve teâlâ’dan Dîn’i üzere sebât dileriz. Allah bizleri ölüm bize gelene dek Dîn’inin yardımcıları kılsın, Dîn’ine nusrette bizleri kullansın ve sonunda bize şerefli bir ölüm nasib etsin.

diraase

10 Feb, 22:59


سماع القرآن له في الجسد آثار محمودة من خشوع القلب ودموع العين واقشعرار الجلد.

‏ابن تيمية | مجموع الفتاوى ٥٦٢/١١


Kur’ân dinlemenin bedene olumlu etkileri vardır. O, derinin ürpermesi, gözlerin yaşarması, kalbin huşû duyması için bir sebebtir.

İbn Teymiyye | Mecmûu’l-Fetâvâ 11/562

diraase

10 Feb, 20:38


“Ve şiirsel rûhlar da böyledir, şiir onların rûhlarını izzet ve gururla doldurur, böylece izzet de onların yüzlerini, hayâ, tevâzu ve utangaçlıkla kaplar. Öyle ki ne kendilerini alçaltırlar, ne nefislerini düşürürler, ne de tüm insanların yapmaya cüret ettiği şeyleri yapmaya cüretkâr olurlar. Sanki hayâl semâlarında sürekli süzülmeleri ve o yüce göklerde uçmaları, gelip gitmeleri, rûhlarına, insanların yaşadığı âlemden daha yüce bir âlemde yaşadıkları hissini verir. Bir ihtiyaca muhtaç düşecek olsalar, kendilerini zillet ve alçalma ortamından uzaklaştırmak ve ‘isteme’nin yüzlerini eskitmesinden utanarak, yeryüzü sâkinlerinden birinden bile ihtiyacını istemekten kaçınır ve geri dururlar. Böylece onlar, fakir yaşarlar ve dertli bir şekilde ölürler.”

Mâcidûlîn, el-Menfelûtî

diraase

10 Feb, 14:56


İşlerini yoluna koymak, zihnini toplamak, durumunu düzeltmek için her yolu denedin. Ama hiçbir yol bulamadın, hiçbir ilerleme kaydedemedin.

Hiç istiğfâra sarılmayı düşündün mü?

diraase

09 Feb, 00:52


Bizim zamanımızda Müslümanları fikren, bedenen ve rûhen yoran en büyük hastalık ‘eleştiri ve tenkid’dir. Müslümanlar arasında cedeli ve tefrikayı büyüten büyük kavgalara girmeyi, dîni ve akîdeyi savunmak zannediyoruz.

Ortaya hakkı çıkarmak,
Nasîhatinde yapıcı ve ıslâh davetçisi olmak,
Ve sahîh ilmi ortaya koymak; bizim muhtaç olduğumuz şey bu. Lütfen bu ikisi arasındaki ayrımı idrâk edelim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hakk üzere bulunması ve sahîh olanı ortaya koyması, hiçbir zaman onun ‘muslih’ (ıslâh edici) ve ‘raûf’ (müminlere merhametli) kimliğini ortadan kaldırmadı. Bugün Müslümanlar, ne kadar ayrışırlarsa o kadar zafere yakın olacaklarını zannediyorlar.

Müslümanların kalplerine nefret, ayrılık ve cedelin doğurduğu bölüşmeyi ekmek bizi kurtarmayacak. Bu hangi alanda (fıkh, amel, cihad..) olursa olsun. Hakkın müdâfii olup, kınayıcının kınamasından korkmadan akîdeyi göğüslemek, Müslümanların bölünmesi için bir gereklilik doğuruyor gibi davranıyor bazıları. Niçin biz toplayıcı bir davet-nasihat metodu benimseyemiyoruz? Sadece ‘ben ve benim doğrularım’ diyen enanî bir nasihat metodu geliştirmişiz, sabah-akşam müslümanların ahvâlini ‘eleştirerek’ ıslâh ettiğimizi zannediyoruz. Eleştiri cedele kapı açar. Cedel ise ıslâh usûlünün hiçbir basamağında bulunmaz.

Bu aksine hem kişinin kendisine zıt gördüğü Müslümanı, hem de kendisinden gördüğü Müslümanı daha çok yılgınlığa sürükleyen bir rûh meydana getiriyor.

Emin olunuz (bizim) toplumdaki bu ruhsal tahammülsüzlüğün ve keyifsizliğin ardında, din adına konuşan-nasihat eden müslümanların kullandıkları üslûp ve takındıkları tavrın çok büyük etkisi bulunmakta, çünkü Müslümanlar kendi aralarında bile sürekli bir fitne ile meşgul oluyorlar. Biz birbirimizde bile dinlenemiyoruz. Birbirimize bile yaslanamıyoruz. Neden bu kadar yoruyoruz ve yoruluyoruz?

Sahîh olanı ortaya koy, nasihatini Müslüman kardeşlerine fayda verecek şekilde -aşağılamadan, ona sen yanlışsın damgası vurmadan- yap, sonra kendi nefsine dön ve onun kulluğu ve kusursuzluğuyla meşgul ol. Öfkeni, hiddetini, mertliğini müslümanlara karşı kullanma. Sabır, rahmet ve hilm’in fıkhından mı haberimiz yok?

Davetin birinci kâidesi ‘ihlâs’tır denilmiştir. Nasihatinde ihlâslı olan nasihatçinin ise, onu aşikâr eden emâreleri vardır. Nasihatte haddi aşmamak, nasihati kardeşini incitmeden yapmak, nasihatinde mübalağa etmemek, nasihatiyle cânî değil, bânî olmak.

İlmimiz ile kendimize nasihatçi olmadığımız kadar başkalarına nasihatçi olmanın altında, tenkid etme hastalığı -daha ileri tabirle cedel- yatmaktadır. Bu kimsenin kendisini kusursuz ve sanki hakktan asla sapmazmış zannetmesi en büyük musîbettir. Hidâyeti veren, doğruya uymayı kalplere ilhâm eden ve hakk’ı yaşamayı bahşeden Allah subhânehu ve teâlâ’dır. Ve O dilerse, hidâyette olanı saptırır ve yanlışta bulunanı bu dînde önder kılabilir. İslâm’ın kâideleri hakkında kıskançlık göstermek kişiye bahşedilmiş en büyük nimetlerdendir, fakat Allah’ın dîninde kardeş kılınmış olanlar birbirlerine büyüklenmezler.

Bize şifâ olacak şekilde konuşalım. Nefislerimiz zaten hasta ve Allah’ın rahmetine muhtaç. Müslümanların da hastalığını artırıp ümmetin yaralarını büyütmeyelim. Biz bugün, şifâ olacak ilme, şifâ olacak öğüte, şifâ olacak davete muhtâcız. Bunu ancak rûhları iyileştirmeyi gerçekten isteyen selîm kalp sâhipleri omuzlayabilir.

Eleştiriyi ise herkes yapabilir, fakat hastalık bedeni âciz bırakır.

Konuşanların artması ihtilâfın artması, ihtilâfın artması ümmetin parçalanması, ümmetin parçalanması zayıflığın ve cehâletle amelin artması demek olur. «Çekişip ayrılığa düşmeyin. Yoksa zayıflar-korkar ve gücünüzü kaybedersiniz. Siz sabredin.» Enfâl: 46. Kafaları karıştırmayı kastetmiyorum. Bilakis, vâkıaya basîretle bakıp, Allah her şeyi tam aşikâr edene dek sabretmeyi, susmayı ve birbirimize hayrın nasihatçileri olmayı öğütlüyorum. Sadece biraz sabredin, müslüman kardeşlerinizi incitmeyin, birbirinizin gücünü kırmayın.

«Ben sizi nehy ettiğim şeyi kendim yapmak istemiyorum. Ben sadece gücüm yettiğince ıslâhı arzu ediyorum. Başarım ise ancak Allah’ın yardımı iledir.»

diraase

08 Feb, 19:28


‏الخبيث من القول للخبيثين والخبيثات، والطيب من القول للطيبين والطيبات، واللسان مغراف القلب، والبذاءة من النفاق.

الشيخ سليمان العلوان


Kötü/çirkin söz, çirkin erkekler ve çirkin kadınların; tayyib/temiz söz, temiz erkekler ve temiz kadınlarındır. Dil, kalbin kepçesidir. Edebten yoksun söz, nifâk alâmetidir.

Şeyh Suleymân el-Ulvân

diraase

08 Feb, 19:28


قال ابن عمر رضي الله عنهما:
إنَّ أحق ما طهَّر الرجل: لسانه.

الصمت لابن أبي الدنيا


İbn Ömer radıyallâhu anhumâ dedi ki:
Kişinin temizleyeceği en evlâ şey onun dilidir.

es-Samt, İbn Ebi’d-Dünya

diraase

08 Feb, 19:27


قال المهلب بن أبي صفرة:
يعجبني في الرجل أن يكون عقله زائدا على لسانه.

‏سير أعلام النبلاء ٣٨٤/٤


el-Muhelleb b. Ebî Sufre dedi ki:
Adamın aklının dilinden önde olmasını seviyorum.

Siyeru Alâmi’n-Nubelâ 4/384

diraase

06 Feb, 00:19


şifâ..

diraase

06 Feb, 00:07


Allah subhânehu ve teâlâ bunu okuyan her kulunun kalbine sekînet, göğsüne inşirâh, zihnine dinginlik versin, onu sıkıntısından ferahlığa, kederden surûra, hüzünden mutluluğa eriştirsin, üzerindeki yükü hafifletsin ve gözünü aydınlık kılsın.

Allah müslümanlardan derdi olanların derdini kaldırsın, sıkıntı içinde olanları sıkıntıdan kurtarsın, darlık içinde olanlarına lütuf kapılarını açsın, hasta olanlarını şifâ ve âfiyetle müjdelesin.

diraase

05 Feb, 20:03


Allah’ın sünnetleri nasıl tecellî ediyor ve günler insanlar arasında nasıl da dönüp duruyor. Bunda akıl sâhipleri için öğütler yok mu? Düşünenler için Allah’tan büyük bir uyarı, bir ders, bir ikaz, bir hatırlatma, bir mühlet verme yok mu?

Allah azze ve celle küfür ve zulüm ehline ebedî ateşi vaad etti, onlar kaybetmişlerdir, onlar hezîmete uğrayacaklarında şüphe olmayan topluluktur. Onlarla oyalanıp durmayı bırakın; «Sen “Allah” de, sonra bırak onları daldıkları sapıklıklarında oynayadursunlar» En'âm: 91

Bugün imtihân, îmân ehlinin imtihânıdır. Sen kendinle, kendi âkıbetinle ve kendi seçimlerinle ilgilen. Ümmet içindeki ‘senin’ pozisyonunu, ümmetin gücü, toplanması ve birliği üzere olan yerde belirle. Ayrışmacı, bölünmeci, mezhepçi ve taassubî bir sahada değil. Âlimlerin konuşmadığı meselelerde konuşan sen olma, sabret ve ‘ilim ehlinin’ ümmeti yönlendirmesini bekle, onların yönlendirmelerinin amacının hakkın beyânı ve safların hakk üzere birleşmesi gayesine dayalı olduğunu bilerek, onların ‘yapıcı’ ve ‘muslih’ yönünü kavra. Avamın ‘yapıcı olmayan biçimde’ konuşmayı artırması; zihinlerin karışması ve müslümanlar arası nefret ve bölünmeye sebeb olması demektir.

İhtilâflarımız büyüyor, çekişme ve huzursuzluklar artıyor. Size muhalefet eden kardeşlerinize ihsân ve merhametle nasihat edin, şeytanın Müslümanların gücünü dağıtmak için kurduğu tuzağa düşmeyin. Ayrışmayın, birbirinizle uyuşmadığınız yerde kardeşlerinizi terk etmeyin, İslâm’la bağlanan bağlarınızı çözüp de Allah düşmanlarını sevindirmeyin. Birbirinizle hayr, iyilik ve Allah’ın rıdvânı üzere ahitleşin. «Ahdettiğiniz zaman, Allah’ın ahdine vefâ gösterin..» Nahl: 91. «İyilik ve takvâ üzere yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.» Mâide: 2

Allah’ın mü’minleri ne ile ve ne için sınadığını göremeyenler gerçekten de zavallı bir hâldedirler.

Allah’ın kendisini Dîn’inin yardımcılarından kılması için ne amelle ne de en azından bir arzu ve temennîyle Allah ile ahitleşmeyenler, hüsrâna uğramışlar fakat bunu fark etmemektedirler.

Allah’ın sünnetlerinden ibret alanlara ve hazırlık üzere bulunanlara gelince, onlara Allah subhânehu ve teâlâ’dan dünyâda da âhirette de bir müjde vardır:

«Onlar yara aldıktan sonra Allah’ın ve Rasûl’ün (cihâd) davetine icâbet eden kimselerdir. Onlardan iyilik yapan ve takvâ sâhibi olanlar için büyük bir ecir vardır.
Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar kendilerine “İnsanlar size karşı toplandılar! Onlardan korkun!” dedikleri zaman; bu söz onların îmânını daha da artırdı. Ve dediler ki: “Bize Allah yeter.. O ne güzel vekîldir.”
Bundan dolayı, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan Allah’tan bir nimet ve lutufla geri döndüler ve Allah’ın rızâsına uydular. Allah, büyük lutuf sâhibidir.

O Şeytân, sizi ancak kendi dostlarıyla korkutur. Öyleyse siz onlardan korkmayın, eğer Mü’min iseniz, yalnız Ben’den korkun.
Küfürde yarışanlar da seni üzmesin. Onlar, Allah’a hiçbir zarar veremezler. Allah, onlara âhirette hiçbir nasîb bırakmamak istiyor. Onlar için, büyük bir azâb vardır.
Şüphe yok ki, îmân karşılığında küfrü satın alanlar, Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elem verici bir azâb vardır.
Sakın ha küfredenler, kendilerine mühlet vermemizi kendileri için hayrlı sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için, alçaltıcı bir azâb vardır!
Allah, îmân edenleri üzerinde bulunduğunuz bu hâl üzere bırakacak değildir, tâ ki pis olanı, temizden ayırana dek. Allah, size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah, rasûllerinden dilediğini (bunun için) seçer. O hâlde, Allah’a ve rasullerine îmân edin. Eğer îmân ederseniz ve Allah’a karşı takvâ üzere olursanız, sizin için büyük bir mükâfat vardır.» Âli İmrân: 172-179

Bizleri hidâyete erdirdiklerinden kıl yâ Rab, gadaba uğratılan ve dalâlete sapanlardan değil.

diraase

05 Feb, 15:06


قال معاوية لعمرو بن العاص: ما بلغ من دهائك؟ قال: لم أدخل في أمر قط إلا خرجت منه. قال معاوية: لكنني لم أدخل قط في أمر أردت الخروج منه.

نثر الدر ١٣٦/٢


Muâviye, Amr b. el-Âs’a (radıyallâhu anhumâ) “Zekân nereye ulaştı (ne kadar dâhisin)?” diye sordu. Amr dedi ki: "Bir şeye girdiğim zaman, muhakkak ondan çıkmışımdır." Bunun üzerine Muâviye dedi ki: “Ben ise, çıkmak isteyeceğim bir şeye asla girmedim.”

Nesru’d-Dur 2/136

diraase

05 Feb, 11:44


Yahudiler Müslümanlara saldırmaya ancak münafıkların varlığıyla cesaret edebilir

وصف الله اليهود بالجبن والخوف والحرص على الحياة، فلا يقدمون على قتال المسلمين إلا بتأييد المنافقين.

‏الشيخ عبدالعزيز الطريفي


Allah yahudileri korkaklık, ödleklik ve dünya hayâtına tamahkârlıkla tanımlamıştır. Dolayısıyla onlar, münâfıkların desteği olmadan, Müslümanlarla savaşmaya cesaret gösteremezler.

Şeyh Abdulazîz et-Tarîfî

diraase

05 Feb, 10:29


من كتب ما يُحب الناس تغيّر إذا تغيّروا، ومن كتب ما يحب الله ثَبَت؛ فالله حقٌّ لا يتغير.

الشيخ عبدالعزيز الطريفي


İnsanların hoşuna gideni yazan kimse, onlar değiştiği zaman değişir. Allah’ın sevdiğini yazan ise, sâbit kalır. Allah -azze ve celle- hakk’tır, asla değişmez.

Şeyh Abdulazîz et-Tarîfî

diraase

05 Feb, 10:27


Halef ne zaman Selefe benzer;

إن آخر هذه الأمة إذا أقاموا الدين، وتمسكوا به، وصبروا على طاعة ربهم، في حين ظهور الشر والفسق والهرج والمعاصي والكبائر كانوا عند ذلك غرباء، وزكت أعمالهم في ذلك الزمن، كما زكت أعمال أوائلهم.

‏ ابن عبدالبر | التمهيد ٢٥١/١٩


Bu ümmetin sonu, şerr, ahlaksızlıklar, fitneler-öldürmeler, küçük günahlar ve büyük günahlar ortaya çıktığı zaman; eğer Dîni ikâme eder, ona sıkıca tutunur ve Rabblerine itaatte sabrederlerse, işte o zamanda onlar ‘garipler’ olur ve amelleri de kendilerinden öncekilerin amelleri gibi doğru [isâbetli] olur.

İbn Abdilberr | et-Temhîd 19/251

diraase

03 Feb, 18:41


Şuayb b. Ebî Saîd’den: Bir adam: “Ey Allah’ın Rasûlü, ben nasıl birisi olduğumu ne ile bileceğim?” deyince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Eğer sen âhiret işini talep edip arzuladığın her seferinde bunun sana kolaylaştırıldığını ve her ne zaman dünya işini isteyip arzuladığında da bunun sana zorlaştırıldığını görürsen, bil ki sen güzel bir hâldesin demektir. Eğer bir âhiret işini talep edip arzuladığında bunun sana zorlaştırıldığını ve her ne zaman dünya işini isteyip arzuladığında bunun da sana kolaylaştırıldığını görürsen bil ki sen kötü bir hâldesin demektir.»

İbnu’l Mubârek, Kitâbu’z-Zuhd 88

diraase

03 Feb, 12:53


قال ابن تيمية رحمه الله:
قال بعض السلف:
‏إن الفقيه كل الفقيه هو الذي،
‏ لا يؤيس الناس من رحمة الله،
‏ولا يجرئهم على معاصي الله.

‏مجموع الفتاوى ٤٠٥/١٥


İbn Teymiyye rahimehullah dedi ki:
“Seleften biri şöyle demiştir:
Gerçek fakih, asıl fakih; insanları Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmeyen ve onları Allah’a isyâna (günahlara) teşvik etmeyen kimsedir.”

Mecmûu’l Fetâvâ 15/405

diraase

03 Feb, 12:48


والله للذة العفة أعظم من لذة الذنب. ولا ريب أن النفس إذا خالفت هواها أعقبها ذلك فرحًا وسرورًا ولذةً أكمل من لذة موافقة الهوى بما لا نسبة بينهما، وهاهنا يمتاز العقل من الهوى.

ابن القيم | روضة المحبين ١٠٣/١


Vallahi, yemin olsun ki iffetin lezzeti, günahın lezzetinden daha büyüktür. Hiç şüphe yok ki, eğer nefis ihtiraslarına karşı gelirse, bu, birbiriyle asla kıyaslanamayacak bir şekilde, onun ihtiraslarına uymanın verdiğinden daha eksiksiz bir mutluluk, sevinç ve lezzeti mirâs bırakır. İşte bu, aklın, hevâdan ayrıldığı noktadır.

İbnu’l Kayyim | Ravdatu’l Muhibbîn 1/103

diraase

03 Feb, 12:48


كل من حدثته نفسه بذنب
‏فكرهه،
‏ونفاه عن نفسه،
‏وتركه لله،
‏ازداد صلاحاً وبراً وتقوى.

‏ابن تيمية | مجموع الفتاوى


Kimi nefsi bir günaha davet eder de, o;
o günahı çirkin görür,
onu nefsinden def eder,
ve onu Allah için terk ederse;
O kimsenin sâlihliği, iyiliği ve takvâsı artar.

İbn Teymiyye | Mecmûu’l-Fetâvâ

diraase

02 Feb, 22:33


Şeyhu-l İslam İbn-i Teymiyye rahimehullah derki:

“Hiç kimse, bir görüşe davet etmeyi, onu savunmayı veya benimsemeyi sadece kendi ashabının (mezhebinin, çevresinin vs.) sözü olduğu için yapmamalıdır. Aksine, bunu Allah ve Resulü emrettiği veya Allah ve Resulü’nün bildirdiği bir şey olduğu için yapmalıdır. Çünkü bu, Allah’a ve Resulü’ne itaat kapsamındadır.”

(Mecmuu-l Fetâvâ 20/9)

diraase

02 Feb, 18:04


Kulun iyilerden ve kurtuluşa erenlerden olduğunun alameti fikir ve düşüncelerini, kendisi, günahları ve kusurları üzerinde yoğunlaştırması, bunlarla, bunların ıslahı ve Allah'a tevbe ile meşgul olmasıdır. Öyle ki bunlardan, başına gelen belayı düşünmeye vakti kalmaz. Bu durumda kendisi tevbe ve kusurlarını ıslahı üstlenince, Allah da kesinlikle ona yardım, koruma ve şerri ondan defetmeyi üstlenir. Bu durumda o ne mutlu bir kul, başına gelen ne bereketli bir musibet ve ondaki etkisi ne güzeldir! Ancak başarmak ve doğru yolu bulmak Allah'ın elindedir. O'nun verdiğini engelleyecek, engellediğini verecek hiçbir şey/güç yoktur. Buna herkes muvaffak kılınmaz. Kişinin bunda hiçbir bilgisi, iradesi ve kudreti yoktur. Her güç ve kuvvet Allah'ın elindedir.

İbnu'l Kayyim rahimehullah

diraase

02 Feb, 13:02


“Ey Allah’ın kulu, hasta nefsini Ramazan’a hazırlamaya başladın mı, yoksa hâlâ filân kimsenin hükmü, filân kimsenin kusuru ve Allah’ın seni sorumlu kılmadığı meselelerde konuşmakla mı meşgulsün?

Huzeyfe’den rivâyet edildiğine göre, Ömer radıyallâhu anh bir cenâzeye çağrılmıştı. O da cenâzeye çıktı veya çıkmak istedi. Ben de (Huzeyfe) onu tuttum ve: Ey Mü’minlerin Emîri, otur. Çünkü o münâfıklardandır, dedim. Ömer dedi ki: Allah adına sana soruyorum, ben de onlardan mıyım? Huzeyfe şöyle dedi: “Hayır. Senden sonra da bir daha kimseyi temize çıkarmam.”

Bakın bizim seyyidimiz Ömer radıyallâhu anh, ‘Ömer’ olduğu hâlde, nasıl kendi adına korktu ve sadece kendi âkıbetini sormakla meşgul oldu.

Sen, kendini kurtar. Sana faydası olmayan şeyleri bırak. Kalbini katılaştıran şeyleri, it. Ve eğer helâk olursak sâlihlerle beraber olmaya bak. Çünkü biz, içimizde sâlihler olsa da helâk olabiliriz..

Senin şiârın şu olsun: Kendim için ağlıyorum, başka hiç kimse için değil..”

diraase

02 Feb, 12:54


Doktoru Abdurrahmân Ebû’l Fadl (el-Mutetabbib) vefât ettiği hastalığında İmâm Ahmed b. Hanbel’in hâlini gördüğü zaman şöyle demiştir:

"هذا رجل قد فتت الحزن جوفه"
سير أعلام النبلاء ٢٢٦/١١

“Hüzün, bu adamın içini parçalamış.”

diraase

01 Feb, 11:00


İnsanların gâfil olduğu ay: Şabân

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Onun ashâbı ve onlardan sonra gelenler, Şabân ayını adetâ Ramazan ayı gibi takdir eder, Ramazan ayında ibâdette gösterdikleri gayreti bu ayda da gösterirlerdi. Bununla her açıdan Ramazan’a hazırlanmayı kastettikleri gibi, aynı zamanda Ramazan’da daha büyük hayrlara muvaffak kılınmak için de bu aydaki çabalarıyla Allah’a tevessülde bulunmuş olurlardı.

Bu ayda en çok teşvîk edilen ibâdetler ise “Oruç” ve “Kur’ân okumak” olmuştur.

• Usâme b. Zeyd radıyallâhu anh’dan rivâyetle, o dedi ki: “Ey Allah’ın Rasûlü, seni hiçbir ayda, Şabân’da tuttuğun kadar oruç tutarken görmedim?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: «Bu (Şabân ayı), Receb ve Ramazan ayları arasında insanların çoğunun kendisinden gâfil olduğu bir aydır. Bu öyle bir aydır ki, ameller âlemlerin Rabbine bu ayda yükseltilir. Bu nedenle ben de oruçlu iken amellerimin yükseltilmesini severim.» [Nesâî 2357]

• Âişe radiyallâhu anhâ’dan rivâyetle, o dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Şabân’ın tamâmını oruçlu geçirirdi.” [Buhârî 1970]

Sahâbe Şabân ayına Ramazan ayına hazırlanır gibi hazırlanırdı. Ammâr’ın azatlı câriyesi Lu'lu’dan rivâyet edildiğine göre, Ammâr radiyallâhu anh nefsini Şabân orucuna, Ramazan orucuna hazırlar gibi hazırlardı.

• İbn Receb dedi ki: “Şabân ayı orucu harâm aylardaki oruçtan daha fazîletlidir.“

• Ve yine şöyle dedi: “Denildi ki: Şabân ayı orucu, Ramazan ayı orucunda zorluk ve sıkıntı çekmemek için yapılan bir alıştırma gibidir. Alıştırma yaptığından dolayı oruca alışmış ve Ramazan’dan önce Şabân’da orucun tatlılığını ve lezzetini bulmuş, böylelikle Ramazan orucuna zinde ve kuvvetli bir şekilde girmiştir. Ayrıca Şabân, Ramazan’ın başlangıcı gibi olduğu için; oruç ve Kur’ân tilâveti gibi Ramazan’da meşrû kılınanlar, Ramazan’a hazırlanmak ve böylece ruhları Rahmân’a itaat etmeye alıştırmak adına Şabân’da da meşrû kılınmıştır.”

• Enes radiyallâhu anh dedi ki: “Müslümanlar, Şabân ayı girdiğinde Mushâflara yapışır ve başlarını kaldırmadan Kur’ân okurlardı. Ramazan ayında kolaylık olması için mallarının zekâtlarını yoksul ve miskînlere verirlerdi.”

• Amr b. Kays Şabân ayına girdiğinde dükkanını kapatır, her türlü meşgâleden uzaklaşarak kendini Kur’ân’a adardı. Habîb b. Ebî Sâbit de Şabân girdiğinde “Bu kurrâların (Kur’ân’ı çokça okuyanların) ayıdır!” derdi.

• Amr b. Kays, Şabân ayı girdiğinde ticaret yapmayı durdurur, her türlü meşgaleden
uzaklaşarak kendisini Kur’ân’a adar ve şöyle
derdi: “Ne mutlu, nefsini Ramazan’dan önce ıslâh edene..”

diraase

01 Feb, 10:58


تجرَّع الصبر؛ فإن قتلك قتلك شهيدًا، وإن أحياك أحياك عزيزًا..

‏ابن القيم | مدارج السالكين ١٥٩/٢


Sabretmeye sabret. Çünkü o sabır seni öldürecek olsa şehîd olarak öldürür, yaşatacak olsa izzetli olarak yaşatır.

İbnu’l Kayyim | Medâricu’s-Sâlikîn 2/159

diraase

01 Feb, 10:58


‏وستر المصائب من جملة كتمان السر؛ لأن إظهارها يسر الشامت، ويؤلم المحب.

‏ابن الجوزي | صيد الخاطر ٢٧٤


Başa gelen musîbetleri gizlemek de sırrın korunması kapsamındadır. Zira onları göstermek düşmanını sevindirir, seni sevene ise acı verir.

İbnu’l Cevzî | Saydu’l Hâtır 274

diraase

31 Jan, 14:04


Sosyal medyada (davet kastıyla) bulunmak, sosyal medyadan çekilmek; kişi için hangisi daha doğru?

Sosyal medyada beş yılı aşkındır -davet maksadıyla- bulunuyorum. Bu süreci hep bir müddet kullanıp, bu mecrâları sevmediğim ve kezâ insanda oluşturduğu olumsuz etkiler sebebiyle, bir müddet terk ederek geçirdim.

Olumsuzlukları ve yaşadığım zor tecrübeleri olmadı değil, fakat bunu da Allah’ın kulu imtihân etmesi olarak addetmek gerekti. Bunu, Allah için bir şey yaparken başa gelenlere sabretmek olarak okumaya çalıştım. Buna nefisle mücâdele, malayaniyi terk etmek de dâhil. Niyeti hâlis tutmak, ihlâsa talip olmak da dâhil. Bu mecrâlardan bunalıp sıkılmak ve terk etmek istemek de buna dâhil. Sonuç olarak hepsi, bizi ya hayr olan bir şeyden alıkoyacak; ya da biz o hâlimize rağmen sabırla nasihate devam edeceğiz. Hâlbuki muhatab olduğumuz nebevî nasihati hatırla: «Dîn: Nasîhattir.»

Sosyal medyayı en son terk ettiğimde, ilk aşamada çok büyük bir rahatlama hissetmiş olsam da, bir müddet sonra hayatımda eksiklik hissetmiştim. Ne yapsam da sebebini kavrayamadığım bir eksiklik, çabalarıma rağmen hayatımda bir bereketsizlik vardı. Bir büyüğüm bana daveti terk etmenin buna sebeb olduğunu açıkladığında meseleyi kavramıştım.

Bâtıl ehli bâtıllarında bizden daha hırslılar. Günahkârlar, günahlarını yaymak için bizden daha hızlı, daha şevkli ve istekliler. Bu bana şu âyeti hatırlatıyor: «(Kâfirler)den ileri gelenler; “Yürüyün! İlâhlarınıza bağlılıkta sabır gösterin! Sizden istenen şey, budur.” diye hızla harekete geçtiler.» Sâd: 6

Niçin biz Allah’a bağlılıkta ve günahkârların birbirlerine ilâhlarına bağlanmayı nasihat ettikleri gibi, birbirimize bir ve tek olan İlâh’ımıza bağlılığı nasihat etmede sabredemiyoruz?

Elbette bu konuda her kul için doğru-yanlış (onun durumuna göre) değişebilir. Fakat kişi şuna bakmalı; hedefini tek bir hedef kıl, o da müslümanlara ‘bütün hayr işlerinde’ nasihatçi olmak, onların Allah’a yakınlaşmasına vesile olmaktır. Sosyal medya bunu yapabileceğin çok kolay bir alandır. Gerçekten sosyal medya Allah’a davete sabredebileceğimiz bir alandır. Olumsuzluklarından etkilenmemek için sosyal medyayı sadece hayr için kullanmaya bak, vaktini oraya harcama. Sana fayda vermeyecek şeyleri okuma, izleme, boş konuşmalara dalma. Bu senin zamanla kalbini karartır ve azmini zayıflatır. Sonra bu sahayı terk etme fikrine açılırsın.

Maksaddan saptığını hissettiğinde kendine izin ver ve kendi ıslâhına yönel, fakat bu seni yine Allah’a davetten mahrum etmesin. Bugün müslümanlar, nasihate muhtaçtırlar. Islâh olmaya muhtaçtırlar. Biz birbirimize “güzellikle” nasihati terk ettiğimiz ve bizden olmayanlara nasihat ettiğimizi sandığımız(!) -buna islâm cedel diyor- zamandan beri geriliyoruz. Her geçen gün geriliyoruz. Birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden olmak bize zor geliyor (kendi adıma konuşuyorum) ve kendi kulluğumuza çekilmeyi, bir köşede sadece kendimizle/kulluğumuzla meşgul olmayı, bu kargaşa çağında daha doğru görüyoruz. Hâlbuki İslâm, ruhbanlık dîni değil. Kenara çekilip tek başına yaşanılacak bir dîn değil. Bilakis zorluklar içinde sebât etmeni bekleyen bir davet dîni. Sadece ‘sen’i ıslâh etmeni kabul etmiyor, yaratılmışlara da hayrlı olmanı sana emrediyor. Asr sûresi, bütün bu hakîkati bize özetler: «And olsun asra! Gerçekten insan, bir hüsrân içindedir. Ancak, ‘îmân edenler’, ‘sâlih ameller işleyenler’ ve ‘birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler’ müstesnâ.»

Sâlih bir amaç için bir sahaya dâhil olduğunuzda, Allah’ın size açtığı o hayır sahasını terk etmeyin. Bunun eksikliğini hayâtınızda hissedeceksiniz, çünkü o esasta anlamadığınız bir nimet ve ömrünüze etki eden bir berekettir. Maksadınızın değiştiğini hissettiğinizde ara verin, ama bu kadar kolayken hakkı tavsiye etmekten vazgeçmeyin.

Kaç kez zor bir durumdayken ansızın okuduğum bir şey beni iyileştirmiş, düzeltmiştir. Hâlbuki o hayr sâhibinin dîn kardeşine nasihatçi olduğundan haberi bile yoktur.

Her mecrâda bulunmak da elbette tasvip edilmez, fakat daha az zarar verecek olanı tercih edebiliriz. Allah bizleri ve sizleri, ancak râzı olduğuna muvaffak kılsın.

diraase

31 Jan, 10:55


Allah azze ve celle’nin, ümmeti sıkıntılardan rahatlığa çıkarttığına şâhid olduğumuz bu zamanda, esâsında erişilen bu nimetlerin, ardında yeni imtihanlar doğurduğunu görüyoruz, göreceğiz.

Bu Allah’ın sünnetidir. Yücelenler alçalır, zayıf bırakılmışlar yücelip öncüler kılınır. Beldeler fethedilir, topraklar temizlenir; ama canlar fedâ edilir, liderler kaybedilir. Fakat bütün bunlar, basîret sâhibi mü’minlerin ancak azmini ve gayretini artırır, cihâd ve mücâdelesine güç, kalplerine sebât ve yakîn verir.

Zafer bizi aldatmadığı gibi, kayıplar bizi zayıflatmaz. Çünkü Mü’min, sonuçlara bakmaz, sonucu görmek için bu davaya adanmaz. O, üzerine vâcib olan amel için kaygı taşır; Allah’ın ona yüklediğini O’nun râzı olduğu şekilde ifâ etmeye çalışır. Beşeriyetin efendisi olduğu hâlde Rasûlullah ﷺ vefât etti. Allah’ın kulları arasından en sevdiği olduğu hâlde, fetih ona sekiz yıl sonra bahşedildi.

Derin bakan görür ki, bu yolda gerçekten zafere erenler şehâdeti tadanlar olmuştur. Geride kalanların hâli ise, Şeyh Abdullah Azzâm’ın deyimiyle şöyledir: “Bir mü’min, sağ kaldığı, kalbi cihad ve şehadet sevgisiyle titrediği sürece bir cepheden diğer cepheye koşar, bir siperden diğer sipere atılır.“

Yani biz mü’minler, ya mücâdele eder ve şehîd oluruz. Ya da yaşamı, şehîd olana dek cephelerde mücâdele vermek görürüz. Sağ bir mü’min için, üçüncü bir şık yoktur.

Mü’min hayatta ise, ayaktadır. Oturmaz, yorulmaz, tembellik etmez ve işi başkasına tevdî etmez. Gücü yettiğince, çalışıp çabalayanlarla birlikte çabalar. Zira Allah’ın sevdiği ve râzı olduğu yol, ancak mücâhede edenler için açılmıştır.

Sufyân bin Uyeyne, İbnu’l Mubârek’e dedi ki:
“İnsanlar ihtilafa düştüklerinde, sen Allah yolunda cihâd edenlere ve düşmana karşı ribat tutanlara bak (onlara sarıl). Zira Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: «Bizim yolumuzda cihâd edenleri, Biz elbette Bize varan yollarımıza eriştireceğiz.»”
[Tefsîru’l-Kurtubî 13/365]

diraase

29 Jan, 19:40


بسم الله وعلى بركة الله..

https://x.com/diraase?s=21

diraase

29 Jan, 17:59


الشتاء ربيع المؤمن، يصلح دين المؤمن في الشتاء بما يسر الله فيه من الطاعات، فإن المؤمن يقدر في الشتاء على صيام نهاره من غير مشقة ولا كلفة تحصل له من جوع ولا عطش فإن نهاره قصير بارد فلا يحس فيه بمشقة الصيام، وفي المسند والترمذي عن النبي ﷺ قال: «الصيام في الشتاء الغنيمة الباردة».
وأما قيام ليل الشتاء فلطوله يمكن أن تأخذ النفس حظها من النوم ثم تقوم.

ابن رجب | لطائف المعارف ٣٢٦/١


Kış, mu’minin bahârıdır. Mu’minin dîni, Allah’ın kendisine kolaylaştırdığı ibâdetlerle kışın ıslâh olur. Çünkü mu’min kış mevsiminde, gününün kısa ve soğuk olması nedeniyle açlık, susuzluk gibi hiçbir sıkıntı ve meşakkate maruz kalmadan gündüzleri oruç tutmaya güç yetirebilir, bu durumda o orucun zahmetini hissetmez. Musned ve Tirmizî’de Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den şu hadis rivâyet edilmiştir: «Kışın oruç tutmak, soğuk bir ganîmettir.»
Kış gecesi namaz kılmaya (teheccüd) gelince, kış gecelerinin uzun olması nedeniyle nefis uykuya doyar ve sonra (namaz için kolaylıkla) uyanır.

İbn Receb | Letâifu’l Meârif

diraase

29 Jan, 17:57


﴿وَإِن كُنتُنَّ تُرِدنَ اللَّهَ وَرَسولَهُ وَالدّارَ الآخِرَةَ فَإِنَّ اللَّهَ أَعَدَّ لِلمُحسِناتِ مِنكُنَّ أَجرًا عَظيمًا﴾

الأحزاب: ٢٩

diraase

29 Jan, 17:54


Îmânın olgunluğu

والعبد إذا سَلِم قلبه رقَّ طبعه، واستقام أمرُه، وأسرعت إلى الطاعة جوارحُه؛ فانساقت لإرادة الله حُبًا وخضوعًا، وذُلاً وانصياعًا..

حتى إذا أعطت أعطت لله، وإذا منعت منعت لله، وإذا أحبت أحبت لله، وإذا أبغضت أبغضت لله.

قال ﷺ: "من أعطى لله ومنع لله، وأحب لله وأبغض لله؛ فقد استكمل إيمانه".

د. عبدالله الشيخ


Kulun kalbi selîm olduğunda; tabiatı nazik ve yumuşak, işleri istikâmet üzere dosdoğru olur. Azâları ibâdette acele davranır, öyle ki o azâlar sevgi ve teslimiyetle, tevâzu ve bağlılıkla Allah’ın irâdesine boyun eğer.

Öyle ki o, verdiğinde Allah için verir, men ettiğinde Allah için men eder. Sevdiğinde Allah için sever, buğzettiğinde ise Allah için buğzeder.

Rasûlullah ﷺ şöyle buyurmuştur: “Kim Allah için verir ve Allah için engel çıkarırsa, Allah için sever ve Allah için buğzederse, o kimsenin îmânı tamâma ermiştir.”

Dr. Abdullah eş-Şeyh

diraase

28 Jan, 18:57


Akıllı kişi nefsine Cennet’ten başkasını lâyık görmez.

İbn Hazm



İbn Hazm’ın en değerli eserlerinden:
Mudâvâtu’n-Nufûs ve Tehzîbu’l-Ahlâk
pdf | https://t.me/islamieser/1227

İkinci dosya türkçe tercümesi, fakat tercüme hakkında bilgim olmadığını bildireyim..

diraase

28 Jan, 17:50


İbn Atâullah el-İskenderî dedi ki: “Sana acıyı onların elleriyle tattırdı, ki sükûnu onlarda bulmayasın. 'Her şey'de senin canını sıkmayı istedi, öyle ki 'hiçbir şey' seni O’ndan alıkoymasın.”

Bu sözü şerh edip açıklayan İbn Abbâd dedi ki: “İnsanların kulu incitmesi, kul için çok büyük bir nimettir. Özellikle de kulun kendisinden nezâket, ikrâm, iyilik ve saygı görmeye alıştığı kimseler tarafından incinmesi (daha büyük bir lütuftur). Çünkü bu, kulun onlarda sükûnet bulmamasına, onlara güvenmeyi bırakmasına, onlarla ünsiyetini kaybetmesine sebeb olur. Ve işte böylece, Rabbi azze ve celle’ye ubûdiyyeti tam tahakkuk etmiş olur.”

“Bir keresinde birisi beni incitmiş ve bu sebeple göğsümü bir sıkıntı kaplamıştı. Sonra uyudum ve rüyamda birinin bana şöyle dediğini duydum: ‘Sıddîkların alâmeti, düşmanlarının çok olmasına rağmen onun onları umursamamasıdır.”

Mahmûd Şukrî el-Alûsî, Ğâyetu’l-Emânî 2/317

diraase

28 Jan, 17:41


لا يزال الإنسان عزيزا محفوظ القدر إذا كان مستغنيا عن الناس، لا يحتاج إليهم. قال رسول الله ﷺ: شرف المؤمن صلاته بالليل، و عِزه استغناؤهُ عما في أَيدي الناس.
‏[الجامع الصغير]

‏قال الإمام أحمد بن حنبل لـ الميموني:
‏استغنِ عن النَّاس، فلم أرَ مثل الغنيِّ عن النَّاس.
[‏الآداب الشرعية]


İnsan insanlara uzak olup muhtaç olmadığı ve onlara ihtiyaç duymadığı sürece azîzdir ve kadir sahibidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Mü’minin şerefi gece namazı kılması ile, ve izzeti insanlara karşı isteksiz olması iledir.”
[el-Câmiu’s-Sağîr]

İmâm Ahmed b. Hanbel, el-Meymûnî’ye şöyle dedi:
İnsanlara muhtaç olma. Ben, insanlara (onların sevgisine, ilgisine, yardımına..) muhtaç olmamak gibisini görmedim.
[el-Âdâbu’ş-Şer'iyye]

diraase

28 Jan, 11:26


﴿وَاعلَموا أَنَّ اللَّهَ مَعَ المُتَّقينَ﴾

‎«Bilin ki Allah, mutlaka takvâ sahipleriyle beraberdir.» Tevbe: 36

‎Ömer radıyallâhu anh, bir gün Übeyy ibn-i Kâ’b’a takvânın ne olduğunu sordu. Übeyy radıyallâhu anh ona: “Hiç dikenli bir yolda yürüdün mü?” diye sordu.
‎Ömer: ‎“Evet, yürüdüm.” karşılığını verdi.
Bu sefer: “Peki, ne yaptın?” diye sordu.
Ömer: “Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesi için bütün gücümü sarfettim!” cevâbını verdi.
Bunun üzerine Übeyy şöyle dedi: “İşte takvâ budur!”

İbn Kesîr, Tefsîr, I/42

diraase

26 Jan, 19:46


‘tevekkül’

diraase

26 Jan, 15:38


Sizi takip edenler az da olsa hayrdan paylaştığınız hiçbir şeyi basit görmeyin. Kimin sizden faydalandığını, vesîlenizle pek çok şey öğrendiğini bilemezsiniz. Kimin sizin vesîlenizle Allah’a yöneldiğini bilemezsiniz. Sosyal medyada en büyük faydayı genellikle hep küçük hesaplardan edindiğimi fark etmişimdir. En büyük hırsınız doğru ve sahîh olanı paylaşmak, selefe muhâlif olan şeyden de uzak durmak olsun, böyle olduğunda sizi takip eden az da olsa, sizden faydalananlar çok olur.

Ki bütün bunlardan daha önemlisi, siz bununla Allah’ın size yeryüzünde verdiği halîfelik görevini yerine getirmiş olursunuz. Hiçbir Müslüman Allah’ın Dînine davet ve O’nun için nasîhat etmede muaf değildir. Allah’a davet, Nebîlerin ve Rasûllerin ilk görevi idi. Onlardan sonra bu görev ümmetlerine mîrâs kalmıştır.

İmâm Şâfiî rahimehullah dedi ki:

والنصيحة لهم (أي للمسلمين) فرض لا ينبغي تركه.
[الرسالة ٥٠/١]

“Müslümanlara nasîhat etmek, terk edilmemesi gereken bir farzdır.”
[er-Risâle 1/50]


İbn Teymiyye rahimehullah dedi ki:

قال ابن تيمية رحمه الله:
إن أعظم ما عُبِد الله به نصيحة خلقه.
[مجموع الفتاوى ٦١٥/٢٨]

“Allah’a kendisiyle ibâdet edilecek en büyük şey, yarattıklarına nasîhat etmektir.”
[Mecmûu’l Fetâvâ 28/615]

diraase

26 Jan, 15:09


Selefin büyükleri, çocuklara “Bismillâhirrahmânirrahîm”in yazıldığı satıra besmeleden başka bir şey yazmamalarını öğretmişler ve bunu İbn Abbâs’a ref' etmişlerdir. İbn Abbâs şöyle demiştir: “Bismillâhirrahmânirrahîm’in satırına, bunun dışında bir şey yazmayın.”

[es-Sem'ânî, Edebu’l-İmlâ ve’l-İstimlâ 1/170]

#faide

diraase

26 Jan, 15:02


Kalbin istikâmeti

كان بعض السلف يقول:
وقفت على باب قلبي عشرين سنة ما جاذبه شيء لغير الله إِلَّا رَددته.

Seleften biri şöyle derdi:
Kalbimin kapısında yirmi sene durdum, ve onu Allah’tan başkasına çeken her şeyi ondan kovdum.



‏ وروي عن بعضهم أنه قال:
‏وقفت على باب قلبي أربعين سنة حتى لا يدخله غير الله.

Ve yine seleften birinin şöyle dediği rivâyet edilir:
Allah’tan başkası oraya girmesin diye, kalbimin kapısında kırk yıl durdum.



قال محمد بن المنكدر رحمه الله:
كابدت نفسي أربعين سنة حتى استقامت.
[صفوة الصفوة ١٤١/٢]

Muhammed b. el-Munkedir rahimahullah dedi ki:
Nefsimle kırk yıl boyunca mücadele ettim, tâ ki sonunda istikâmet üzere/dosdoğru oldu.
[Sıfatu’s Safve 2/141]

diraase

26 Jan, 13:26


زاحموا أهل الباطل في الإنترنت حتى يتبين الحق.

ابن عثيمين رحمه الله


Bâtıl ehliyle internet ortamında mücâdele edin. Tâ ki hakk ortaya çıksın.

İbn Useymîn rahimehullah

diraase

26 Jan, 13:22


قال عبد الله ابن مسعود رضي الله عنه:
يحترقون [بالذنوب] حتى إذا صلوا الفجر غسلت.

كتاب الزهد لابن المبارك ٩٠٣


Abdullah b. Mes'ûd radıyallâhu anh dedi ki:
Kullar günahla yanarlar da sabah namazını kılınca günahları yıkanır.

İbnu’l Mubârek, Kitâbu’z-Zuhd 903

diraase

25 Jan, 22:43


İmtihân, kulun en sevmediği, en hoşlanmadığı, en korktuğu, en istemediği yerden gelir kula. Ki bununla Rabbi onun îmânını izhâr etsin, takvâsını ve sadâkatini bilsin, sabrını ve teslîmiyetini görsün.

Dünyâda sınanmak için varız. Şayet kul bu hayâtı hep arzu ettiği şekilde ilerletebilseydi, yahut imtihânları ona hep kolay yönden isâbet etseydi ve ne sıkıntı ne zorluk ne hüzün çekseydi, o zaman onun Allah’a îmânı, sıdkı ve teslîmiyetinin gücü lâyıkıyla açığa çıkmazdı. Zira hakîkî yakîn, takvâ, korku, muhabbet ve kalbin huşûsu, musîbetle karşılaşıldığında ortaya çıkar.

Allah subhânehu ve teâlâ şöyle buyurmuştur: «Ve and olsun sizi imtihân edeceğiz, tâ ki sizden cihâd edenleri ve sabredenleri bilelim; ve (yaptıklarınızla) îmânınızı imtihân edelim.» Muhammed: 31

Fudayl b. Iyâd rahimehullah bu âyeti okuduğunda ağlar, onu tekrâr tekrâr okur, “tâ ki (yaptıklarınızla) îmânınızı imtihân edelim (sizi sınayarak îmânınızı ortaya çıkaralım)” kısmını sürekli tekrâr eder ve sonra şöyle derdi: “Eğer Sen bizim yaptığımız şeylerle îmânımızı sınayıp imtihân edersen, bizim kusurlarımızı ortaya çıkarmış, örtümüzü kaldırmış olursun. Eğer Sen bizim yaptığımız şeylerle bizi sınayıp imtihân edersen, bizi helâk eder, bize azâb edersin..” Sonra ağlardı.

İşte bu yüzden kula düşen, hoşuna gitmeyen bir şeyle karşılaştığında Rabbinin onu sınadığını bilmesidir. O bilmelidir ki, Allah onun îmânını ve Rabb’ine bağlılığını denemektedir. O Allah’ın kendisini neden sınadığını bildiğinde, musîbetine değil, bu musîbeti kazanamayacak olmasına dertlenir. Fudayl rahimehullah’ın bilip onu ağlatan hikmet de işte bunda saklı. Allah sevdiği kulunu azâb olsun diye sınamaz. Bilakis ya günahlarına keffâret olsun da ona olan mağfiretini tamama erdirsin diye ya da onu katında yüceltsin ve ona olan lütfunu artırsın diye onu sınar.

Allah’ın kendisini ne için sınadığını bilen kula, musîbeti, ağırlığına rağmen hafif gelir. Dertlenip tasalanmayı bırak ve Allah’ın senin için dilediği şeye -sana zor da gelse- ‘rızâ ve şükürle’, sabret. O zaman kurtuluşu bulursun «And olsun eğer şükrederseniz, size olan nimetimi arttırırım»..

diraase

25 Jan, 18:44


قال أبو القاسم الآمدي:
مذهب أهل الجاهلية والإسلام، والأمم كلها.. مُجْمِعُون على أن في البكاء راحة من الكرب، وتبريدا لحرارة الحزن، وتخفيفاً من لاعِج المصيبة.

الموازنة ٥٦٤/١


Ebu’l-Kâsim el-Âmedî dedi ki:
Câhiliye ve İslâm ehli ve (diğer) bütün ümmetler, inançlarında; ağlamanın, içsel sıkıntıyı ferahlattığı, hüznün ateşini serinlettiği ve başa gelen musîbetin acısını hafiflettiği hususunda görüş birliğine varmıştır.

el-Muvâzene 1/564

diraase

25 Jan, 13:49


Esirlerin kurtarılması

İmâm Kurtubî, «Size ne oluyor da Allah yolunda ve “Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar; bize tarafından bir dost ver; bize katından bir yardımcı ver!” diyen zayıf düşürülmüş (zavallı) erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!» [Nisâ: 75] âyetinin tefsîrinde dedi ki:

“Allah teâlâ, kelimesinin yüceltilmesi, dininin yayılması ve kullarından zayıf olanların kurtarılması için, cihâdı vâcib kılmıştır. Bu cihadda insanlar telef olsalar da. Müslüman esirlerin kurtarılmaları, müslüman cemaatine vâcibtir. Onları ya savaşta veya fidyelerini ödeyecek mal ile kurtarmak zorundadırlar. Bunun yapılması vâcibtir. Çünkü mal, candan daha az değerlidir. İmâm Mâlik dedi ki: “Müslümanların, esirleri kurtarmak için bütün mallarını vermeleri vâcibtir. Bunda ihtilâf yoktur. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Esirleri kurtarın.»”

[Tefsîru’l-Kurtubî]

diraase

25 Jan, 13:31


İnsanlara iyilik yapmaktan kaçma

أنفع الناس لك رجل مكنك من نفسه حتى تزرع فيه خيرا أو تصنع إليه معروفا؛ فإنه نعم العون لك على منفعتك وكمالك؛ فانتفاعك به في الحقيقة مثل انتفاعه بك أو أكثر.

ابن القيم | الفوائد ص٢٧٩


Senin için insanların en faydalısı, kendisine iyilik yapman veya kendisinde bir hayr tohumu ekmen için sana imkân sağlayan kişidir. O kişi, menfaatin ve kemâle ermen için sana ne güzel bir yardımcıdır. Senin ondan menfaatin (faydalanman) aslında onun senden menfaatiyle aynı, belki de daha fazladır.

İbnu’l Kayyim | el-Fevâid s. 279


İmâmın bu sözü şu hadîsi hatırlatmakta:
“İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır.”

diraase

24 Jan, 05:47


Ne zaman sâlih amel işlemek zor, günah işlemek nefse kolay gelir

Kul sâlih amel işlemeyi artırdıkça, günah işlemek ona zor gelir. Öyle ki o küçük bir günaha düşmeyi bile, çok büyük bir günaha düşmek gibi görür.

Kul günah işlemeyi artırdıkça, sâlih amel işlemek ona zor gelir. Öyle ki en hafif haseneyi bile işleme husûsunda nefsine gâlip gelemez. Allah’ı zikretmeyi düşün, basitliğine rağmen -kalp Allah’tan uzaklaştığı- zaman o, dile dağlardan daha ağır gelir.

Bunun resmi şudur:
Sâlih ameli kolay görene sâlih amel kolaylaştırılır.
Günahı kolay görene günah işlemek kolaylaştırılır.

Bunun da hakîkati şudur:
Sen nefsini mağlûp et ki, Allah seni onun üzerinde gâlip kılsın.
Ve sen Allah’a yönel ki, Allah da sana yönelsin.

diraase

24 Jan, 05:42


Vehb b. Munebbih’ten, o dedi ki: İbn Abbâs bana (içinde bulunduğumuz topluluk için); “Onlara Eyyûb’un hastalığı sırasında kendisine gencin söylediği o sözü söyle” dedi.

Ben de şöyle dedim: “Genç ona şöyle dedi: Ey Eyyûb! Allah subhânehu ve teâlâ’nın azameti ve ölümü hatırlamak dilini bitkin düşürüp kalbini parçalamıyor ve hüccetini geçersiz kılmıyor mu? Ey Eyyûb! Allah teâlâ’nın bir hastalık veya ahrazlık olmadığı hâlde ona duydukları haşyetten dolayı susan kulları olduğunu bilmedin mi? Onlar ki asil, hatip, fasih, zeki ve Allah’ı ve âyetlerini bilen kimseler oldukları hâlde böyledir. Onlar Allah’ın azametini hatırladıkları zaman onun korkusundan ve onun heybetinden kalpleri parçalanıp dilleri bitkin düşmüş ve akılları başlarından gitmiştir. Onların bu hâli geçince onlar hemen sâlih amellerle Allah’a yakınlaşmak için yarış ederler. Allah için yapılan çok şeyi çoktan saymaz ve Allah için aza râzı olmazlar. Onlar kendilerini hatakâr zâlim kimselerden sayarlar. Bununla birlikte onlar nezih, asil ve sâlih kimselerdir. Onlar ihmalkâr ve amellerden yana gevşek kimselerin yanında en akıllı ve zeki kimselerdir. Onlar ince ve nahif kimselerdir, câhil onları görünce hasta zanneder, ama onlar hasta değildir.”

İbnu’l Mubârek, Kitâbu’z-Zuhd 1495

diraase

24 Jan, 05:34


İbn Vaddâh dedi ki: Bize Ebû Mervân el-Bezzâr, İbnu’l Mubârek’ten, o İbn Şuayb’tan tahdîs etti. İbn Şuayb dedi ki: Ömer b. Abdulazîz şöyle yazdı: “İlmi cuma günü neşredip yayın. Zira ilmin âfeti unutmaktır. Ve cuma günü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e çokça salât edin.”

İbnu’l Kayyim, Celâu’l-Efhâm s. 358

diraase

17 Jan, 18:11


Vaktinin kıymetini bil, ölüm seni nerede bekliyor bilmiyorsun. Bugün ölsen, yaptığına pişman olacağın bir kötülük ve terk ettiğine pişman olacağın bir iyilik bırakma.

diraase

17 Jan, 18:07


İmâm Ahmed fıkıh ilmi talebinin başlangıcında Hanefî mezhebinin kitaplarına yönelmiştir. Bunları yazmış ve ezberlemiş, Ebû Yûsuf ile de tanışmıştır.

Sonra hanefî mezhebi kitaplarını bıraktı ve doğrudan nasslar ve âsâr üzerinden fıkıh ilmini incelemeye yöneldi.

Daha sonra Şâfiî ile tanıştı. Fıkıhta onun metodunu tercih etti ve, her ne kadar bazı sonuçlarda onunla aynı fikirde olmasa da, onun metodu üzere ilerledi.

[Şeyh Ahmed el-Halîl]

diraase

17 Jan, 12:12


“Kimdi yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile”

diraase

16 Jan, 14:23


Şüphesiz ki mü’min kimse nefsine hâkim olup onu kontrol edendir. Nefsini Allah azze ve celle için hesâba çekendir. Kıyâmet günü kendilerine hesâbın hafifletileceği kimseler, sadece nefislerini dünyada hesâba çekenlerdir. Kıyâmet günü kendilerine hesâbın ağırlaşacağı kimseler ise ancak nefislerini dünyada hesâba çekmeyenlerdir. Mü’min kimse hoşuna giden bir şeyle aniden karşılaşınca şöyle der: “Vallahi ben seni arzuluyorum ve sana da ihtiyaç duyuyorum. Lakin vallahi benim seninle bir ilgim yoktur. Heyhât! Seninle benim aramdaki mesafe ne kadar da uzaktır ve aramızda engel bulunmaktadır.”

Ondan kazara kendisine bir şey isabet edince de hemen kendine döner ve şöyle der: “Ben bunu yapmak istememiştim, bununla benim bir işim olamaz. Vallahi ben bunu bir daha Allah’ın izniyle asla yapmayacağım.”

Muhakkak ki mü’minler Kur’an’ın bağladığı bir topluluktur ve o [öğütleriyle], onlarla kendilerini helak edecek şeyin arasına girmiştir. Şüphesiz ki mü’min dünyada köleliğinden azad olabilmek için gayret eden bir esirdir ve o Allah ile buluşuncaya kadar güvende olmayacaktır. Bilmektedir ki o kulağından, gözünden, dilinden, azalarından ve tüm her şeyinden hesâba çekilecektir.

Hasen el-Basrî rahimehullah | İbnu’l Mubârek, Kitâbu’z-Zuhd 307

diraase

16 Jan, 10:07


Sâlihlere yakınlık sebât ve sekînet sebebidir

قال ابن القيم رحمه الله:
كنا إذا اشتد بنا الخوف، وساءت منا الظنون، وضاقت بنا الأرض، أتيناه -يعني: شيخ الإسلام ابن تيمية رحمه الله- فما هو إلا أن نراه ونسمع كلامه، فيذهب ذلك كله، وينقلب انشراحًا وقوةً ويقينًا وطمأنينة.

الوابل الصيب ١١٠/١


İbnu’l Kayyim rahimehullah dedi ki:
Biz, korkumuz şiddetlendiği, zannımız (düşüncelerimiz) kötüleşmeye başladığı ve yeryüzü bize dar geldiği zaman; ona -Şeyhulislâm İbn Teymiyye rahimehullah’a- gelirdik. Daha onu gördüğümüz ve onun kelâmını işittiğimiz an, bütün bu sıkıntılar gider, yerini bir ferahlık, bir kuvvet, bir yakîn ve bir itminân kaplardı.

el-Vâbilu’s Sayyib 1/110

diraase

16 Jan, 10:02


Bu yüzden bizim cihadımız kişilere bağlı olmamalıdır. Eğer biz kişilere bağlı kalırsak o kişi yoldan çıktığı zaman biz de o kişiyi takip ederiz. Biz kendimizi akidemize adarsak, dostluğumuzu ve düşmanlığımızı akidemize göre yaparsak, bundan sonra bize zarar veremezler.

Şeyh Ebû Mus'ab es-Sûrî

diraase

15 Jan, 21:12


Bugünden ateşkesin gerçekleşeceği güne kadar (19 ocak), şüphe yok ki düşman saldırı eylemlerini yoğunlaştıracaktır. Ki bilhassa Kuzey Gazze şu anda yoğun saldırılara şahitlik ediyor. Gazze’deki kardeşlerimiz bunun için korkularını dile getiriyor ve bizlerden duâ istiyorlar.

Allah subhânehu ve teâlâ yeryüzündeki bütün müslümanları düşmanların zulmünden korusun. Zâlimlerin azâbını kendi başlarına çevirsin. Hasbunallahi ve ni’mel vekîl..

diraase

15 Jan, 10:11


Kur’ân’la olan Mü’min mutsuz olamaz

Hüzün, dert, hastalık, tasa sâhibi bir kimse Kur’ân’ın önüne oturduğu ve onu okuduğu zaman, Allah’ın Kitâbı’nın ona şifâ olmaması imkânsızdır. «Biz bu Kur’ân’dan, Mü’minler için ‘şifâ’ ve ‘rahmet’ olan şeyi indiriyoruz..» İsrâ: 82

Mutsuz ve derdine ilaç bulamamış bir Mü’min, Kur’ân ile ilişkisine baksın. Çünkü Allah’ın Kitâbı, bu dünyânın kasvetli karanlıklarını aydınlatan bir nûrdur. O nûru terk eden, kasvet ve tasa içinde kalır. Bu yüzdendir ki Allah subhânehu ve teâlâ şöyle buyurmuştur: «Kim Benim hüdâma tâbi olursa, artık o dalâlete düşmez ve şekâvete (mutsuzluğa) uğramaz. Ve kim de benim Zikr’imden (Kitâbımdan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar-sıkıntılı bir hayat vardır. Ve Biz, onu kıyâmet günü kör olarak haşrederiz.» Tâhâ: 123-124

Kur’ân’ı dünyâda terk etmek de zaten aslında ‘rûhun’ körlüğü, zulmeti ve ıstırabıdır.

Şimdi Tâhâ sûresinin nasıl başladığını hatırla:
«Tâhâ. • Biz sana Kur’ân’ı, mutsuz olasın diye indirmedik.»

diraase

12 Jan, 22:43


“Babama zindandaki hâlini sordum. Dedi ki: ‘İçinde izzet ve şeref bulduğum hücre, bana gerçek rahatlıktır. Zulüm ve kısıtlamaların dayatıldığı bir mekândan bana daha hayırlı, daha güzel, daha tercih edilirdir. Yemin olsun izzet ve sebât içinde ağlamam, zillet ve taviz içinde gülmemden daha hayırlıdır. Akîde uğruna zindanlarda yaşamak, siyasî despotluğun kökleşmesi ve onu desteklemek uğruna saraylarda yaşamaktan daha hayırlıdır.”

Abdulmelik el-Ulvân’ın, babası Şeyh Ulvân’ı bir ziyâretinde..

diraase

12 Jan, 21:58


من أحبَّ أن يفتحَ الله قلبه ويرزقه العلم فعليه بالخلوة وقلة الأكل وترك مخالطة السفهاء.

‏الإمام الشافعي رحمه الله | بستان العارفين للنووي ٥٣/١


Kim Allah’ın, kalbini ilme açmasını ve ilimle rızıklandırmasını istiyorsa, halveti (Rabbiyle baş başa kaldığı zamanları) çoğaltsın, az yemek yesin ve sefih kimselerle birliktelikten vazgeçsin.

İmâm Şâfiî rahimehullah | Nevevî, Bustânu’l Ârifîn 1/53

diraase

12 Jan, 21:44


Kâide:

diraase

12 Jan, 13:40


Amr b. Kays rahimehullah şöyle derdi:
“Nefsini Ramazan’dan önce ıslâh edene ne mutlu.”

Allah’ım, bizi sevdiğin, taatinde yardım ettiğin ve kendisinden kabul ettiğin bir kul olarak Ramazan’a ulaştır.

#makale

diraase

11 Jan, 22:43


Allah’ın kendisine şehîdler seçtiği bir zamanda dünyanın bataklığında boğulmanın azâbını hissetmeyen gerçek ölüdür.

diraase

11 Jan, 22:42


Gazze Sabra mahallesindeki Nuhbe Tugaylarının komutanı Ebû Hamza et-Turk, Allah’a oruçlu bir hâlde kavuşmak için savaş boyunca tek bir gün dahi iftâr etmeden oruç tuttu ve savaşın 460. günü Allah onu emeline kavuşturdu.
Mücâhid Ebû Hamza, gün batımına yarım saat kala oruçlu olduğu hâlde Rabbine -inşaallah- şehîd olarak kavuştu..
تقبله الله..

diraase

11 Jan, 14:54


Kâfirlerin akıllarının olmaması hem onlar için hem de Müslümanlar için hayırlıdır. Çünkü sarhoşluk onları Allah’ın zikri ve namazdan değil, küfür ve fısk işlemekten alıkoyar. Onların sarhoşluğunun Müslümanlar için hayrlı olmasına gelince, çünkü bu hâl onların aralarına kin ve düşmanlık sokar, bu da Müslümanlar için bir nimettir. Bu, içki ve sarhoşluğu helâl kılmak değil, iki kötülükten en kötüsünü, daha azıyla savmaktır.

Bu sebeple ben arkadaşlarımıza Tatarlar ve Kercler gibi Müslümanların düşmanlarının şarap içmelerine mâni olmamalarını emrederdim ve şöyle derdim: ‘Onlar şarap içtikleri zaman, bu onları namazdan ve Allah’ın zikrinden alıkoymaz [zira onlar müslüman değildir, öyleyse alıkoymaya gerek yoktur]. Bilakis bu onları küfürden ve yeryüzünde fesâd çıkarmaktan alıkoyar. Onların arasına nefret ve düşmanlık sokar. Bu da Müslümanların yararınadır. Onların ayık olması, sarhoş olmalarından kötüdür. Bu sebeple onlara ayık kalmaları için yardım etmekte hayır yoktur. Aksine bunların şerrini sarhoşluk gibi mümkün olan şeylerle defetmek müstehabb -hattâ vâcib- olabilir.

İbn Teymiyye | el-İstikâme

diraase

10 Jan, 23:50


Nasrallat’ın ölümü, Esed’in devrilmesi, Şâm’ın râfizîlerden temizlenmesi, hezîmetini gizlemeye çalışan Netenyahu’nun Gazze’de aldığı darbeler, Amerika’yı vuran felâketler ve bunlar yanında küfür ordusunun kırılan umutları ve zayıflayan azmi. Allah’ın yardımıyla zâlimlerin zayıfladığını peş peşe gördüğümüz bir dönem geçirdik. Bir yıl içinde bütün bunların olacağını kimse hayâl dahî edemezdi. Bu ‘Azîz ve Muktedir’ olanın yakalaması değil midir? Vallahi öyledir.

Allahu ekber velillâhil hamd..

diraase

10 Jan, 17:23


Aklıma şu âyet geliyor:
«Ve onların dilleri, en güzel âkıbetin kendilerinin olduğu yalanını söyler. Hakîkatte ise onlara ateş vardır ve onlar ateşte terk edilecek olanlardır.» Nahl: 62

diraase

10 Jan, 13:23


senin derdin ne?
.

diraase

10 Jan, 13:08


اللهم صلِّ وسلِّم على نبيِّنا مُحمَّد

diraase

10 Jan, 13:04


İki şey vardır ki bunlar üzerinde çok düşünmek seni Allah’tan uzaklaştırır:

-Dünyânın nimetleri
-Dünyânın musîbetleri

Dünyânın nimetleri, süsleri ve nefse hoş gelen istekleriyle meşgûl olmak ve vaktini sürekli bunları düşünmek, bunlara erişmek ve sadece bunlar için duâ etmekle geçirmek; kalbini dünyâya bağlar ve bu da seni âhiret nimetlerini istemek ve âhiret için çalışmaktan adım adım uzaklaştırır. Sonunda kendini ‘dünyevî bir kul’ olarak bulursun.

Dünyânın musîbetleri, belâları ve sıkıntılarıyla zihni meşgûl etmek, devamlı sûrette nefsi üzen ve bulandıran bu dertleri düşünmek, bunlardan kurtulup sırf saadet dolu bir yaşama erişmek için duâ etmek de; kalbini Allah’a teslimiyetten, O’na hüsnü zanndan uzaklaştırır, ve Allah’ın senin için taksîm ettiğine rızâ göstermenin ve kurtuluşu beklemenin de bir ibâdet olduğunu sana unutturur.

İşte bu ikisi kalbinde büyüdüğü zaman, o kalpte Allah sevgisinin, O’na bağlılığın ve O’nun rızâsı için çalışmanın küçüldüğünü görürsün. Dünyâya bağlılık, kaçınılmaz olarak âhirete bağlılığı zayıflatır.

Çünkü bu iki durum da, ancak imtihândır. Kazanan ise Allah’ın takdîrine ve kaderine râzı olandır. Bunlar üzerinde çokça düşünmek, sana senin ‘kul’ olduğunu unutturduğu gibi, sana her şeyde Allah’ın rızâsını istemeyi de unutturur. Hâlbuki gerçek mutluluk, ancak Allah’ın rızâsına muvâfakat eden kaderi yaşamaya muvaffak olmaktadır.

İşlerini, bütün hepsini, Allah azze ve celle’nin eline bırak. Sen o işleri, ne kadar incesinden planlayacak olsan da, onları tedbîr edip düzenleyemezsin. Bilakis onu, sen daha hayatta değilken tedbîr edip düzenleyen bir Zât vardır.

İsteklerin çok. Korkuların da.
Hâlbuki Allah’ın kaderi;
Allah’ın ilmi, hikmeti, bilgisi ve takdîri ile ilerliyor.

Sen işini, bütün işlerin Müdebbiri olan Allah’a bırak. O senden yalnızca bunu istiyor.
«Kim Allah’a (dîn ve dünyâ işinde, güzeli vereceği kötüyü def edeceğine dâir) tevekkül ederse; artık O, ona yeter.» Talâk: 3

diraase

09 Jan, 20:49


Ebû Zerr radıyallâhu anh dedi ki:
Muhakkak ki Allah teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey Cebrâil! Mu’min kulumun kalbinden hissettiği o tatlılığı al.” Bunun üzerine o mu’min kul öyle bir hâle gelir ki hüzünden şaşkına döner ve daha önce kendisinde bulduğu o şeyi arar. Böylelikle onun başına daha önce benzeri gelmemiş bir musibet gelmiştir. O bu hâldeyken Allah teâlâ kendisine bakınca Cebrâil’e: “Ey Cebrâil! Kulumun kalbine aldığını geri koy. Şüphesiz ki ben onu imtihan ettim ve onu sâdık buldum. Onu tarafımdan daha da arttıracağım” buyurur.

Abdullah b. Mubârek, Kitâbu’z-Zuhd 1543

diraase

09 Jan, 12:41


“İşte îmân, bir kadının kalbine yerleştiği zaman, ondan asla mağlub olmayan bir kahraman meydana getirir! Îmânın bu gücü ne dehşet vericidir!”

diraase

09 Jan, 06:45


•| Sâliha Kadın

İbn Asâkir rahimehullah şöyle dedi: “Sâliha kadınlar gibi, erkeklerin erkekliğini nizâma sokmaya yardımcı olan başka bir şey yoktur.”
Bir imâmın, erkeğin erkekliği için kadını vesîle göstermesi şaşılası bir şeydir! Sen değerini ve sorumluluğunu bil diye, onlar üstün kılınanlar olmalarına rağmen, çok kez erkeğin bu husustaki kusurunu zikrettiklerini görürsün; sırf sen üzerine düşen görevin azametini idrâk et diye!

Ey İslâm’ın kendisine bu sorumluğu vererek değerini yücelttiği ve şerefini yükselttiği Müslüman kadın, seni böyle bir makâma çıkartan ve sana bu mesûliyeti lâyık gören Rabbine şükrün böyle mi olacak? Dînin güçlenmesi ve neslin ıslâh ve terbiyesinde azmin bu kadar mı olacak? Hâlbuki ben Kur’ân’ı, Sünnet’i ve bu ikisinin hikmetiyle şereflenen ilim ehlinin öğütlerinde, ancak senin kerâmet ve asâletle vasfedildiğini görüyorum. Âlimlerin ve şeyhlerin sözlerinde aranan ve beklenen hep sensin. Umut bağlanan sensin. Nidâları işit diye seslenilen sensin. Övülen yine sensin! SubhânAllah, ben sâliha mu’min kadınların övülüp, salâh ve ıslâha şevklendirildiği kadar mu’min erkeklerin övüldüğünü görmedim. İffetiyle övülen kadınlar gibi, iffetiyle övülen erkekler görmedim. Onlardan biri cihâd edip canını ortaya koyduğu hâlde, senin örtün, hicâbın ve hayâna yazılan methiyeler onlara yazılmamıştır. Seni diriltmek, seni korumak, sana senin değerini öğretmek ve seni uyandırmak için verilen bu mücâdeleyi ne zaman göreceksin? Ne zaman işiteceksin? Ne zaman fitneden ve fücûrdan vazgeçeceksin? Ne zaman sâliha olmanın şerefine şevk ve istekle yürüyeceksin? Ümmetine, hiçbir şey yapmadan, sadece iffetini kale gibi koruyarak yardım etmekten de âciz misin? Kalbini aç ve kalbinle bak. Bu Dîn senin salâhına, itaatine, iffetine, setrine, hayâna, terbiyene ve hikmetle yetiştirmene muhtaç.

#diraase #makale

diraase

08 Jan, 23:06


üç yıldır bu tilâveti yüzlerce kez dinlemiş olmama rağmen dinlediğim her defâsında sanki onu ilk kez dinlemiş gibi oluyorum, tesellisi eskimeyen tilâvetler vardır.

diraase

07 Jan, 17:24


Akıllı saadet içindeyken aklıyla sefâlet içinde yaşar da, câhil sefâlet içindeyken mutlu olur

Mutenebbî

diraase

06 Jan, 20:42


Elhamdulillah…
Gündüzünde bir hâlle şunu yazdım, akşamında bambaşka bir hâl üzere bana ‘elhamdulillah’ dedirtti. Elhamdulillah elhamdulillah..

“Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız, onları sayamazsınız. Gerçekten Allah, elbette çok bağışlayıcı, çok merhametli olandır.”
“Senden iyilikten/güzellikten önce, kötülüğü getirmeni istiyorlar… Gerçekten senin Rabbin, ‘zulümlerine rağmen’ insanlara karşı çok bağışlayıcıdır..”

İmâm Şâfiî’nin şiiri zihnimde dönüp duruyor:

ولرُبَّ نازلة يضيق بها الفتى
ذرعا وعند الله منها المخرج
ضاقت فلما استحكمت حلقاتها
فُرجت وكنتُ أظنها لا تُفرج

“Nice dertler vardır, genci sıktıkça sıkar
Hâlbuki onlardan çıkış yolu Allah katındadır
Daralıp sıkılır, güçlenir de halkalar
Açılmaz zannederken, bir anda açılırlar”

diraase

06 Jan, 17:36


Bir kadın ne olduğunu iddia ederse etsin veya kendisini nasıl gösterirse göstersin o, dili ve üslûbuyla, kim olduğunu gösterir.

Onun ‘ne’ konuştuğuna, ‘nasıl’ konuştuğuna ve ‘niçin’ konuştuğuna bakın, o size onun kim olduğunu ispat edecektir.

Dilini korumayan, dînini de koruyamaz.

«Kim bana dili ve iffetini koruma hususunda söz verir, ben de ona Cennet sözü vereyim.» Buhârî

diraase

06 Jan, 17:16


أوصى أحد السلف ابنه فقال:
يا بني كن لكتاب الله تاليًا، وللسلام فاشيًا، وبالمعروف آمرًا، وعن المنكر ناهيًا، ولمن قطعك واصلًا، ولمن سكت عنك مبتدئًا، ولمن سألك معطيًا، وإياك والنميمة؛ فإنها تزرع الشحناء في قلوب الرجال، وإياك والتعرض لعيوب الناس فمنزلة التعرض لعيوب الناس بمنزلة الهدف.

حلية الأولياء ١٩٥/٣


Seleften biri oğluna nasihat etti ve dedi ki:
Ey oğlum, Allah’ın Kitâbını okuyan, (insanlar arasında) selâmı yayan, marûfu emreden, münkerden alıkoyan, seninle bağını koparanla bağını koparmayan, seninle konuşmayanla konuşan ve senden isteyene hibe eden bir kimse ol. Sen sen ol, gıybetten kaçın. Zira o insanların kalplerine kin eker. Ve sakın insanların kusurlarına müdâhil olma. Çünkü insanların ayıplarına dahil olman, (sonucunda) hedefe senin konmandır.

Hılyetu’l-Evliyâ 3/195

diraase

06 Jan, 11:15


Duâlarının kabûlünü mü istiyorsun?

Dînin, dünyân ve âhiretin için sâlih olduğunu düşündüğün bütün duâlarının kabûlünü mü istiyorsun?

Ahlâkının ıslâhı, sâlih amellere muvaffak olmak, güzel bir ölüm, anne-babaya iyilik ve ihsânda insanların en hayrlısı olmak, başkalarıyla ilişkilerini düzeltmek, eşinle sorunlarından kurtulmak, sâlih bir çocuk, itâatkâr bir zürriyet, takvâ ehli dostlara sâhib olmak, fazîlet ehli sâlih bir eş ile rızıklandırılmak, helâl ve bereketli rızka muvaffak olmak, ilim, saadet, fitnelerden emânda olma, günahların terki, Cennet, Cehennem’den kurtuluş…

Geleceğinden endişe ediyor, dünyân ve âhiretin için ettiğin duâlarına gerçekten icâbet görmeyi istiyor musun?

Bunun çok basit bir yöntemi vardır ki, âbidler dışında insanların pek çoğu bundan gâfildir.

‘Takvâ’
Allah’a karşı takvâya sarılmak, sana her hayrın yolunu açacaktır. Bunu vaad eden Allah subhânehu ve teâlâ’dır: «Kim Allah’a karşı takvâ üzere olursa, Allah onun için bir çıkış yolu kılar.» Talâk: 2

Hattâ seni, -kalbindeki takvânın gücü nisbetinde- umduğundan da fazlasıyla müjdeleyecektir: «Ve onu, hiç beklemediği yerden rızıklandırır..» Talâk: 3

Allah kuluna olan ikrâmını, ‘takvâ’ ile irtibâtlı kılmıştır.

Takvâ: Allah’tan korktuğun için Allah’ın emrettiklerine sarılman, Allah’tan korktuğun için O’nun yasakladıklarını terk etmendir.

Buna muvaffak olduğun zaman, Allah’ın nimetleri daha sen istemeden sana gelir. Çünkü nefsini Allah’a teslîm eden, Allah’a teslîm olmuş demektir. Allah’a teslîm olanın bütün işlerini ise Allah teslîm alıp üstlenir.

«Kim Allah’a karşı takvâ üzere olursa, Allah onun için bir çıkış yolu kılar. • Ve onu, hiç beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse; O, ona yeter. Allah, emrini yerine getirendir. Allah, her şey için bir süre/bir ölçü koymuştur.» Talâk: 2-3

diraase

06 Jan, 11:13


Başıma bana sıkıntı veren bir iş geldi ve bu sıkıntı benden ayrılmayıp, devâmlı benimle olan derin bir hüzne sebebiyet verdi. Bu kederden kurtulmak için her yönü ve her türlü yolu düşünmekte artık mübalağa etmiştim. Ne var ki kurtuluş için bir kapı dahî göremedim. Derken aklıma şu âyet geldi: «Kim Allah’a karşı takvâ üzere olursa, Allah onun için bir çıkış yolu kılar.» [Talâk: 2] İşte o zaman takvânın her türlü hüzünden tek çıkış yolu olduğunu öğrendim. Bundan sonra takvâyı seçtiğimde, çıkış yolunu muhakkak buldum.

İbnu’l Cevzî | Saydu’l Hâtır

diraase

04 Jan, 06:07


“Vallahi! Hiç kimse Rabbi hakkında güzel zanda bulunup da sonra Allah’tan hüsrana uğramamıştır.
Kim O’na hakkıyla tevekkül etmişse, Allah ona muhakkak kâfi gelmiştir.”

diraase

03 Jan, 21:19


Hayât sana îmân ve emân ile lutfedilmişse, teferruatı Allah’a bırak. Îmân senin için en önemli şey ise ve sen onun uğrunda bir hayâtı en büyük hedefin bellemişsen, ve sen Allah’tan bir emniyet ve korunma içindeysen, seni hiçbir tehlike ve korku kaplamış değilse; arda kalan her şeyi Allah’a bırak.

Nimetlerin içinde bile nice nimetler gizli, biz ise o nimetleri, ‘belâlar içinde belâ’ görüyoruz. Bazen bir şey beni üzdüğü ve dertlendirdiğinde kendime diyorum ki, “Senin bir belâ gibi gördüğün bu şey, gerçekten belâ mı? Yoksa sen, aslında Allah’ın nimetini beğenmiyorsun da, onu nefsine belâ imiş gibi gösterip Rabbinin nimetine küfretme şeklini örtmeye mi çalışıyorsun?”

İçinde bulunduğun konumda ve sana şu anda yazılmış olan kaderde Allah’a koşmaya bak. Sadece Allah’a. Hayat sadece bununla yaşanılabiliyor. Gerisi, işte o bahsettiğim teferruat.

diraase

03 Jan, 16:21


Allah’ın zikrine devâmlı olan kimsenin kalbinde, Allah’a özlem (şevk) dirilir.

Allah’ı dil, azâ, kalp, zihinde zikretmenin nefsin O’nunla kavuşmaya özlemi artırmasına sebeb olduğu hakkında Zu’n-Nûn rahimahullah’ın şöyle dediği rivâyet edilir:

"من اشتغل قلبُه ولسانه بالذِّكر، قذف الله في قلبه نورَ الاشتياق إليه.."
[جامع العلوم والحكم لابن رجب]

“Kim kalbini ve dilini Allah’ın zikriyle meşgûl ederse, Allah da onun kalbine O’na özlem duyma hissini atar.”
[İbn Receb, Câmiu’l-Ulûm]

Cuneyd’in de aynı eserde şöyle söylediği zikredilir:

"كان يقال: من علامة المحبِّ للهِ دوامُ الذكر بالقلب واللسان، وقلَّما وَلعَ المرءُ بذكر الله إلا أفاد منه حبَّ الله. "

“Denilirdi ki: Kalp ve dil ile Allah’ı devamlı zikretmek, Allah’ı seven kimsenin alâmetidir. Kulun Allah’ın zikriyle yanıp tutuşup (O’nu zikretmeye düşkün, devâmlı olup) da, bunun kula, O’nun sevgisini kazandırmaması çok nadirdir.”

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: «Kim Allah’a kavuşmayı severse/isterse, Allah da onunla kavuşmayı sever/ister.»
Bu yüzden Allah Rasûlünün sallallahu aleyhi ve sellem duâlarından biri de şu idi: «Sen’den Sana kavuşmanın özlemini isterim, hiçbir zarar veren sıkıntıya ve saptırıcı fitneye uğramadığım hâlde..»

‏سبحان الله وبحمده عدد خلقه، ورضا نفسه، وزنة عرشه، ومداد كلماته..

diraase

03 Jan, 13:29


الصلاة على النبي صلى الله عليه وسلم سببٌ لإلقاء الله سبحانه الثناء الحسن للمصلي عليه بين أهل السماء والأرض؛ لأن المصلي طالب من الله أن يثني على رسوله ويكرمه ويشرفه، والجزاء من جنس العمل، فلا بد أن يحصل للمصلي نوع من ذلك.

ابن القيم | جلاء الأفهام


Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e salât okumak, Allah subhânehu ve teâlâ’nın, semâ ve yeryüzü ehli arasında salât okuyan o kimse için güzel bir övgü bırakmasına sebebtir. Çünkü Nebî’ye ﷺ salât okuyan kimse, Allah’tan, Rasûlünü övmesini, Ona ikrâmda bulunmasını, Onu yüceltmesini istemektedir. Karşılık ise amelin cinsindendir, dolayısıyla salât eden kimseye de bunun aynısının verilmiş olması gerekir.

İbnu’l Kayyim | Celâu’l Efhâm


اللهم صل وسلم على نبينا محمد، اللهم صل وسلم على نبينا محمد، اللهم صل وسلم على نبينا محمد..

diraase

03 Jan, 13:11


وفي هذا القلب أعرف موضعَ كل شيء إلا نفسي.

الرافعي

diraase

02 Jan, 23:16


من اعتاد الأغاني، ومحبتها، ثَقُل عليه سماع القُرآن، والتلذذ بالقُرآن.

ابن باز


Kim şarkılara alışır ve onları severse, Kur’ân’ı dinlemek ve Kur’ân’dan lezzet bulmak ona ağır gelir.

İbn Bâz

diraase

01 Jan, 18:46


#makale

Bu risâleyi, özelde Kur’ân hâfızı için kaleme almış olsam da, esâsında kendisini Kur’ân’a muhâtab gören, onun ehlinden olmayı arzu eden, onun hüdâsı, terbiye ve edebiyle süslenen her Müslüman için yazmış bulunuyorum. Allah subhânehu ve teâlâ bizleri Kur’ân Ehli kılsın..

diraase

01 Jan, 17:49


İmâm Şâfiî rahimehullah’ın duâlarından

من أدعية الإمام الشافعي رحمه الله:
‏"ومن دعائه:
‏اللهم يا لطيف أسألك اللُّطف فيما جرت به المقادير.
‏وهو مشهور بين العلماء بالإجابة، وأنه مجرّب".

‏وفيات الأعيان لابن خَلِّكان ١٦٥/٤


Onun bir duâsı da şu idi:
‏"اللَّهُمَّ يَا لَطِيفُ أَسْأَلُكَ اللُّطْفَ فِيمَا جَرَتْ بِهِ الْمَقَادِيرُ"
“Allah’ım, ey Latîf, kaderin getirdiği şeylerde Senden lütfunu istiyorum..”
Bu duâ, âlimler arasında kabul edilen bir duâ oluşuyla meşhûrdur ve (icâbeti) tecrübe edilmiştir.

İbn Hallikân | Vefeyâtu’l-'Ayân 4/165

diraase

01 Jan, 08:44


Hevâ ve sûi hâtime..

كم من عامل يعمل الخير؛ إذا بقي بينه وبين الجنة ذراع، وشارف ساحل النجاة؛ ضربه موج الهوى؛ فغرق!

ابن رجب | مجموع رسائله ٣٤٠/١


Nice hayrlı amel işleyen kimse vardır ki, kendisiyle cennet arasında yalnızca bir pazı mesâfesi kalmış, artık kurtuluş sâhilini görüp ona yaklaşmıştır da; hevâ dalgası ona çarpmış, böylece o da boğulup gitmiştir.

İbn Receb | el-Mecmû' 1/340



الدنيا فخُ، والجاهلُ بأول نظرةٍ يقعُ، فأما العاقل المتَّقي؛ فهو يصابر المجاعة، ويدور حولَ الحب، والسلامة بعيدةً؛ فكم من صابر اجتهد سنينَ ثم في آخرِ الأمرِ وقع!
فالحذر الحذر؛ فقد رأينا مَن كانَ على سَنَن الصَّواب، ثم زَلَّ على شفير القبر.

ابن الجوزي | صيد الخاطر ٣٢٨/١


Dünya bir tuzaktır, câhil ise ona ilk görüşte düşer. Akıllı ve takvâ sâhibi olana gelince; o sıkıntısına sabırla katlanır. Sevdiğinin etrafında döner, hâlbuki esenlik ona çok uzaktadır. Nice sabırlı kimse vardır yıllarca sabretmiştir de, işin sonunda tuzağa kapılmıştır.
Sen dikkatli ol ve sakın. Doğrusu biz doğruluk yolunda yürüyen, sonra kabrin eşiğinde tökezleyip yoldan çıkanı gördük.

İbnu’l Cevzî | Saydu’l Hâtır 1/328

diraase

01 Jan, 08:00


Receb ayının fazîleti hakkında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen hiçbir sahîh hadîs yoktur.

• İbn Useymîn dedi ki:
“Receb ayının fazîleti hakkında hiçbir sahîh hadîs gelmemiştir. Sadece haram aylardan olması dışında Receb ayını, kendisinden önceki ay olan Cemâziye'l-Âhire’den ayıran hiçbir özellik ve ayrıcalık da yoktur. Dolayısıyla Receb ayında meşrû bir oruç veya meşrû bir namaz veya meşrû bir umre veyahut da başka bir şey yoktur. Receb ayı, diğer aylar gibidir.”

• İbnu’l Kayyim dedi ki:
“Receb ayında oruç tutma ve bazı gecelerini ibâdetle geçirme konusunda zikredilen bütün hadisler, yalan ve iftirâdır.”

• İbni Hacer dedi ki:
“Receb ayının, bu ayın tamamını veya bir kısmını oruçla geçirmenin ve bu aya âit bir geceyi ibâdetle geçirmenin fazîleti hakkında delil sayılabilecek hiçbir sahîh hadîs gelmemiştir.”


Deriz ki:
Receb ayını özel kılan yalnızca onun harâm aylardan biri oluşudur. Bu sebeble bu ayda günah işlememeye ve sâlih amelleri arttırmaya daha ihtimâm gösterilmesi gerekir.

Zira Allah subhânehu ve teâlâ ayların sayısının 12 olduğunu ve bunlardan 4’ünün (Zu’l Ka'de, Zu’l Hicce, Muharrem, Receb) harâm ay olduğunu zikretmiş sonra şöyle buyurmuştur:

‏﴿فَلاَ تَظْلِمُواْ فِيهِنَّ أَنفُسَكُمْ‏﴾ التوبة: ٣٦

«Sakın onlarda nefislerinize zulmetmeyin..» Tevbe: 36

İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ bu âyetin tefsîrinde demiştir ki:
“Yani bu harâm ayların hiçbirinde nefislerinize zulmetmeyin. Allah Teâlâ dört ayı ayrı tutmuş, bu ayları harâm kılmış, harâmlıklarını yüceltmiş, bu aylarda işlenen günahı ve salih ameli ve ecri de daha büyük kılmıştır.”

diraase

31 Dec, 13:42


لبيك إن العيش عيش الآخرة.

diraase

31 Dec, 08:58


Birini yeni yıl girmesi sebebiyle tebrik etmenin, “mutlu yıllar, yeni yılın kutlu olsun, nice güzel yıllara vb.” tebriklerde bulunmanın hükmü nedir?

• İmâm İbnu’l Kayyim:
“Onlara mahsus olan küfür ayinlerini tebrik etmek, örneğin onları bayramlarında tebrik etmek ve “Mutlu bayramlar [örn. mutlu yıllar]” veya ”Bayramınızı tebrik ederim [örn. yeni yılın kutlu olsun]” gibi sözler söylemek, ittifâkla harâmdır. Bu gibi şeyler söyleyen kişi küfre düşmekten kurtulmuş olsa bile, harâm bir şey yapmıştır ve onun bu fiili haç’a secde ettiği için (kâfiri) tebrik etmesiyle aynı konumdadır. Fakat kalbinde Dîninin hiçbir değeri olmayan pek çok kişi buna düşüyor ve yaptığının ne kadar çirkin bir şey olduğunu bilmiyor.”

• Şeyh İbn Useymîn:
“Harâmdır. Çünkü küfür olan bayramlarda birilerini tebrik etmek, bu bayramlara râzı olmaktır. Küfre râzı olmak ise, küfürdür.”

• İmâm İbn Teymiyye:
“Onlara bayramlarında katılmak ile diğer davranışlarında (ibâdet, muâmelat vs.) katılmak arasında hiçbir fark yoktur. Zira onların (küfr) bayramında onlara muvâfakat etmek, küfre muvâfakat etmek/rızâ göstermektir.”

diraase

30 Dec, 10:34


اذكروا اسم عدوكم، فإن نسيانه جريمة.
واعرفوا عمل عدوكم فإن جهله هو الذل.
ولا تنسوا، فإن النسيان هو الهلاك.

محمود محمد شاكر | جمهرة مقالاته


Düşmanınızın adını hatırlayın, çünkü onu unutmak suçtur.
Düşmanınızın yaptıklarını öğrenin, çünkü onun yaptıklarından câhil kalmak alçaklıktır.
Sakın unutmayın, çünkü unutmak, telef olmaktır.

Mahmûd Muhammed Şâkir

diraase

30 Dec, 09:18


İslâm seni dertlendiriyorsa, duânda zâlimleri unutma. Zâlimin helâk ve hüsrânı için duâ etmek, nebîlerin hasletiydi.

«Mûsâ dedi ki: Rabb’imiz! Doğrusu Sen Firavun ve adamlarına zînetler ve dünyâ hayâtında mallar verdin. Rabbimiz! Onlar (bununla) senin yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimiz! Onların mallarını yok et, kalplerini iyice sık. Öyle ki acı azâbı görene dek îmân etmesinler!»

Ardından Allah subhânehu ve teâlâ ise müjdeleyerek şöyle buyurdu:
«And olsun ki, sizin duânıza icâbet edildi.»

diraase

30 Dec, 09:18


Her gün yahudi, râfızî ve onların avânelerinin helâkı ve azâbı için duâ etmeyi vird edinmiyorsak, eksiğimiz ve kusurumuz çok büyük demektir.

Mu’min, Allah’ın yeryüzünde Allah’a âsîlik eden ve mu’minlerin canlarını helâl sayanların yaşamasına sabırlı olamaz.

diraase

30 Dec, 09:17


Rabbimiz, mücrim Esed ve zâlim Netenyahu tağutlarını îmân ehlinin sadrına şifâ veren, kudret sâhibinin intikâmı ve Azîz ve Muktedir’in yakalamasıyla yakala. Rabbimiz onları ve ordularını âlemlere ibret olacak azâbınla cezâlandır, onların âkıbetini mu’minlerin Sana îmânını artıran elîm bir âkıbet kıl.

diraase

29 Dec, 21:07


Şimdi kendini harâb olmuş bir çadırda yaşıyor hayâl et. Yağmur suyunun içeri sızıp yatağı su kapladığını, soğuk rüzgârın esip çadırın duvarlarını parçaladığını, çocuklarının ise etrafında sana yapıştığını, açlık ve soğuğun şiddetinden titrediklerini ve bu yüzden uyuyamadıklarını hayâl et. Sen ise onların önünde âcizsin, bu belâyı onlardan kaldıramıyorsun!

Tüm bu çaresizlik ve zayıflık önünde kendini nasıl hissedersin?
Vallahi, her yandan belâ bizi kuşatmışken şu anda Gazze’de hissettiğimiz bu. Bizi duânızda unutmayın, Allah bizim sıkıntımızı gidersin, bize acıyıp lütufta bulunsun ve zayıflığımıza merhamet etsin..

Gazzeli Şeyh Cihâd Hillis

diraase

29 Dec, 16:38


ومن مفاخر المنصور بن أبي عامر: أنه قدم من غزوة، فتعرضت له امرأة عند القصر،
فقالت: يا منصور! يفرح الناس وأبكي؟!
إن ابني أسير في بلاد الروم.
فثنى عنانه وأمر الناس بغزو الجهة التي فيها ابنها.

سير أعلام النبلاء ١٢٥/١٧


el-Mansûr b. Ebî Âmir’in tarihteki izzet sahnelerinden biri de şudur: Mansûr bir gazveden (fetihle sonuçlanan savaştan) evine dönmüştü ki sarayın yanında bir kadın ona karşı gelerek şöyle dedi: “Ey Mansûr! İnsanlar seviniyor ama ben ağlıyorum?! Benim oğlum Rûm topraklarında esir.”
Bunun üzerine Mansûr atının dizginlerini yeniden aldı ve halka kadının oğlunun bulunduğu bölgeye saldırılması emrini verdi.

Siyeru Alâmi’n-Nubelâ 17/125

diraase

29 Dec, 13:30


«Ey Nûh… Hakkında ilminin olmadığı şeyi Benden isteme. Ben, sana câhillerden olmamanı öğütlerim.» • «Nûh dedi ki: “Rabbim! Gerçekten ben Senden, hakkında ilmim olmayan şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, gerçekten ben hüsrâna uğrayanlardan olurum”.»

Hûd: 46-47

diraase

29 Dec, 13:29


Senin için hayırlı olduğunu düşündüğün, onu istediğin ve onu arzu ettiğin bir şey için belki ısrarla duâ edersin. Ama Allah, sana olan rahmetinden dolayı onu sana vermez.
Çünkü O subhânehu ve teâlâ, senin bundan mahrum olmanın dînin, dünyan ve işlerinin âkıbeti için daha hayırlı olduğunu bilir.

Pek çok insan yakînen görmüş ve şâhid olmuştur ki, Allah’ın rahmeti ve hikmetinden kullarına gizli kalan şeyler daha fazladır.

O hâlde sen, sana annenden daha merhametli olan Rabbine hüsnü zann üzere ol ve işini O’na bırak.

Ve Allah azze ve celle’nin şu kavlini bütün kalbinle hisset: «Muhakkak ki Senin Rabbin, (her şeyi hikmetiyle düzenleyen) Hakîm’dir, (her şeyi en iyi bilen) Alîm’dir» , «Allah bilir, siz bilmezsiniz».

Şeyh Abdurrahmân b. Sâlih

diraase

28 Dec, 13:48


Kur’ân’da «kullun yecrî ilâ ecelin musemmâ» ne zaman ve «kullun yecrî li-ecelin musemmâ» ne zamandır?

• وردت كلمة (إلى أجل) في سورة لقمان فقط: ﴿كُلٌّ يَجري إِلى أَجَلٍ مُسَمًّى﴾ لقمان: ٢٩
• وبقية المواضع (لأجل): ﴿كُلٌّ يَجري لِأَجَلٍ مُسَمًّى﴾ الرعد: ٢، فاطر: ١٣، الزمر: ٥

• Yalnızca Lokmân sûresinde «ilâ ecelin» şekliyle gelmiştir: "كُلٌّ يَجري إِلى أَجَلٍ مُسَمًّى"
• Bunun dışındaki yerlerde (Ra'd, Fâtır, Zumer) «li-ecelin»’dir: "كُلٌّ يَجري لِأَجَلٍ مُسَمًّى"

#kaide

diraase

28 Dec, 13:33


Şu dört nebî dışında, bütün nebîlerin (peygamberlerin) isimleri acemdir/arapça değildir. İsimleri Arapça olan bu dört nebî: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, Sâlih, Şuayb ve Hûd’dur. Allah’ın salât ve selâmı bütün hepsinin üzerine olsun.

[İbn Hişâm, Şerhu Katri’n-Nedâ 1/313]

#faide

diraase

28 Dec, 13:14


ينبغي لك إذا رأيت من أخيك شيئاً يسُرُّه، كأن يكون خبرًا سارًا أو رؤيا سارة أو ما أشبه ذلك، أن تبشِّره بذلك، لأنك تُدخلُ السرور عليه.

‏ ابن عثيمين | شرح رياض الصالحين ١٥٢/١


Kardeşinden, onun hakkında güzel bir haber duyduğun ya da hoşuna giden bir rüyâ gördüğünde, veya mutluluk verecek bir şey olduğunda; ona bunu bildir, onu müjdele. Çünkü sen bununla onu sevindirmiş olursun.

İbn Useymîn | Şerhu Riyâdi’s-Sâlihîn 1/152

diraase

28 Dec, 13:09


من أراد النظر إلى وجه خالقه؛ فليعمل عملاً صالحًا ولا يخبر به أحدًا.

ابن المبارك | شرح أصول اعتقاد أهل السنة ٥٦٥/٣


Kim Yaradanının vechine bakmayı arzu ediyorsa, sâlih amel işlesin, ve onu hiç kimseye bildirmesin.

İbnu’l Mubârek | Şerh Usûl ‘İtikâd Ehli’s-Sunne 3/565

diraase

28 Dec, 13:09


وإذا كان الإنسان تسوؤه سيئته، ويعمل لأجلها عملاً صالحًا كان ذلك دليلاً على إيمانه.

ابن رجب الحنبلي | فتح الباري ٢٠٣/٤


Kişinin yaptığı kötülükten dolayı üzülmesi ve o kötülüğün yerine sâlih amel işlemesi, onun îmânının delîlidir.

İbn Receb el-Hanbelî | Fethu’l Bârî 4/203

diraase

27 Dec, 22:13


«Ve onlar dünyâ hayâtıyla mutlu oldular. Hâlbuki âhiretin yanında dünyâ hayâtı, geçici bir metâdan başkası değildir.»

Ra'd: 26

diraase

27 Dec, 16:37


الناس في سجن ما لم يتمازحوا.

‏ الخليل بن أحمد الفراهيدي | الآداب الشرعية لابن مفلح الحنبلي ٢٢٢/٢


İnsanlar birbirleriyle şakalaşmadıkları sürece zindandadırlar.

el-Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî | İbn Muflih el-Hanbelî, el-Âdâbu’ş-Şer'iyye 2/222

diraase

27 Dec, 09:34


اللهم صلِّ على مُحمد وعلى آلِ محمد كما صلَّيتَ على إبراهيمَ وعلى آل إبراهيم إنَّكَ حَميدٌ مَجيد، اللهم بارِكْ على مُحمدٍ وعلى آلِ محمد كما بارَكتَ على إبراهيمَ وعلى آلِ إبراهيمَ إنَّكَ حَميدٌ مجيد.

diraase

27 Dec, 09:33


“Bu dünyadaki en büyük talep: Allah’ın senin sıkıntını/hüznünü gidermesi, âhiretteki en büyük talep ise: Allah’ın senin günahını bağışlamasıdır.

İşte bu ikisi, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e çokça salât etmekle garanti ve güvenceye alınır; «Eğer (duânın tamamında bana salât-selâm okursan), işte o vakit bütün dertlerin/sıkıntıların giderilir ve günahların da bağışlanır.»

İbnu’l Kayyim, Celâu’l-Afhâm’da dedi ki:
“Çünkü kim Nebî’ye ﷺ bir kez salât ederse, bire karşılık Allah da ona on salât eder. Allah da kime salât ederse, onun derdine kâfi gelir ve günahlarını bağışlar.”

diraase

25 Dec, 18:17


كثيرا ما كان يردد الشيخ الفقيه محمد بن محمد المختار الشنقيطي حفظه الله هذه الأبيات في دروسه:

‏قد آلم القلب أني جاهل ما لي *** عند الإله أَراضٍ هو أم قالي
‏وأن ذلك مخبوءٌ لديه إلى *** يوم اللقاء ومقفول بأقفالِ. اهـ

‏ولو أن العبد يعرف هذا الأمر العظيم لارتاح ولطابت نفسه، لكن غُيب عنه ذلك إلى يوم يلقاه.

ولأنه لو علِم العبد أنّ الله راض عنه؛ فلربما أصابه الغرور، واتكل على ذلك الرضى، فهلك..
ولو علِم أنّ الله ساخط عليه؛ فلربما أصابه اليأس، وأوقف العمل، فهلك..

‏ولكن المؤمن يكون بين الخوف والرجاء..


Muhammed b. Muhammed el-Muhtâr eş-Şenkîtî -حفظه الله- derslerinde sıkça şu beyitleri tekrarlardı:

Kalbimi kavurur Allah katında ne olduğumu bilmemem
Râzı mı? Yoksa nefret mi ediyor benden..
İşte bu(nun bilgisi) yalnız O’nun katında gizlidir
Tâ ki O’na kavuşana dek kilitlerle kilitlidir


Kul bu büyük meseleyi bilseydi, içi rahata erer, rûhu huzura kavuşurdu. Fakat O’nunla karşılaşacağı güne kadar bu kendisinden gizlenmiştir.

Ve çünkü eğer kul Allah’ın kendisinden râzı olduğunu bilseydi, belki de kibre kapılır, bu rızâya güvenir, böylece helâk olurdu.
Yahut da eğer Allah’ın kendisine buğzettiğini bilse, ümitsizliğe kapılır, amel işlemeyi bırakır ve böylece helâk olurdu.

Fakat Mu’min, korku (havf) ile ümit (recâ) arasındadır.

diraase

25 Dec, 13:45


“Şeyh Hubeyb Sudani kitabında Küresel Cihad fikrinin bitirilip mücadelenin bölge ile sınırlı kalmasının tehlikesi ile alakalı şu ifadelere yer vermişti.“

diraase

25 Dec, 13:03


Büyük meselelerde avâmın ilk ihtiyaç duyduğu şey âlimlerin görüşleri ve analizleridir. Bu ciddi manâda bir ‘muhtaçlık’tır. Zira doğrunun takip edilmesi, yanlıştan yüz çevrilmesi, hakk ve adâlet kâidesinin ve velâ-berâ akîdesinin tezâhürü ancak meselede âlimin aydınlatıcı delâleti ve yol göstericiliği ile mümkün olur.

Suriye meselesi hakkında da Müslümanlar şu anda kendi görüşleri yanında âlimlerin ve hocaların beyânlarını birbirleriyle -tabiri doğruysa- cenk ettiriyor. Ki ortaya net bir sonuç çıksın.

En doğrusunu Allah bilir, fakat nasıl ki sonrasına tamamen olumsuz/kusurlu bakan ve zaferi küçümseyen fikir hatalıysa; hâlihazırda izlenen siyâsetin şer'î siyâset açısından değerlendirmesini ‘tamamen’ kenara bırakıp, çok ümitvar ve olumlu yaklaşmak, -özellikle riyâsete dâir- kusurlara güzelleme yapmak, buz dağının sadece buzuyla ilgilenip suya karışıp eriyen kısmını hiç mevzubahis etmemek de hatalıdır.

Şerîatte usulsüzlük, dengesizlik yahut hakların çiğnenmesi yoktur. Şerîat her şeye zaten hakkını vermektedir. Dolayısıyla geçici bir dönemi bahane ederek ‘geçici’ ya da ‘kısmî’ bir şerîat uygulamak esasında Muhammedî menhec değildir, Dînimizde tesîs ve tahkîm meseleleri de gizli değildir. Bununla birlikte hâlâ tam belli olmayan bu vaziyete, her iki durumu da değerlendiren âlim ve hocaların görüşlerini birbirimizle kavga meselesi yapmak yerine, dengeyi kurmak ve kusurları meydana koymak, ve bununla hem itidâli ama hem de uyanık olmayı sağlamak mantığıyla bakabiliriz.

Tevhîd net adımlara ihtiyaç duyar. Net adım derken kırıp dökmekten de bahsetmiyoruz. Bu bir duruş meselesidir. “Müslüman, elinden ve dilinden emin olunandır” hadîsini buna örnek olarak verebiliriz. Yani müslüman, müslümanlara eliyle (fiiliyle) ve diliyle (sözüyle) emân verendir. Hâli böyle olan müslümandır, anlamındadır bu hadis. Yoksa müslüman bildiğin herkesin, elinden ve dilinden emin ol anlamında değil.

Bizler Müslümanlar olarak önümüzdeki her ihtimali değerlendirmede Kur’ân ve Sünnet’in ışığına sığınmalıyız; bu da, şahısları tanımak için, onların Kur’ân ve Sünnet çemberinin neresinde olduğuna ve o şahsın da bu çemberin neresiyle ilgilendiğine ciddiyetle bakmayı gerekli kılıyor. Yıllardır hilesi düzeni oyunu eskimeyen bir siyasî tropikaya sahip müslümanlar olarak, endişeleniyorsak, bırakın da endişelenelim. Zaferden sonra bu endişe, zafere zarar vermez, bilakis korur. Fakat ‘hiç’ endişe etmemek, bir noktada zafer sâhiplerini kör edebilir, Allah muhafaza etsin.

Bu mesele ne Suriye’nin ne htş’nin ne filân şahsın meselesi. Bu mesele bizâtihi ümmetin meselesidir. Kimse ümmeti için şerr dilemiyor. Şerîat-ı Garrâ’nın izzeti-üstünlüğü için duâ etmek ise her Müslümanın üzerine vâcibtir.

diraase

24 Dec, 20:40


Kadınlardan uzak durmak, şerefli kimsenin, erkekliği ve dîninin selâmette olmasıdır. Kadın fitnesi ve bunun erkek üzerindeki etkisinin şiddeti hakkında şerîatte neredeyse sayılamayacak kadar çok sakındırıcı ikâz vardır. Kim bu fitneye düşerse, bu onun ya Rahmân’ın şerîatini bilmediğinden yahut da şeytanın emirlerine boyun eğişindendir. Hâl böyleyken iffetiyle, hayâsıyla ve vakârıyla toplumun korunmasına yardım eden kadından Allah hoşnut olsun. O Mu’min kadın ki, fitneye düşmekten ve başkasını fitneye düşürmekten ittikâ eder. Bir fitneye meyletmekten, ve kendisi yüzünden bir fitneye düşülmesinden gerçekten korku duyar. O Mu’min kadın, Allah’ın huzuruna O’nun katında utanç duyacağı ve kendisini rezîl edecek şeylerle çıkmaktan hayâ eder.

Kadın için de bunun aynısı geçerlidir; erkeklerden uzak durmak, kadının, iffeti ve dîninin selâmette olmasıdır; bu ise hem nefislerin arılık ve selâmeti açısından böyledir, hem de Allah’ın koyduğu kanun gereği (kul bu kanûna boyun eğdiği için) böyledir. Kadın, velev ki aslen iffetini koruyan bir kadın olsun, duygusallığı ve etkilenmesindeki zayıflığı dolayısıyla kolay inanan ve kanabilen bir varlıktır. Bu yüzden Mu’min kadın gerçekte olsun sosyal medyada olsun, olabildiği kadar erkeklerden uzak durmalıdır. Hâl böyleyken şerefini, mürüvvetini ve mu’min kadınların itibârını koruyan erkekten Allah hoşnut olsun.

Aklı başında müslüman bir adamın ve aklı başında müslüman bir kadının, iki cins arasındaki velev ki çok basit bir yakınlığı dahi hafife alması makul olmaz. Böyleyse ya onlar âkil değildir, ya da Allah’ın şerîatine tam teslim olmuş değillerdir, zira şerîat her hususta en ince ayrıntısıyla her şeyin hudûdunu, mu’minlerin maslahat ve kurtuluşu için belirlemiştir; ve bu husus da şerîatin hudûd koyduğu maruf bir meseledir. Bu ancak hevânın çaldığı bir kapıdır. Hevânın kapısında şeytanın hizmetçisinden başka kim vardır?

Sonra şu muhakkaktır ki, birinin diğerine karşı hudûdu aştığı her erkek ve kadın, esâsında kaçınılmaz olarak bir diğerinin nazarında kendi itibârını düşürmüştür. Fakat bunu görmek istemeyen nefisler -hatasını bilse dahi- bunu umursamaz, çünkü nefsi hevâsına tâbi olmakla tatmin olmaktadır. Fakat Mu’minler indinde bu durum çirkin bulunurken, bütün yaratılanların Rabbi ve onları imtihân eden ve sonra da zerre miktar ağırlığındaki en küçük amellerinden bile onları sorguya çekecek olan Allah subhânehu ve teâlâ indinde bunun çirkinliği nasıl olur?

Müslüman erkek ve kadınların, gerçekte yahut sosyal medyada, karşı cinse karşı duruşlarına vakar ve ciddiyet giydirmeleri islâmî bir gerekliliktir. Arada basit görülen kısa lâf atışmalarını, gülüşmeleri, yorumlaşmaları, özel konuşmaları, yazışmaları, îmâları bundan daha gerisi ya da daha ilerisinde nefsi oyalayıcı her ne yapılıyorsa bunlardan sakınmanın şerîatin emri ve adâbı olduğunu unutmak, hevâyı şeytana teslim etmekten başkası değildir. Kalbin şehveti Allah’a gizli değildir. Kul, kendisini kandırabilir, fakat ğaybı ve göğüslerde gizleneni bilen Allah’ı, kandıramaz.

Bunları konuşmaktan kaçınmak, bu hususta nasihat ve vaaz etmede ihmâlkâr davranmak, bugün Müslümanları bu hâle getirmiştir. Her konuda herkese ders verirken, Kur’ân’ın ısrarla üzerinde durduğu bu konuda müslümanları nasihatleşmekten alıkoyan nedir? Allahu Musteân..

diraase

24 Dec, 18:16


@rahiluun

diraase

24 Dec, 07:48


إذا أخطأت لا تبرر لنفسك، بل تواضع واستغفر فهو أطهر لقلبك وأرضى لربك، ومن تقريرات أبي العباس ابن تيمية قوله:
"الاعتذار عن النفس بالباطل والجدال عنها لا يجوز، بل إن أذنب سرًّا بينه وبين الله؛ اعترف لربه بذنبه، وخضع له بقلبه، وسأله مغفرته."
[مجموع الفتاوى ٤٤٧/١٤]


Hata yaptığın (günaha düştüğün) zaman, nefsini temize çıkarma. Bilakis tevâzu edip gururunu kır ve istiğfâr ederek bağışlanma dile. Zira bu, kalbin için en temiz olan ve Rabbinin de en râzı olacağı tutumdur. İbn Teymiyye dedi ki:
“Nefsi adına bâtıl özür/mazeretler sunmak ve nefsi müdafaa etmeye çalışmak, câiz değildir. Aksine, kendisi ile Allah arasında gizlice bir günah işlediğinde; günahını Rabbine itiraf eder, kalbiyle O’na boyun eğer ve O’ndan kendisini bağışlamasını ister.”
[Mecmûu’l-Fetâvâ 14/447]

diraase

24 Dec, 07:46


يؤدب الله عبده المؤمن الذي يحبه وهو كريم عنده بأدنى زلة أو هفوة، فلا يزال مستيقظًا حذرًا.

وأما من سقط من عينه وهان عليه فإنه يخلي بينه وبين معاصيه، وكلما أحدث ذنبا أحدث له نعمة، والمغرور يظن أن ذلك من كرامته عليه ولا يعلم أن ذلك عين الإهانة، وأنه يريد به العذاب الشديد، والعقوبة التي لا عاقبة معها.

ابن القيم | زاد المعاد ٥٠٦/٣


Allah sevdiği ve katında değerli kıldığı Mu’min kulunu, en ufak bir zelle veya kaymayla terbiye eder; öyle ki kulu (günaha düşmemek hususunda) her an uyanık ve tedbirli bir hâlde olur.

O’nun gözünden düşüp O’nun indinde rezil olana gelince, Allah onu günahlarla baş başa bırakır ve o her günah işlediğinde, Allah da ona bir nimet verir. Aldanmış kimse bunun Allah’ın kendisine bir ikrâmı olduğunu zanneder. Hâlbuki bilmez ki bu apaçık aşağılanmadır ve Allah bununla onun için şedîd bir azâbı ve sonu olmayan bir cezâyı istemektedir.

İbnu’l Kayyim | Zâdu’l-Meâd 3/506

diraase

22 Dec, 14:51


Şu metni yaymak hususunda Dînimize ve ümmete yardımcı olalım inşaallah. Kaynak belirtmenizi talep etmiyorum.

diraase

22 Dec, 14:39


Kulun Rabbi’ne karşı uzaklığı, ibâdete karşı isteksizliğinin temel sebebi;
Azâları günahlara teslim etmek.. Bu asırda bundan en büyük kaybı belki de göz kazanmakta..

Çok önemli bu hakîkati öyle ihmâl ediyoruz ki, bunun Allah ile aramızdaki uzaklığın iyileşmeme sebebi olduğunu artık görmüyoruz, zira içine gömüldüğümüz çirkinliğin şuurunda değiliz.

Azâların sosyal medyada -kastetmeden ve istemeden de olsa- düştüğü günahların, nefisleri kirletmediğini mi düşünüyoruz? Gözünü ne kadar koruyabiliyorsun? Elini, kalbini ne kadar muhafaza edebiliyorsun karşılaştığın harâma karşı? “Gözlerini (harâmdan) indirsinler” rabbânî emrine ittibâmız nasıl?

Bugün maalesef ki bu husus çok basitleşmiş, korkunç boyutta hafife indirgenmiştir. Hâlbuki bu harâmlara düşmek yahut da şâhidlik etmek, kaçınılmaz olarak nefislerin kirlenmesi demektir. Kirli bir nefis ise, kendisi de temiz olmadan güzel olanı hak etmez. Nûr sûresi 26. âyetin işâret ettiği umûmî tefsîr, bu manaya dayanır. Kur’ân temizdir, namaz temizdir, Allah’ı zikir temizdir, güzel ahlâk temizdir. Bunlara erişmek için kirlilikten arınmak gerekir. Allah’a yakınlaşmak için, Kur’ân’dan faydalanabilmek için, ilimle amel etmeye muvaffak olmak için, sâlih amellerden lezzet almak için; nefislerin ıslâhı ve günahlardan arındırılması gerekir.

Sosyal medyaya harcanan saatler bize Allah katında ne kazandırıyor, meselâ bunu oturup düşündüğümüzde ne ile karşılaşacağız? Ya bu saatlerle, harcanan bu ömürle Allah katında karşılaştığımız zaman? O vakit iş işten geçmiş olacak.


Burada erkek-kadın bütün müslümanlara -ve evvelâ nefsime- bir hatırlatma yapmak istiyorum:

• Açık olsun yahut başında örtüsü olsun, müteberric bir kadını paylaşmayı ve bunun yayılmasına sebeb olmayı basit görmeyin. Sizin vesilenizle yayılan bu görsele bakan gözler adedince size günah yazılacağını unutmayın.

• Müstehcenlik içeren bir fotoğrafı, video kaydını, ve hatta YAZI’yı bile yaymanın, insanları buna maruz bırakmış olmanın günah olduğunu unutmayın.

• Allah subhânehu ve teâlâ ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e açıkça sebb ve sövgü bulunan paylaşımlarla etkileşimde bulunmayın, bunları paylaşmayın, insanlar arasında yaymayın.

• Müzik-şarkı içeren video ve sesleri yayınlamayın, alıntılamayın. Kendi günahınızla birlikte her işitenin günahını da sırtınıza yüklemeyin.

• Allah’ın örtmeyi ve gizlemeyi emrettiği şeyleri -bu her ne olursa olsun-, sizler kendi kulluğunuzun sorumluluğunu bilerek açığa vurmayın, ortaya çıkarmayın. Allah’ın örtülmesini emrettiği şeyleri açanları gördüğünüzde ise bunları siz örtün, reklamını yaparak yaymayın, yayınlamayın.

Bu ve benzeri şeylerden; harâm, gayr-i islâmî ve gayr-i ahlâki olan her duruma karşı temkinli bir müslüman olmaya, Allah’ın harâmlarını tazîm edip, ettirmeye ve bu fesâd ve bâtılın toplumlar içinde sirkülasyonuna yardımcı olmamaya azmetmemiz gerekmektedir.

Çünkü biz, Müslümanız. İslâm’ına râzı olduğumuz Rabbimiz ne(y)den râzı olursa, biz de itaatkâr olarak ondan râzı oluruz. O neye buğz etmiş, ne(y)den nefret etmişse, biz de o şeye buğzeder ve ondan nefret ederiz.

diraase

22 Dec, 14:36


Kur’ân’dan faydalanamamanın sebeblerinden..

Ferîd el-Ensârî rahimahullah, Kur’ânla olan mîsâkını (yani Kur’ân’ı okumayı, onu tedebbur ve tedârus etmeyi) terk eden kimsenin, şununla ahdini bozmadan ve ondan tam/nasûh bir tevbe etmeden, Allah’a seyrinin istikâmet üzere olamayacağını söylüyor:

“Zinâyı, ona giden yolları, zinâya sebebiyet verecek şeyleri, kendisinde zinânın baş gösterdiği müstehcenliği, çıplaklığı ve giyimde, sözde ve ahlâkta fuhşiyatı terk etmek husûsunda, Allah azze ve celle ile ahitleşmesi gerekir. Aynı şekilde gözü indirmek ve harâma bakmayı terk etmek için nefsiyle mücâdele etmek zorundadır. Çünkü harâm bakış; basîreti (hikmet ve firâseti) öldürür, hayâyı (utanma duygusunu) giderir, kalpteki takvâ nûrunu söndürür, nefsin verâsını yerin dibine geçirir ve sonra sâhibinin yüzünü çirkin bir hâle çevirir.

Kim bunları ve bunlara sebebiyet verecek olan şeyleri terk etmezse, onun Mevlâ’sına gittiği yol istikâmet üzere olmayacaktır. Allah’a seyri dosdoğru yol üzere olmayacaktır.
Onun evvelâ şeytâna ibâdetten özgürleşmesi gerekir! Tâ ki Allah’a ‘hakkıyla’ kul olsun..”

Mecâlisu’l Kur’ân, Ferîd el-Ensârî

diraase

21 Dec, 22:56


Nahl sûresinin sonunu her okuduğum ve işittiğimde Herim b. Hayyân’ın vasiyyeti aklıma gelir.

Ölmek üzereyken kendisine "Bize vasiyet et" denildiğinde, dedi ki:

"أوصيكم بآيات الله، وآخر سورة النحل (ادع إلى سبيل ربك) إلى آخرها."

“Size Allah’ın âyetlerini ve Nahl sûresinin sonunu «Rabbinin yoluna davet et..» âyetinden, sonuna kadar vasiyet ediyorum.”



«Rabbinin yoluna ‘hikmetle’ ve ‘güzel öğütle’ davet et. Ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Gerçekten senin Rabbin, O’nun yolundan sapanları en iyi bilendir; ve O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.

Eğer (intikâm almak için) cezâ ile karşılık verecek olursanız, ancak size yapılan cezânın misli ile cezâlandırın. Ama eğer sabrederseniz, andolsun ki bu, sabredenler için elbette daha hayırlıdır.

Sabret. Senin sabrın ise, ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan yana hüzünlenme. Ve tuzak kurmalarından dolayı da huzursuzluğa düşme.

Muhakkak ki Allah, takvâ sâhibi (muttakîler) ve iyilik yapan (muhsinler)le beraberdir.»

Nahl: 125-128

diraase

21 Dec, 12:04


اللهم أبرم لأهل الشام أمر رشدٍ وسداد، واجمع شملهم على الهدى والرشاد
اللهم احفظ الشام من الفتن ما ظهر منها وما بطن
اللهم مكّن المسلمين منها واهدهم ووفقهم لما تحب وترضى

Rabbimiz, Şâm ehli için doğru ve isâbetli olanı nasib et, ve onların birliğini hidâyet ve firâset yolu üzere birleştir.
Rabbimiz Şâm’ı fitnelerin açığından da gizlisinden de koru.
Rabbimiz, bu mübârek beldede Müslümanlara temkîn ve hakimiyet ver, onları hidâyetinle doğru olana ilet, onları sevdiğin ve râzı olduğun şeylere muvaffak kıl.

diraase

21 Dec, 11:58


ما أتمناه من كل مسلم وعالم وداع إلى الله ومفكر أن يعتبر فتح الشام له، وأنه من أهله، وأن دار الشام دار إسلام تحتاج للدعاء والنصح والترشيد، لا أن يجلس متمنيا الشر أو ملتقط الكلمات ليهجو ويحذر ويسب.

هذه سوريا الشام عادت أرضا إسلامية هدية ربانية من الله، وتحتاج من كل صادق التأييد والدعاء ورد الظلم عنها.

الشيخ أبو قتادة الفلسطيني


Her Müslüman, her âlim, her müfekkirden ve Allah’a davet eden herkesten temennim; Şâm’ın fethini kendisine ait bir fetih kabul etmesi, kendisini bu fethin ehlinden sayması ve Şâm diyârını duâya, nasîhate ve rehberliğe muhtaç bir “İslâm diyârı” olarak görmesidir. Onun için şerri dileyen veya yermek, kaygılandırmak, hakâret etmek için söz sarf eden bir kimse olmamalıdır.

Bu Suriye, Şâm, Allah’tan rabbânî bir hediye olarak İslâm topraklarına geri dönmüştür. Ve o, sâdık olan herkesten desteğe, duâya ve kendisine yapılan zulmün karşılığının verilmesine ihtiyaç duymaktadır.

Şeyh Ebû Katâde el-Filistînî

diraase

21 Dec, 10:36


Bu ümmetin gençlerinin, hem kendilerine hem de ümmetlerine hayat bahşolunsun diye ölüme tâlip olmalarından gayrı bir çözüm yolu yoktur.

Şeyh Ebû Musab es-Sûrî

diraase

08 Dec, 08:18


• Fetih günü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem 8 rekât duhâ namazı kıldı

Abdurrahmân b. Ebî Leylâ radıyallâhu anh dedi ki; “Bize, Ummu Hâni dışında hiç kimse Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in duhâ namazı kıldığını bildirmedi [râvi kendisine nakledilmediğini kastetmiştir]. Fakat o, Mekke’nin fethi gününde Nebî sallallahu aleyhi ve sellemin onun evinde yıkandığını, sonra sekiz rekât (duhâ) namazı kıldığını söyledi. Bundan sonra kimse Onu ﷺ bu namazları (bu rekât sayısında) kılarken görmedi.”

Ebû Dâvud 1291

diraase

08 Dec, 07:42


Vallahi hiçbir şey yapmamış olsalar bile esir erkekler ve kadınları hürriyetlerine kavuşturmaları onlara şeref olarak yeter.
SubhânAllah! SubhânAllah! Birkaç gün içinde binlerce esir kurtarıldı, beldeler fethedildi.
Allah’ım bu cihâdı Sen mübârek kıl. Sen mücâhid kullarından kabul buyur. Sen mücâhid kullarından kabul buyur.

Bu sevinci kaydedebilecek bir tarih tutamıyorum. Ümmet çok uzun yılların ardından benzeri olmayan bir sevinç yaşıyor. Allahu Ekber… Dağlar ağırlığınca Allahu Ekber..
Rabbimiz Gazze’deki kardeşlerimizi de nusretinle müjdele.

diraase

08 Dec, 07:42


وأما تكبيرُ الله بأصوات مرتفعة، فشعار محمدِ بنِ عبد الله ﷺ وأمَّتِه.

ابن القيم رحمه الله


Allah’ın yüksek sesle tekbîr edilmesi, Muhammed b. Abdullah’ın ﷺ ve Onun ümmetinin şiârıdır.

İbnu’l Kayyim rahimahullah

diraase

08 Dec, 06:01


Ey Rabbimiz Şâm ehline olan nimetini tamâma erdir. Bu sevinci muvakkat bir sevinç kılma. Bizi Şâm ile müjdele. Onun müjdesi onun ıslâhı ve Senin şerîatin ile yeniden ihyâsıdır.

«Allah, içinizden îmân edenlere ve salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri hükümran kıldığı gibi onları da yeryüzünde hükümran kılacağını, kendileri için seçip beğendiği dinlerini onlar için güçlendirip yerleştireceğini, ve korkulu hâllerini güvene çevireceğini vaad etmiştir.» Nûr: 55

diraase

08 Dec, 05:57


(وكان حقًا علينا نصرُ المؤمنين)

diraase

08 Dec, 02:24


«Sizi gözetleyip duranlar, eğer Allah tarafından size bir fetih nasib olursa: “Biz sizinle beraber değil miydik?” derler. Şayet kâfirlerin zaferden bir payı olursa (bu defa da onlara): “Biz sizin üstünlüğünüzü sağlamadık mı ve sizi mu’minlerden korumadık mı?” derler. Allah, kıyâmet gününde aranızda hükmünü verecektir. Allah, mu’minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.»

Nisâ: 141

diraase

08 Dec, 01:56


الله أكبر الله أكبر الله أكبر ولله الحمد..

Saydnaya mahkumlarının esâreti çözüldü..
Hamd, âlemlerin Rabbinedir.

diraase

08 Dec, 00:19


Tarihi bu sefer “Bizim” kalemlerimiz yazıyor.
Bismillâhirrahmânirrahîm.

Suriye (1446-2024) yılı cihâdı:

25 Cemaziyelevvel - 27 Kasım: Mücâhidler İdlib’ten “Saldırganlığın Caydırılması” operasyonunu başlattı. Aynı gün Haleb kırsalında 9 yerleşim yeri ele geçirildi.

27 Cemaziyelevvel - 29 Kasım: Haleb operasyonunun en zorlu merhalelerinden sayılabilecek şehir savaşına geçildi. Bu tarihe dek Haleb ve İdlib kırsalında pek çok yerleşim yeri İran, Rusya ve rejim güçlerinden geri alındı.
29 Kasım tarihinde mücâhidler Haleb şehir merkezine giriş yaptı, Haleb kalesi mücâhidler tarafından kontrol altına alındı.

28 Cemaziyelevvel - 30 Kasım: Haleb fethetildi. Şehirdeki esir müslümanlar özgürlüğüne kavuşturuldu.
Mücâhidler Kuzeydoğu kırsalından Hama vilâyetine giriş yaptı. Rusya ve rejim güçleri İdlib, Haleb ve Hama’da sivil katliamı gerçekleştirdi.

29 Cemaziyelevvel - 1 Aralık: Rusya ve Esed rejimi, İdlib ve çevresine çok kez hava saldırısı düzenledi, saldırıda onlarca sivil hayatını kaybetti ve yaralandı. Rusya mücâhidlerin kontrolündeki Kuzey Hama’yı bombaladı.
Bir Rus askerî kargo uçağı, Türkiye’den kalkıp Şam’a iniş yaptı. Haleb-Hama otoyolu ve bazı yerleşim noktaları mücâhidler tarafından geri alındı.

3 Cemaziyelahir - 4 Aralık: Mücâhidler turan (hilâl) taktiği ile Hama’yı kuşatarak saldırı başlattı.

4 Cemaziyelahir - 5 Aralık: Mücâhidler beş gün süren mücâdelenin ardından Hama’yı tamamıyla fethetti.

5 Cemaziyelahir - 6 Aralık: Mücâhidler Humus kapılarına ulaştı.
Dera’da halk Esed rejimine karşı ayaklandı ve Dera tamâmen hâkimiyet altına alındı. Esirler özgürlüğüne kavuşturuldu.

6 Cemaziyelahir - 7 Aralık: Suveyda şehri Esed milislerinden arındırıldı. Rusya Kuzey Humus’ta sivil katliamı gerçekleştirdi. Sivil Müslümanları katleden İran ve Rusya destekli Esed rejiminin yıllar süren katliamlarına sessiz kalınırken, Suriye’de kalıcı barışın tesisi için Türkiye, İran ve Rusya başkent Doha’da bir araya geldi. Siyasî çözüm ve ateşkes için görüş birliğine varıldı.
Humus, mücâhidler tarafından fethetildi. Şehrin hapishanesindeki esirler özgürlüğüne kavuşturuldu.

7 Cemaziyelahir - 8 Aralık: Mücâhidler Şâm’ı (Dımeşk) fethetti. Saydnaya hapishanesindeki esir müslümanlar kurtarıldı. Elli dört yıl süren Esed iktidârı 8 Aralık tarihi itibarıyla son buldu. Rejim devrildi ve Suriye mücâhidlerin cihâdıyla resmen özgürleştirildi.

Eksikliklerimizle kayda aldıklarımız bunlar.
Her ne olursa olsun Allah’ın mücâhidleri bu tarihi canlarıyla ve kanlarıyla yazdılar. Onların bu fedâkârlığını ve şecaatini unutmak, bizim büyük bir ayıbımız olacaktır. Onlar verdikleri mücâdele ile övgü ve senâyı hak etmektedirler.
Tarihimizi kaydetmedik sanmasınlar, Allah’ın izniyle bu topraklar kıyâmet gününe dek mu’minlerin himâyesinde olmaya devam edecek…

diraase

07 Dec, 20:47


Hubeyb es-Sûdânî’nin Suriye’deki son gelişmeler üzerine yaptığı konuşma, cihâd sahasından ilim, tecrübe ve deneyim ehlinden birinin konuştuğu zaman Allah’ın izniyle ne kadar isâbetli, yol gösterici ve uyanık olmaya dikkat çekici konuştuğunu gösteriyor. Şeyhin her bir kelimesi çok değerli ve her bir nasihati asla derin mesajlar içermediği zannedilmemesi gereken çok kıymetli öğütler. Allah cihâd sahasını ilim ve firâsetin adamlarından mahrum etmesin. Kâide, Allah’ın fazlıyla bu zekâ ve stratejiye sahip olduğu için değişmedi, taviz vermedi ve hâlâ en büyük düşman görülebiliyor.

Müslümanların, cihâd sahasında olsun-olmasın, bu büyüklerden nasihat alması, bu akılların öngörü ve irşâdından çıkarımda bulunması gerekir.

Tam tercümeyle karşılaşmadım fakat konuşmanın önemli kısımlarının tercümelerine şuralarda yer verilmiş:
https://t.me/seriatinmuhafizlar/115
https://t.me/cihadulemas/1439

diraase

07 Dec, 13:54


قال علي بن فضيل لأبيه: يا أبت ما أحلى كلام أصحاب محمد ﷺ؟ فقال: يا بني، وتدري لم حلا؟ قال: لا يا أبت، قال: لأنهم أرادوا الله به.

حلية الأولياء ١٠/‏٢٣


Ali b. Fudayl, babasına (Fudayl b. İyâd) "Babacığım, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbının sözlerini ne böyle tatlı kılmıştır?" diye sordu. Fudayl dedi ki: “Oğlum, biliyor musun niçin (onların sözleri) tatlıdır?”. Ali "Hayır ey babacığım" deyince Fudayl dedi ki: “Çünkü onlar, sözleriyle Allah’ı istiyorlardı.”

Hılyetu’l-Evliyâ 10/23

diraase

07 Dec, 01:09


Abdullah Nâsıh Ulvân, Salâhaddîn’i “Onun omzunda dağların kaldırmayacağı bir Kudüs kaygısı bulunmaktaydı.” sözüyle anlatır.

Omzumda dağların kaldıramayacağı, koca bir ümmetin kaygısı var. Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün.. Bütün bir bilâd-ı islâm’ın ve onun mazlumlarının, esirlerinin, açlarının derdi var. Hıyânete uğramış bir dinin derdi var. Ümmetin taşımayı terk ettiği bütün yükün ağırlığı var üzerimde. Emânetine ihânet edenlerin sayısınca tasa var zihnimde. Omzumda, dağların kaldıramayacağı kadar ağır bir yük var. Ne var ki ben, Salâhaddin de değilim.
Sen Salâhaddîn olamamanın yükünü bilir misin?

diraase

06 Dec, 16:19


أي شباب الإسلام: حملة الأمانة ومستودع الآمال وبناة المستقبل وطلائع العهد الجديد.

خذوها فصيحةً صريحةً لا تتستّر بجلباب، ولا تتوارى بحجاب:

إنّ عِلّتكم التي أعيت الأطباء واستعصت على حكمة الحكماء هي من ضعف أخلاقكم ووهن عزائمكم؛ فداووا الأخلاق بالقرآن تصلح وتستقم، وأْسُوا العزائم بالقرآن تقو وتشتد.

البشير الإبراهيمي


Ey İslâm’ın gençleri, emânetin taşıyıcıları, umutların kendilerine emânet bırakıldığı, geleceğin bânileri ve yeni çağın öncüleri;

Bir örtüyle örtülmemiş, bir kılıfla gizlenmemiş şu sözü, açıkça ve içtenlikle alın:

Sizin doktorları yoran ve hikmet sâhiplerinin hikmetini/çözümünü çaresiz bırakan hastalığınız; zayıf ahlâkınız ve cansız azminizden kaynaklanmaktadır. Öyleyse ahlâkınızı Kur’ân’la iyileştirin ki ahlâkınız düzelsin ve doğrulsun. Azminizi de Kur’ân’la tedavi edin ki azminiz güç bulup kuvvetlensin.

el-Beşîr el-İbrâhîmî

diraase

06 Dec, 14:52


Devletinizde terör örgütü görülen bir oluşumun neden başarısını arzu ediyorsunuz diye sormazlar mı? Aynısını kendi ülkenizde terör örgütü gördüğünüz diğer oluşum için söylemeye de hazır mısınız?

Şimdi bu açıklamayla Suriye’de akp demokrasisi menhecini inşâ edebilmenin yolunu mu yapıyorsunuz? Bunun altındaki yeni siyâsî kurguyu görmeyi biz de istemezdik. İsimlere güvenmedik, buna rağmen her zaman yanlış çıkmayı ümit ettik. Bundan sonra da vallahi tek ümit âlemlerin Rabbine ve tek umut yalnızca O’nun rızâsı için çıkan sâdık mücâhidleredir. Yâ Rabb sen şu mübârek saatte Nebînin ümmetine Senin râzı olduğun yolu aç, bizi kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet. Bizim ve yolunda cihâd edenlerin işini, yönetimini ve emrini, Sen’den korkan Sen’den ittikâ eden ve Sen’in rızâna tâbi olan kimsede kıl.

diraase

05 Dec, 22:18


يا نفس لا في الدنيا مع أبناء الملوك تتنعمين ولا في طلب الآخرة مع العباد تجتهدين كأني بك بين الجنة والنار تحبسين يا نفس ألا تستحين؟

أبو العباس الموصلي | إحياء علوم الدين ٣/‏٦٦


Ey nefsim, ne saltanat sahipleri gibi dünyadan yararlanıyorsun, ne de âbidler gibi âhiret için çalışıyorsun. Sanki ben, senin yüzünden cennet ile cehennem arasında bir yerde hapsolmuşum. Ey nefis, utanmıyor musun?

Ebu’l-Abbâs el-Mevsılî | İhyâu Ulûmi’d-Dîn 3/66

diraase

05 Dec, 17:24


Mücrimler hırs ve intikâmlarını sivil müslümanlardan almaya devam ediyor. Gazze’yi, Sudan’ı unutmayalım. Suriye’den bize şu anda yansıyan zaferler yanında, bir yandan katliamların da devam ettiğini unutmayalım.

Sâdık Müslüman, hiçbir kara parçasındaki Müslüman kardeşini unutmayan ve ona duâyı terk etmeyendir. Rasûlullah ﷺ buyurdu ki: “Muʼminler birbirini sevmekte, birbirine acımakta, birbirini korumakta tek bir vücut gibidir.”

diraase

05 Dec, 13:10


«Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmıyla bir kısmını defetmesi (mu’minlere düşmanlarıyla kitâli emretmesi) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar, ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah, O’na yardım edene mutlaka yardım eder. Gerçekten Allah, elbette güçlüdür, izzetlidir (gâliptir).
Onlar öyle kimselerdir ki, şâyet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve kötülükten alıkoyarlar. İşlerin âkıbeti, Allah’a aittir.»

Hacc: 40-41

diraase

05 Dec, 11:59


اللهم لك الحمد حمدًا كثيرًا مباركا
لك الحمد حتى ترضى ولك الحمد إذا رضيت ولك الحمد بعد الرضى

diraase

05 Dec, 11:58


Mücahidler Hama sokaklarında!

Elhamdulillah Hama cezaevinde Allah'a hiçbir perdesiz dua eden mazlumların duası kabul oldu. Mücahidler cezaevindeki mazlum müslümanları serbest bırakıyor.

الله أكبر والعزة لله

diraase

04 Dec, 20:59


‏قال ذو النون:
ثلاثة من أعلام الشوق: حب الموت مع الراحة، وبغض الحياة مع الدعة، ودوام الحزن مع الكفاية.

Zu’n Nûn dedi ki:
Üç şey (Allah’a) özlem’in alâmetindendir.
Rahat bir hayât yaşadığı halde ölümü sevmek, huzurlu bir hayât yaşadığı halde hayâta buğz etmek, istediği şeye sâhib olduğu halde dâimî hüzün.

وقال:
الشوق أعلى الدرجات، وأعلى المقامات، إذا أبلغها العبد استبطأ الموت شوقًا إلى ربه وحبًا للقائه والنظر إليه.

Ve yine şöyle dedi:
Özlem, derecelerin en yücesi, makâmların en âlîsidir. Kul bu mertebeye ulaştığı zaman, Rabb’ine duyduğu özlem ve O’nunla kavuşma ve O’na bakma hevesinden, ölümün gelişini yavaşlamış hisseder.



‏وأمّا الشوق إلى لقاء الله،
فهو أجل مقامات العارفين في الدنيا.

ابن رجب الحنبلي

Allah’la buluşmaya olan özleme gelince,
bu, dünyâda âriflerin makâmlarının en yücesidir.

İbn Receb el-Hanbelî

diraase

04 Dec, 20:22


اللهم ثبت قلوب المجاهدين وثبت أقدامهم وسدد رمياتهم وارزقهم الصدق والإخلاص
واجعلهم خرجوا في سبيل رضاك واجعل همهم رفع رايتك وتقبل منهم
‏اللهم زدهم ثباتا وصبرا وقوة وتأييدا ونصرا وتمكينا واكسر بهم شوكة عدوك وعدوهم يا عزيز يا حكيم يا قاهر الجبابرة ويا ناصر المجاهدين..

diraase

03 Dec, 23:28


«Kim (günahlarda) haddi aştıysa, ve dünya hayâtını tercih ettiyse.
Muhakkak ki cehennem onun barınağıdır.
Kim de Rabb’inin makâmından korktuysa ve nefsini kötü arzularından alıkoyduysa.
Muhakkak ki Cennet onun barınağıdır.»

Nâziât: 37-41

diraase

03 Dec, 19:51


Yaşadığım hayat boyunca şunu gördüm ki, insanların hepsi için hayatını feda edecek olsan yine de insanların hepsini senden râzı edemezsin. Yahut insanların ‘hepsinin’ sevgisini celbedemezsin. Onlardan ancak azınlık olan bazısı sana hüsnü zan ve ihsânla yaklaşır, sonra bu bazısının çoğunluğu da bir zaman sonra sana diğerleri gibi davranır. Sonucunda yanında ancak kalbi senin kalbin gibi nabzedenden başkasını bulamazsın.

Hayat bundan ibarettir. Sen insanlara hiçbir şey yapmamayı bir kenara bırak, onlara iyilik yaptığında bile onların nefretini ve sana karşı sûi zannını kazanabilirsin. Çünkü “Vefâ azîzdir” ve ona insanlardan pek azı mâliktir. Ve çünkü vefâya ancak ‘emânet’ (güvenilirlik) ehli sâhiptir, emânet ise her geçen gün ehliyle birlikte eksilmektedir.

Bütün bunları düşünmek insanı yıpratır ve onu yolundan alıkoyar. Ve bundan daha önemlisi, onu asıl maksadından “Allah’ın rızâsı için çabalamaktan”, kulların rızâsı için hırpalanma yoluna saptırır.

Bu yüzden Mu’min, tüm çabasını Rabbine adamaya ve bir tek O’nu râzı etmeye baksın ve insanlara müsamaha edip onları hoş görsün. Onlara ihsânla muâmelede Rabbinin vechi için sabretsin ve iyiliğinin hesâbını tutmayıp onun mükâfâtını Rabbine bıraksın. İşte bu da kâmîl îmânın semeresidir. «Onlar affetsinler ve hoş görüp bağışlasınlar. Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz?» Nûr: 22
«Sen affet, ve mazur görüp bağışla. Gerçekten, Allah ihsânda bulunanları (muhsinleri) sever.»
Mâide: 13
«Kötülüğü en güzel bir şekilde (ihsânla) sav. Bir bakarsın seninle arasında adâvet (düşmanlık) bulunan kimse, sanki sıcak bir dost gibi olmuştur. Buna (bu yüce haslete) ise sabredenlerden başkası kavuşturulmaz. Buna, büyük nasîb sâhibinden başkası kavuşturulmaz.»
Fussilet: 34-35

Müsâmaha ve teğâful (görmezden gelmek) ahlâkı, edindiğinde kişinin kendisine yapacağı en büyük iyiliktir. Bunu edinmeyi ertelemek ise nefsi ve kalbi yıpratıp onu insanlara mahkûm etmesiyle, kişinin kendisine yapacağı en büyük zulümdür.

diraase

03 Dec, 17:53


MİSK KOKUSU İLE GELEN SÂDIK ÖZÜR
(Şehit Ebû Yezen eş-Şâmî'nin kaleminden)

"Halep'e girişimizin ilk aylarında, Kindî Askeri Karargâhı’nı özgürleştirme savaşı çok ağır bir bedel ödetti. Orada Allah katında şehitlerden olduğunu umduğumuz nicelerini kaybettik, fakat çatışmanın şiddeti yüzünden şehitlerimizin naaşlarını dahi çekip alamadık. Nihayetinde rejimle aramızda bir takas gerçekleşti. Ben de şehitler arasından tanıdıklarımı arayıp bulmak umuduyla içeri girdim. Kan ve nurla örtülmüş o simaları dikkatle incelerken, kendisinden misk kokusu duydukları bir şehidin yanına çağırmak için insanların birbirlerine seslendiklerini işittim. Onun benim dostum olduğuna dair kesin bir inançla kendisini almak üzere yanına gittim. Şehidin yanına vardığımda ise onun çok genç bir delikanlı olduğunu gördüm; Özgür Suriye Ordusu'na bağlı bir birlikle cihad eden biriydi. Savaştan önce onu görseydim, belki de hiç önemsemezdim. İnsanlar onun çevresinde hayretler içerisinde toplanmış bir vaziyetteyken onu orada bırakıp, kardeşlerimi aramaya devam ettim. Ölmeyip şehit olduğunu sandığım o misk kokan genç, beni kendime getiren bir mesaj ile içimdeki kibir cüssesini/hacmini fark etmemi sağladı…
Kur’an’a döndüm. Sanki ilk defa okuyormuş gibi şu ayeti okudum:
"Sonra Kitâb'ı kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan (Kitâbı kendisine miras bıraktığımız seçtiğimiz kullardan) kimi kendine zulmeder, kimi orta yolu tutar, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öncüdür. İşte büyük lütuf budur." (Fatır, 32)
Bu, (içinde hapsolduğumuz) akımlarımız ve gruplarımızın dar kalıpları sebebiyle kendimizi genişliğinden mahrum ettiğimiz büyük lütuftu. Bizim kaçırdığımız büyük lütuf… Zira biz Allah’a giden yolun sadece bize tahsis edildiğini ve yalnızca bizim kurtuluşa erecekler (fırka-ı nâciye) ve ona giden yolda yürüyenler olduğumuza inanıyorduk.
Saflar(ın birliği), bazılarının kendilerini diğerlerinden üstün görüp, diğerlerini kendilerine ağırlık yaparak yolun sonuna ulaşmalarına engel olan yükler olarak görmelerinden dolayı kırılıyor/bozuluyordu. Ama artık anlıyorum ki, asıl yük başkaları değil, bizdik. Bizdik, zannettiğimizin aksine gerekli olmayan engeller ve barikatlar oluşturarak kervanın ilerleyişini geciktiren.
Bugün belki de özür dilemem gerekiyor:
Şehit Abdulkadir Salih’ten özür diliyorum. Şehadetinden önce bana söylediği şu sözlerini anlayamamıştım: "Bu, Rabbânî bir nefhadır; gelin bu nefhada (tüm asabiyetlerimizden kurtulup) samimi olalım ve birleşelim. Bu cağrıya icâbetten geri durup gecikmemiz Hacı Abi, bizi zafere ulaşmaktan geri bıraktı."
Misk kokusu bizim zanlarımızdan daha sâdık olan o şehit gençten de özür diliyorum. O, bana misk kokusunun yalnızca bizim cemaatimize özgü olmadığını öğretti.
Hamza el-Hatîb adlı çocuktan da özür diliyorum. Bize emanet ettiğin devrim, senin gibi saf ve masumdu. Tıpkı senin gibi, o da bizim karmaşıklıklarımızı ve problemlerimizi ona yüklememizi taşıyamadı.
Halkımızdan da özür diliyorum. Bizler, gurur ve kibrimizle sizin umutlarınızdan daha zayıf idik.
Ve ilk başladığı gibi saf ve masumane hâline geri dönmedikçe hedefine ulaşamayacak olan devrimimizden de özür diliyorum. Hani o dönemde biri gözaltına alındığında istihbarat ona, "Neden gösterilere katıldın?" diye sorduğunda, "Cennete gidiyoruz…” *(1) dediklerini duydum, ben de onlarla beraber gittim" diye cevap verirdi.
“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen, mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz.” (Araf, 23)
Dikkat et ve sakın, ey gecesini ve gündüzünü yalnız kendi grubunu ve hizbini dert ederek geçiren kişi! Unutma ki Allah, bir grup münafık hakkında şöyle buyurdu:
"Bir tâife de (ancak) kendilerini dert edinmekteydi." (Âl-i İmrân, 154)
Derdi ve tasası (yalnız) bir hizb olan ile derdi ümmet olan arasında fark ne de büyüktür!"
---
*(1) Devrimin ilk dönemlerinde meydanlarda haykırılan sloganlardan birisi “Ale’l-Cenneti râihîn, şühedâ bi’l-melâyîn / Milyonlarca şehit, hep birlikte cennete gidiyoruz” sözü idi.

-tercüme alıntıdır

diraase

03 Dec, 17:52


«Dîni dosdoğru ayakta tutun, ve onda ayrılığa düşmeyin.»

Şûrâ: 13

diraase

03 Dec, 17:48


«Onların ardından mutlaka sizi o arza yerleştireceğiz. İşte bu, makâmımdan ve azâbımdan korkan kimseler için vaadimdir.» İbrâhîm: 14

Ebû Bekre radiyallâhu anh’dan rivâyetle:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisini sevindiren bir haber aldığında hemen Allah için secdeye kapanırdı.” Tirmizî

Bu güzel haberleri Allah subhânehu ve teâlâ’nın bizden râzı olduğu şekilde karşılayalım. Bunların nimet olduğunu ve nimetin şükür gerektirdiğini, nimetin şükürle ve duâyla devâm ettiğini ve şükrün eksikliğiyle kaldırıldığını unutmayalım.

«Dedi ki: Bu, Rabbimin lütfudur. (Nimetine) şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim, beni sınamak içindir..»
Ey Rabbimiz, verdiğin nimete şükretmeyi bize ilhâm et. Bize râzı olduğun sâlih amelleri işlemeyi ilhâm et. Bizi rahmetinle sâlih kullarının arasına kat.

diraase

30 Nov, 17:56


Olaylara sadece geliştiği gözle bakın. Şu anki durumda Müslümanlar fetih ve ilerleyiş sağlıyor ve bu durum Müslümanları sevindiriyor.

Müslümanları Dînleri hususunda sevindiren şey, ne olursa olsun Allah’ın rahmetinin tecellisidir. Allah Mu’min kullarının duâlarına icâbet etti, onları sevindirdi ve onların göğüslerine şifâ verdi.
Mu’minler sevinç içindeyse, bu duruma ne diyeceğiz? Allah Mu’minleri hâşâ aldatır mı?

İşte bu yüzden bu Allah katından apaçık bir fetih, apaçık bir nusret ve rahmettir. Bize düşen bundan sonrası için Allah’ın mücâhidleri sıdk, ihlâs, sebât ve zaferle desteklemesi, mu’minleri de temkîn ile rızıklandırıp koruması için Allah’a duâda ısrarcı olmaktır.

diraase

30 Nov, 17:52


Elhamdulillah elhamdulillah
Bu olaylardan önce Şâm’daki cihâd ve ilerleyiş konusunda mücâhidlerden de rüya gören o kadar çok müslüman var ki. Beş ay evvel Şâm hakkında (sırasıyla İdlib, Haleb, Dımeşk’i zikrettiğim) inşaallah oranın saadete ereceği ve yüceleceğine dair ben de güzel bir rüyâ gördüm. Ben şehirleri zikrettiğim hâlde ismi Meymûne olan Şâmlı bir kız çocuğu benim sözümü keserek sadece “Şâm! Şâm!” diyordu. Rabbimiz bu rüyaları bir müjde kılsın. Ümmeti böyle sevinçle kaldırdığı gibi, onun kıyâmına engel olacak bütün zâlimlerin ve tağutî sistemlerin tuzağını da onların başlarına çevirsin.

diraase

30 Nov, 16:35


İnsanların Suriye’de olup bitenlerle ilgili korkularını, endişelerini ve tereddütlerini okuyorum ve gülümsüyorum.

Mesele sandığınız gibi değil dostlar.. Mesele orada değil. Bu anları yaşamayan gerçekten zavallıdır.

İnsanlar ne diyorsa desin, bunlar ancak ilâhî sünnetler ve rabbânî vaadlerdir. Allah’ın zaferi ve fethidir.

Yâ Rabb, hamd Sanadır.
Allah en büyüktür ve izzet O’nundur
Allah’a hamd olsun
Allah’a hamd olsun
Allah’a hamd olsun

الله أكبر..

Şeyh Ahmed es-Seyyid

diraase

30 Nov, 12:42


Bir de her şeyin ardında hep bir entrika arayan, zafere ermişse müslümanlar kesin arkasında bir şey vardır diyerek kendi izzetini reddetmekten keyif alan zeliller var. Müslümanlar hiçbir zaman başarılı olamıyor bunların gözünde. Allah’ın Kitâbını okumayan nasıl anlasın: «Ve izzet Allah’ın, Rasûlü’nün ve Mu’minlerindir. Fakat münâfıklar bunu bilmezler.» Munâfikûn: 8

diraase

25 Nov, 17:47


Kur’ân’ı hakkıyla tedebbür eden bir kalbin, dünyânın hiçbir şeyine tamahı kalmaz. O kalp için dünyâ; zîneti, malı ve şehvetleriyle bir hiçtir.

Kur’ân’a îmân ederek onu okuyan Mu’min, Kur’ân’ın kendisini dünyâ hayâtına aldanmaması ve onda elde ettiği yahut kaybettiği şeylerle uğraşmamasına davet ettiğini idrâk etmek için büyük bir çaba sarf etmez.
Ve aynı şekilde o, Kur’ân’ın kendisini âhiret için çalışması, ona özlem duyması ve onunla igilenmeye davet ettiğini idrâk etmek için de büyük bir çaba sarf etmeye ihtiyaç duymaz.
«Ve onlar dünyâ hayâtıyla mutlu oldular. Hâlbuki âhiretin yanında dünyâ hayâtı, geçici bir metâdan başkası değildir.» Ra'd: 26

Kul, Kur’ân’a olan îmânı kadar dünyâ ve âhiret arasındaki bu azîm manayı nefsinde ‘var’ kılmaya çabalar. Kur’ân, ona kalbiyle yönelen kula dünyâ ve âhiretin sırrını açmıştır. «Muhakkak ki bunda, çokça yönelen her kul için, gerçekten bir âyet/ibret vardır.» Sebe: 9

Buna bağlı olarak, Abdurrahmân es-Sa'dî’nin bu âyetin tefsîrinde dediği gibi: “Kulun Allah’a yönelmesi ne kadar fazla olursa, o kulun âyetlerden faydalanması o kadar fazladır.”

Dolayısıyla Kur’ân’dan etkilenmenin fazlalığı, Allah’a yönelmenin fazlalığındandır.

diraase

25 Nov, 12:30


Dîninin hâli seni gerçekten üzüyorsa,
Müslümanların başına gelenler seni gerçek manâda kederlendiriyorsa,
Ümmet olarak eksikliklerimiz ve zayıflığımız sebebiyle öfkeleniyor ve zafer için duâ ediyorsan;
O zaman buna elinden gelenle hazırlık yapmak zorundasın.

Gerçek cihâd rûhu, her sahada kendisini gösterir. Cihâd rûhu taşıyan ve Allah’ın kelimesi en üstün olsun isteyen bir Müslüman, bulunduğu sahada elinden gelenle cihâd etmeyi terk ediyorsa/tembellik ediyorsa, onun rûhundaki ya bir hevesten ibârettir, ya da taşıdığını söylediği o cihâdî rûh aslında yalnızca bir iddiadır.

İlim, terbiye ve güzel ahlâk Müslümanın şiârıdır. Biz bu şiârı yeniden kazanmak, ve talîm ve terbiyede kâfirlere benzemeyi terk edip İslâm’ın muhîti içine girmek zorundayız. Bu öncelikle nefislerin düzeltilmesini gerektirirken, beraberinde nesillerin düzeltilmesini de gerektirmektedir.

Dolayısıyla her Müslüman hem kendisi, hem de Müslüman kardeşleri için, İslâm’ın güçlenmesi ve kuşağın zaferi hak etmesi adına, müfsidlerin içinde “muslih” rolünü üstlenmelidir.

Muslihin en önemli görevi, marûfu emretmek ve münkerden alıkoymaktır. Yani önce nefsine, sonra insanlara sâlih amelleri, başkalarına iyilik ve ikrâmı, kerîm ahlâkı, ilim talebini, nefsin ıslâhını, ulu bir gaye edinmeyi emretmek; önce nefsi ve sonra insanları Allah’ın harâmlarından, günahlardan, kötü ahlâktan, cehâletten, nefse ve hevâya ittibâdan, dünyâyı tercih edenlerden olmaktan alıkoymaktır.

Önemli olanın bu olmadığını, bunun zaferle veya Müslümanların üstünlüğüyle bir bağı olmadığını söyleyenlere muslihler itibâr etmemeliler. Bize örnek olarak Mücâhidlerin imâmı Nebîmiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in, 23 yıl boyunca bu Dîn uğrunda ilim, edeb, hikmet ve basîretle verdiği terbiye, ve şecaat, cesaret ve fedakârlıkla verdiği cihâdı yeterlidir.

Yakîni ve îmânı zayıf olan bu kalpler ve masiyetlere müdmin olmuş nefisler İslâm’ın himâyesi ve zaferini hak etmiyor. Cihâd ilimdir, edebtir, zekâdır, güçtür, mantıktır, stratejidir, hâkimiyettir. Allah yolundaki bir mücâhid bunu bilir. Allah yolunda bir mücâhid olmak isteyen de bu yolun (önce nefsine) muslih olmaktan geçtiğini bilir.

diraase

24 Nov, 08:23


عن البراء بن عازب رضي الله عنه: كنَّا مع رسولِ اللهِ صلَّى اللهُ عليه وسلَّم في جِنازةٍ، فجلس على شفيرِ القبرِ، فبكَى حتَّى بلَّ الثرى، ثمَّ قال: يا إخواني لمثلِ هذا فأعِدُّوا.

سنن ابن ماجه ٤١٩٥


el-Berâ b. Âzib radıyallâhu anh’dan rivâyetle, o dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bir cenâzedeydik. Kabrin kenarına oturdu. Sonra toprağı ıslatıncaya kadar ağladı. Sonra dedi ki: “Ey kardeşlerim, işte bunun gibi bir gün için hazırlanın.”

Sunen İbn Mâce 4195

diraase

22 Nov, 15:53


Mükemmeliyetçilik, ilminden daha fazla istifâde edilmesine engel olur

قال محمد كرد علي (ت ١٣٧٢ هـ):
ولو أنَّ كلَّ مؤلِّف، وكلَّ باحثٍ، وكلَّ مخترعٍ، توقَّف عن نشر ما ألَّفَه وبحثه واخترعه، أو يبلغ غاية الكمال الذي يتخيَّلُه؛ لمضت العصور وما ظهر في العالَم ما يفيد الإنسانية كثيرًا.

Muhammed Kurd Ali (ö: hicrî 1372) dedi ki:
“Eğer her yazar, her araştırmacı, veya her mucit, yazdığı, araştırdığı ve ortaya koyduğu şeyi yayınlamayı bıraksaydı; ya da hayal ettiği mükemmellik hedefine ulaşsaydı, aradan asırlar geçmesine rağmen dünyada insanlığa fayda sağlayacak hiçbir şey ortaya çıkmazdı.”

Hakîkaten fayda verecek nice güzel işlerin sırf tahayyül edilen bütün ayrıntıları içermediği için neşrinden geri durulmuş ve böylece o çalışmanın barındırdığı hayırdan insanlar mahrûm kalmıştır. Hâlbuki hayâl edilen başarıya ulaştığı düşünülerek neşredilen bir çalışma da sahibi tarafından elbette günün birinde yine eksik bulunacaktır. Hubeyb es-Sûdânî Şezerât kitabının mukaddimesinde Kâdı el-Beysânî’nin şu sözünü naklediyor:
“Ben kitap yazan herkesin bir sonraki gün: ‘Keşke şunun yerini değiştirseydim, o zaman daha güzel olurdu. Keşke şunu da ekleseydim, o zaman daha anlaşılır olurdu. Keşke şunu önce getirseydim, o zaman daha yerinde olurdu. Keşke şunu zikretmeseydim, o zaman daha akıcı olurdu’ dediğini gördüm. Bu ibret alınması gereken en önemli hususlardan biridir. Bu, insanın eksiklikle kuşatıldığının delilidir.”

diraase

22 Nov, 15:50


Sonra bundan başka doğru olmadığını düşündüğüm gibi, bazen de bunun kemâliyete erişmeye çalışan bir mükemmeliyetçinin ‘kusuru’ olduğunu da düşünürüm.

Kemâle erme hedefi, nice işte nefsin nice ameline engel olmuştur.

Tahkikleri ile birlikte yüze yakın eseri olan Abdulfettâh Ebû Ğudde, “er-Rasûlu’l-Muallim” eserinin ön sözünde her ilim muhibbinin nefsine eleştirisi olan şu sözü söyler:

"وكم أماتت رغبةُ الكمال إنجاز كثير من جليل الأعمال، كما أمات التراخي والتسويف كثيرًا من فرائد التأليف."

“Mükemmellik arzusu, nice kıymetli çalışmaların tamamlanmasına mâni olmuştur. Gevşeklik ve ertelemenin nice değerli çalışmalara mâni olması gibi.”

Yani sırf daha iyiyi ortaya koymak için nefsin uğrunda yorulduğu nice amel ertelenmiş sonra da hiçbir şekilde faydalanılmadan geçip gitmiştir. Böyle olanla hiç gayret göstermeden oturanın hâli aynıdır, ikisi de ortaya hiçbir şey koymamıştır.

diraase

22 Nov, 15:48


Ne zaman nefsim bazı konularda kendimi çok zorladığımı söylese, daha yüce amellere hâlâ daha ulaşamamış olmamı hatırlarım ve bununla aslında hâlâ daha onu gerektiği gibi yormadığım bana beyân olur.

diraase

21 Nov, 22:17


İmâm Ebû Bekr el-Âcurrî rahimahullah dedi ki:
Allah bizleri ve sizleri Hakk ehlinin kalplerini güçlendirenlerden kılsın.

eş-Şerîa 1/270

diraase

21 Nov, 11:59


Kalbin selâmetinin alâmetlerinden

قال عليه الصلاة والسلام: جعلت قرة عيني في الصلاة. فالصلاة راحة القلوب وقرة العيون وأنس النفوس وسعادة الدنيا والآخرة. فإذا من علامات سلامة القلب تعظيمه للصلاة.

الشيخ عبدالرزاق البدر


Nebî aleyhissalâtu vesselâm “Gözümün nûru (beni en çok sevindiren şey), namazda kılındı.” buyurdu. Dolayısıyla namaz, kalplerin sükûnu, gözlerin sevinci, nefislerin huzuru, dünyâ ve âhiret mutluluğudur. Öyleyse selîm kalbin delillerinden biri de, kalbin namaza olan tazîmi (ona gösterdiği önem ve hürmeti)dir.

Şeyh Abdurrezzâk el-Bedr

diraase

21 Nov, 11:56


قال ابن المبارك رحمه الله:
كتب إليّ سفيان الثوري: بُث علمك، واحذر الشهرة.

حلية الأولياء ٧٠/٧


İbnu’l Mubârek rahimahullah dedi ki:
Sufyân es-Sevrî bana şöyle bir mektup yazdı: “İlmini yay, ancak şöhretten sakın.”

Hılyetu’l Evliyâ 7/70

diraase

20 Nov, 17:34


https://sahehly.com/
موقع «صحح لي»

Sahhih-li sitesi kesinlikle önemli ve başarılı bir site. Elinizdeki arapça metni siteye yerleştirdiğinizde, metni imlâ ve nahv açısından düzeltiyor ve tamamını ya da belirli bir bölümünü harekelendirme seçeneği sunuyor.

#tavsiye

diraase

20 Nov, 17:18


«Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizlediklerini de bilir, açığa vurduklarını da.»

Bakara: 77

diraase

20 Nov, 07:16


Kötü kalbî ameller, gizli günahlardandır

من يظهر للناس أنه يحبهم ولكنه في حقيقة الأمر يبغضهم ويحسدهم، فقد وقع في ذنوب الخلوات القلبية. ومثله من يظهر لهم الصلاح وهو ليس كذلك، أو يظهر التعفف والصيانة، فإذا خلا بنفسه، استجلب الأفكار والخواطر الفاسدة: فإنه يُخشى عليه أن ينطبق هذا الوعيد الشديد الوارد في حديث (لأعلمن أقواما من أمتي يأتون يوم القيامة بحسنات أمثال جبال تهامة بيضا فيجعلها الله عز وجل هباء منثورا) وهو ضياع حسناته.

الشيخ محمد المنجد


Kim insanlara, aslında onları sevmediği ve hased ettiği hâlde seviyormuş gibi davranıyorsa, o kimse kalbin işlediği ‘gizli günahlar’a düşmüş olur. Aynısı, öyle olmadığı hâlde insanlara sâlihmiş gibi görünen, yahut iffetli ve kendisini sakınan biri gibi davrandığı hâlde nefsiyle baş başa kaldığında fâsid/kötü/ahlâksız şeyler düşünen kimse için de geçerlidir. Bu kimse için şu hadîste vârid olan şiddetli tehdidin başına gelmesinden korkulur: «Ümmetimden birtakım kimseler bilirim ki, onlar kıyâmet günü Tihâme dağları emsali (çok) ve bembeyaz (yani tertemiz) sevâblar getirirler de Allah azze ve celle o sevâbları saçılmış toz eder.» Yani, o kimsenin sâlih amelleri boşa gider.

Şeyh Muhammed el-Muneccid

———
Hadîsin devamında Sevbân radıyallâhu anh dedi ki: “Ya Rasûlallah! Bize onların sıfatlarını söyle, bize onları açıklayıp aşikâr et ki bilmeden biz de onlardan olmayalım”. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: «Bilmiş olunuz ki onlar sizin (din) kardeşleriniz ve sizin cinsinizden insanlardır. Sizin aldığınız gibi onlar da geceden (ibâdet nasibini) alırlar. Velâkin onlar, Allah’ın harâm kıldığı şeylerle tenha yerde başbaşa kaldıkları zaman o yasakları çiğnerler.» [İbn Mâce 3442]

diraase

20 Nov, 05:14


https://t.me/diraase/687

diraase

20 Nov, 05:14


‏﴿إن اللهَ خبيرٌ بما يَصنعُون﴾

diraase

19 Nov, 12:56


Kastettiğim mana, ilim talebi için evden çıkmaktan alıkoymak yahut çıkmayan kimsenin bu niyetle çıkanlardan üstün olduğunu söylemek değil. Evde olanın da ilimle iştigâl edebileceği ve kendisini yetiştirebileceğinin mümkün olduğu manasıdır.

diraase

19 Nov, 12:49


فنصيحتي لأخواتي المسلمات أن يلزمن البيوت ما استطعن لذلك سبيلاً ولا أدب أحسن من تأديب اللّٰه تعالى لأمهات المؤمنين رضي اللّٰه عنهن حيث قال لهن: ﴿وقرن في بيوتكن ولا تبرجن تبرج الجاهلية الأولى‏﴾.

الشيخ ابن عثيمين


Müslüman kız kardeşlerime nasihatim, ellerinden geldiğince evde kalmalarıdır. Allah teâlâ’nın, Mu’minlerin annelerine (radıyallâhu anhun) uyguladığı terbiyeden daha güzel bir edeb olamaz: «Evlerinizde kalın/karâr kılın ve (İslam öncesi) ilk câhiliye kadınlarının yaptıkları gibi güzelliklerinizi göstermeyin».

Şeyh İbn Useymîn

diraase

19 Nov, 12:49


“Evde Kur’ân hıfz edilir mi? Evde Arapça öğrenilir mi? Evde ilim taleb edilir mi?”
Evet. Hele de her şeyin elimizin altında bulunduğu böylesi bir zamanda evde her şey yapılabilir. Evinde bulunan kadın da bütün bunlara Allah’ın izniyle muvaffak olabilir. Evde olmak bunların hiçbirine engel değildir, bilakis tecrübe şunu göstermiştir ki, Rabbinin emrine itâaten evinde karâr kılan kadın, niyetinde hâlis olduğunda Allah ona imkânsızı dahi kolaylaştırır. Hatta kadına hayr kapılarını en çok açan şey onun evindeki istikrârıdır. Şayet böyle olmasaydı, «Evlerinizde karâr kılın» emrinin kendilerine indirilmiş olduğu kadınlara (radıyallâhu anhun) bu emirden hemen sonra evlerinde ne yapmaları gerektiğinin bildirilmesi -hâşâ- bir anlam ifâde etmez olurdu. Hâlbuki Allah subhânehu ve teâlâ bu âyetten hemen sonra şöyle buyurmuştur: «Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve Hikmet’i (Sünneti) zikredin/anın.» Kur’ân, Mu’min kadının evinde kalmasına ve evini bir medreseye çevirmesine işte bu âyetle teşvîkte bulunmuştur.
Onlar (radıyallâhu anhun) evlerinde kalmalarıyla birlikte, kadınların en fakihleriydiler. Demek ki kadının evinde kalması, garb kültürünün dikte ettiği gibi cehâlet ve geri kalmışlık değildir. Bilakis bu, İslâm kültürünün ve edebinin emrettiği üzere gerçek üstünlük ve ileriye taşınmışlıktır.

Allah subhânehu ve teâlâ kadına evinde istikrârı ona zulüm olsun diye emretmedi. Yahut ‘evlerinizde oturun’ emrini, onu hayr ve fazîletten mahrûm etmek için indirmedi. Fakat O bu emirle kadını koruma altına almış ve onun şânını yüceltmiştir. Bu emirdeki hikmeti, ve bununla kadına verilen üstünlük ve fazîleti görmeyenin kalbi amâdır.

Evinde istikrâr kılan, evinden çıkmayan bir kadın Rabb’inin rahmeti ve bereketine böyle olmayan kadından daha yakındır. Zira,

•Kadın evinde karâr kıldığında Rabb’inin «Evlerinizde kalın» emrine itâat etmiş demektir. Dolayısıyla kadın evinde durduğu -ve bunu ihtisâb ettiği- her an, Rabbine dâimî bir taat içerisindedir. Abdullah Belkâsım’ın bu âyetin tefsîrinde söylediği söz güzeldir: “Kadının evinde geçirdiği her an ibâdet, itâat ve Allah’a tâattir.. Evin yalnızca duvarlardan ibaret bir yer değil, sen bir mihrâb ve bir mescid içindesin.”

•Ev, kadın kul için en güzel edeb medresesi, benzeri bulunmayacak bir terbiye alanıdır. Bilhassa evini harâm ve bâtılın her türlüsünden koruyan kimse için. Zira o zaman o evde bir nûr, ve sâhiplerini kuşatan bir bereket hâsıl olur. Ve ayrıca ev; şerrden emânda olma, fitnelerden sakınma, harâmlardan uzak durma ve fâcir insanlardan uzaklaşma için kadın-erkek bütün kulların en temiz sığınağıdır.

Kul Allah’ın emirlerine ne kadar itâatkâr olur ve yasaklarından ne kadar kaçınırsa, Allah azze ve celle’nin o kula ihsânı ve bereketi o derece büyük olur.
Mu’min kadın evinde kaldığı zaman, ilme, güzel ahlâka, hayâya, terbiyeye, anne-baba yahut eşe itâate daha yakın olur. Böylece de bütün hayr kapıları ona açılır. Zira fazîlet ve üstünlük; sadece Rabb’e itaati ve O’nun emrine teslimiyeti tam ve güçlü olan mu’min kimsenindir, velev ki bu manâyı saptırmayı başarsalar da.

Mühim olan şu içinde yalnızca Allah’ın muttali olduğu et parçasını, kalbini, ıslâh etmen ve onu ihlâsla rızıklandırması için Allah’a duâ etmendir.
Kul yolunda Allah’ı kastettiği zaman, Allah o yolun engellerini giderir. Yeter ki kul niyetinde ‘muhlis’ olsun ve Rabb’inin şerîatındaki ‘her şeyin’ ancak ve ancak mu’minin hayrı ve izzeti için emredildiğinin şuurunda olsun.

Ben bilhassa çirkinlik ve fesâdın böylesine yayıldığı bir zamanda, müslüman kız kardeşlerime evlerinde kalmalarını nasihat ediyorum. Selef ve bundan önce bizim Nebîmiz sallallahu aleyhi ve sellem, fitne zamanında erkeklerin dahi evde kalmasını emretmiştir. Kalbin, nefsin ve amellerin selâmeti için; huşû, ihlâs ve takvâ nimetinin devamlılığı için, kulun fitne ve fesâd ortamlarını ve bu ortamlarda bulunan müfsidleri terk etmesi gerekir.

Keşke müslüman kadın, Allah’ın bu emrine boyun eğmenin ona hangi bereket kapılarını açacağını bir bilse. Keşke bir bilse! O zaman evine hapsedilse dahi onu dünyadaki tek özgürlük dârı, onu dünyâdaki tek cenneti bilir.

diraase

17 Nov, 22:03


İbn Teymiyye rahimahullah dedi ki:
Her kim Ebû Hanîfe’nin veya müslümanların diğer imâmlarının sahîh hadîse kasten muhâlefet ederek kıyasa yöneldiklerini düşünürse; onlar hakkında yanlışa düşmüş, ya zan ya da hevâsıyla konuşmuştur.

Mecmû'u’l-Fetâvâ | 20/304

diraase

17 Nov, 22:03


Her kim Ebû Hanîfe’nin gaflet ve töhmet ile tanınan [zayıf râvileri] diğerlerinden ayırt etmediğini/edemediğini sanıyorsa, gerçekten o bâtıl bir zanda bulunmuştur.

Abdurrahmân el-Muallimî | et-Tenkîl 1/423

diraase

17 Nov, 20:27


Şeytanın, aslında kalbinde “sâlih ve mukarreb (Allah’ın kendisine yakınlaştırdığı) bir kul” olma arzusu büyük olan kula en büyük oyunu, onu günahlarıyla meşgul etmesidir.

Öyle ki şeytan kulun gözünde günahlarını büyütür, onların altında ezilmiş olduğunu kula vehmettirir ve utancını tevbe ameline gâlip getirir. Tâ ki kul Allah’ın kendisine olan rahmetini küçümsesin ve arzu ettiği salâha ve kurbiyete erişebileceğine olan inancını yitirsin. Çünkü şeytan bilir ki, kalbi Allah’ı arzu eden -ama O’na ulaşmanın yollarını bilmeyen- kulu, Allah’tan ancak bu utanç uzaklaştırabilir. Hâlbuki Allah’tan gerçek utanç ve hayâ, O’nun hudûdunu aştığında O’ndan afv ve mağfiret dilemektedir, tevbeyi terk edip hatasına devam etmekte değil, çünkü Allah, kulunu her hâl üzere görendir.

Sonunda şeytân bu günahlarından duyduğu utanç sebebiyle kulu sâlih ameller işlemekten ve öne geçenlerden olmaktan alıkoyar. Ve kul günahkârken Allah’a ibâdeti artırmanın anlamsız olduğu vehmine kapılır.

Bir de bundan daha kötüsü vardır. -Kalbi Rabbini arzu etmesine rağmen- kulun, zaten günahkâr olduğunu söyleyerek yeni günahlara düşmekten kaçınmayacak duruma gelmesidir. O, günahlarının çok olduğunu bahane ederek onlardan sakınmayı terk eder, ama bununla birlikte onların çokluğu onu aldatır ve yeni günahlar işlemek onun için bir şey ifâde etmez hâle gelir. Zira o, günaha battıkça kurtuluşu uzak görmektedir. Hakîkatte ise o günah işlemeyi Allah’a tevbe etmekten daha kolay gördüğü için Allah onu bu zannıyla baş başa bırakmıştır.

O şöyle der: ‘Ben nefsinde günahların dolu olduğu bir beşerim. Bir hayr işleyecek olsam, onun karşısında duracak bin günahım var. Bunca günah beni çevrelemişken hangi sâlih ameli, ne diye işleyeyim?’
Hâlbuki o, günahlarına rağmen sâlihâtını artırma gayretinde bulunsa Allah onun kalbinde bir nûr kılacaktır. Sonra o nûr günahların karanlığına gâlip gelecek ve sonra -Allah’tan bir ikrâm olarak- içinde bulunduğu günahlar onun nefsine adım adım çirkin gelmeye başlayacaktır.

Ey Allah’ın kulu,
Seni “sâlih” olmaktan, seni muhlisler zümresine dâhil olmaktan, seni muttakîlerin kervanına yetişmekten geri bırakan tek şey; senin kendi nefsindir. Sakın Rabbini ‘Beni sâlihlerden kılmadı’ diye suçlama. ‘Beni seçmedi, beni geride bıraktı’ diyerek İlâh’ına zannında haddi aşma. O seni zaten ancak sen mukarrebîn kâfilesine yetişesin, sen O’na ‘koşasın’ diye yarattı. Bu senin Rabbini değil, Rabbinin seni sınamasıdır. Harekete geçmesi gereken, geri kalma sebebini kendinde bulması gereken “sen”sin.

Koştuğun yolda, ya yoldan vazgeçesin ya da devam edip sıdkını gösteresin diye engellerle karşılaşırsın; Allah ve Rasûlü ﷺ bunu “fitneler” olarak adlandırmıştır. O fitnelerin ucu, ona meyleden için ancak günaha dayanır. Bununla birlikte bu engeller olmadan O’na varabilen olmamıştır, -rasuller müstesnâ- kimse günahlardan uzaklaştırılıp masûm kılınmamıştır.

Sen, fitnelerin her adımımızı yakaladığı bu zamanda Rabbine yürüyenlerden ol. Bu ne şikâyetlenme, ne de gökten insanlığı ıslâh etsin diye mucize inmesini bekleme zamanıdır. Rasûlullah ﷺ’in kavlini hatırla: «Fitne günlerinde yapılan ibâdet, bana hicret etmek gibidir.» Bu zaman, ibâdet zamanı ve Allah’ın ‘kalplere’ bakıp sıddîkları seçtiği, sıdk ile itaat etme zamanıdır.
İmtihân itaat etmededir. Hicret Allah’a ve Rasûlüne ise, sefer meşakkatsizdir.

O’nun yolunda koşanlardan olabilmek ve kâfilenin başına varabilmek için O’na duâ et, çünkü bu yol duâ olmadan yürünmesi mümkün olmayan, Allah’a sâdık yönelişin gösterilmesi elzem şerefli bir yoldur.

Bizi bu zamanda kurtaracak şey, günahlara en azından kalbimizle buğz edip Allah’a ibâdeti artırmaktır.
Günahlarının bir kısmını terk edemesen de, onlar seninle birlikte diye Allah’a giden yolu da terk etme. Sen istikâmet yolunda ilerlemeye bak. Olur da (fitneye) düşersen, ‘tevbe’ ile ayağa kalk.

“Yazıklar olsun sana, kendini hor görme! Çünkü tevbe eden O’nun sevdiğidir. Kim O’nun önünde kırılırsa (inkisâr), o iyileşir. İflâs ettiğini kabul etmen gerçek zenginliktir. Başını pişmanlıkla eğmen gerçek itibardır. Hatanı itiraf etmen doğruya tam isâbet almandır.” [İbnu’l Kayyim]

diraase

17 Nov, 06:22


İnsan eceline bir saat kaldığını bilse ne dünyalık bir şeye hevesi kalır ne de bir hayrı terk etmeye bahanesi. Fakat dünyadan elde edilecek olana umutla aldanıyor ve ölümü uzak sanıyoruz. Hâlbuki ne kadar uzak olsa da, hakîkati aldatıcılığına gâlip gelen şey, her zaman her şeyden daha yakındır.

diraase

16 Nov, 22:40


قصيدة الأعشى الكبير في مدح رسول الله صلى الله عليه وسلم..

diraase

15 Nov, 14:16


Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhabbetten bahsediyoruz, kıyâmet günü Ona ﷺ en yakın olanlardan olmayı, Onunla ﷺ aynı Cennette bulunmayı ve Onun ﷺ Havd’ından içmeyi ümit ediyoruz. Hatta bazen Onu ve Onun Sünnetini müdafaa ederken çok da hamâsî davranıyoruz. -Öyle ki kimi zaman samimi(!) öfkemizden nefsimizde ve toplumda Onun ahlâkını terk edebiliyoruz-.

Peki bu yüce menzil için yaptığımız şey nedir? İddialarımızın, bizi arzu ettiğimizi sandığımız mertebeye eriştirmesine ne kadar güveniyoruz? Gerçekten Allah Rasûlünün aleyhissalâtu vesselâm emirlerine ve nehiylerine karşı tavrımız ve duruşumuz nedir?

Hayâtımıza bakıp kendimizi tanımalıyız. Biz dünyada ne isek, âhirette oraya lâyık olacağız.

Nebî ﷺ bu hadîste Ona ﷺ uzak olan üç sınıftan bahsediyor:
• Çok ve boş konuşan kimseler
• Kendi söylediği sözü beğendiği ve karşısındakini de aşağıladığı için ağzını eğip bükerek konuşan kibirli kimseler
• İnsanlara, konuştukları sözleriyle veya davranış biçimleriyle onlardan üstün olduğu hissiyatı vererek kibirlenen kimseler

Bu sınıftan herhangi birine dâhil olmak, kıyâmet gününde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in en buğz ettiği kimselerden olmamıza sebebiyet veriyor. Ona en uzak olmamızın nedenlerinden biri oluyor.

Düşünelim, sosyal medyada bile bir gün içinde kaç kez boş konuşuyoruz?, faydasız ve anlamsız kaç söz söylüyor da insanları meşgul ediyoruz?
Kaç kez ‘çok’ konuşuyoruz, aklımıza her geleni yazıyoruz? Gereksiz her şeyi, her şeyimizi ortaya koyuyoruz?
Birilerinden daha üstün, daha âlim olduğumuzu kanıtlamak için, karşımızdakini daha hakir, daha alçak ve daha basit gösterebilmek için, kelimelerimizi süslüyor ve daha bilgili olduğumuz imajını veriyoruz?
Başkalarına karşı bilerek, isteyerek, kastederek üstünlük taslıyor ve nefsimizde kibir saklıyoruz?
Bir başkasını alçak görmek ve diğerlerine de öyle gösterebilmek için verilen mücâdele, asla ve asla bir Müslümanın mücâdelesi olamaz bunu bildiğimiz hâlde.

Acaba biz ulvî bir makâmı arzu ederken, Allah -subhânehu ve teâlâ- ve Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- indinde hiçbir değeri olmayan, ahlâkıyla kınanan, edebiyle hakîr bırakılan bir kul olduğumuzun korkusunu tek bir gün yaşadık mı?
Allah ve Rasûlü acaba gerçekten beni seviyor mu? diye bir gün oturup nefsimizle yüzleştik mi?

Bugün ahlâkımızla neredeysek, yarın âhirette ahlâkımızın keremiyle orada olacağız.
Bugün Rasûlullah’ın ﷺ ahlâkı ile bulunan, Onun ﷺ ahlâkı ile ahlâklanan; Ona ﷺ en çok benzeyen ve en yakın olandır. Dünyâda Ona ﷺ yakın olan ise, âhirette de Allah’tan bir fadl ve nimet olarak Onun ﷺ yakınlığına mazhar olanlardan olacaktır.

diraase

14 Nov, 23:41


قال الإمام أحمد:
يحسّن القارئ صوته بالقرآن، ويقرؤه بحزن وتدبر.

الآداب الشرعية ٢/‏٣١١


İmâm Ahmed dedi ki:
Kâri sesini Kur’ân’la güzelleştirir, ve onu hüzün ve tedebbürle okur.

el-Âdâbu’ş-Şer'iyye 2/311

diraase

14 Nov, 23:35


Her şeyi görüyoruz ve her şeyi konuşuyoruz. İntihar eden bir toplum olduk.
Ne kadar da gereksiz olduk. Şereflice ve haysiyetlice ölümü bile hak etmedik, konuşmayalım.
Susalım ama iman edelim. Konuşalım ama hak edelim.
Sözün haysiyeti kalmadı, imanın ve izzetin manası kalmayınca.

| Mehmet Emin Akın

diraase

12 Nov, 21:30


Ya bu gece son gecen ise, ve bu gece amel defterin kapanacaksa?
Kendinden râzı mısın ey nefis?
Sen bile kendinden râzı değilken Rabb’inin senden râzı olmasını mı beklersin?..

Rabb’imiz bizi Sen’inle buluşmaya hazır, ve Sen’inle buluşmayı sevenlerden kıl.

diraase

11 Nov, 23:16


Kimi başında taçla doğar, kimi elinde kılıçla. Ben kalemle doğmuşum. İnsanlar kıyıcıydılar, kitaplara kaçtım. Kelimelerle munisleştirmek istedim düşman bir dünyayı...

Mağaradakiler, Cemil Meriç

diraase

11 Nov, 20:48


Özelde Müslüman “gençler” ümmetin kalkınması, dirilmesi, şerîatin öğretilmesi, ilme yönelim, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in mîrâs bıraktığı dînin hâmileri ve cihâdın mücâhidleri olma yolunda dinçliğe, çalışkanlığa, azim ve atılganlığa sahip olmalıdırlar. Üzerinizden yılgınlığı atın ve müstakbele basiretle bakın.

Müslüman gençler eğer bugün bu sorumluluğu bütün benlikleriyle sahiplenmez, İslâm’ın ensârı olmak ve Allah yolunda Allah’ın kendilerini dilediği biçimde kullandığı kimselerden olmak uğrunda fedâkâr olmazlarsa, bu yükü ağır bulurlarsa, bunu yiğitler gibi asâletle taşımaktan kaçarlarsa, nefislerinin rahatlığını bozmaktan imtinâ edip en küçük mevzide bile, bu dîne hizmet etmenin basit bir bedelini ödemekten bile yorgunluk duyarlarsa; izzeti zillete sattıklarını bilsinler. Ebedî istirâhati bir anlık rahatlığa tercih ettiklerini bilsinler.

Mesele yalnızca bundan ibâret; ya bu emâneti hakkıyla omuzlamak, ya da emânetine ihânet edenlerden olmak.

Sen, Allah’ın hakkında şöyle buyurduğu kimseler olmaktan sakın: «Onlar dünya hayâtını âhirete tercih ediyorlar» , «Dünyâ hayâtına râzı oldular ve onunla tatmin oldular» , «Dünyâ hayâtı onları aldattı» , «Hayır, siz geçici olan dünyâ hayâtını seviyorsunuz» , «Gerçekten onlar, fânî olan dünyayı seviyorlar» , «Îmân ettikten sonra Allah’a küfredip, gönlünü küfre açanlara Allah katından bir gadab vardır, ve onlara büyük bir azâb vardır. • İşte bu, onların dünyâ hayâtını âhirete tercih etmeleri ve Allah’ın hiç şüphesiz kâfirler topluluğuna hidâyet vermeyecek olması sebebiyledir.»

Sen kalbi ulvî amellere iştiyâk duyan yüce kimselerden, Allah’ın kitâbında kendilerini şöyle zikrettiği kimselerden ol: «Fakat Rasûl ve beraberindeki Mu’minler, mallarıyla ve canlarıyla cihâd ettiler. Onlar, bütün hayrlar işte onlarındır. Ve onlar, kurtuluşa erenler işte onlardır.» ,«Mu’minlerden öyle adamlar vardır ki, onlar Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar.» ,«Muhammed Allah’ın Rasûlüdür. Onunla beraber olanlar, kâfirlere karşı şedîd, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükû ve secde eder hâlde, Allah’ın lütuf ve rızâsını arzuladıklarını görürsün. Secde eserinden, alâmetleri yüzlerindedir.» , «Allah’tan bir fadl ve rızâsını dilerler, ve Allah’a ve Rasûlüne yardım ederler. İşte onlar, sâdıkların ta kendileridir.»

Ey Müslüman genç;
Ümmeti boş veren ve Allah’ın rızâsını kazanmayı başkasına bırakan kimselere bakma. Toplumunda uyandırıcı olmayı basit bulma. Tembellik edip işi başkalarına bırakma. İnsanların ahvâline bakıp izzetin ibresini onların yaşamında arama. Ümidini yitirip de savaş meydanından dönüp kaçma! Bu ya korkakların, ya da âcizlerin vasfıdır.

Bugün senin, ümmetin ıslâhı için ayağa kalkman yalnızca senin nefsin için bir kurtuluş değil. Senin kıyâmın, bütün bir ümmetin geleceğini ilgilendiriyor. Senin kıyâmına yalnızca sen muhtaç değilsin, Ümmet senin kıyâmına ve senin ıslâhına muhtaç.

Basit meselelerle ömrünü hebâ etme.
Büyük düşün. Büyük amel işle. Büyük işler için hazırlıklı ol. Ümmet için büyük bir şey yap! Bu ümmetin büyük adamlara, asil adamlara, aziz adamlara ihtiyacı var. En muhtaç düştüğü zamanda ümmetinin hâcetini gideren o cömert mükrimlerin mükâfâtı ne büyüktür! Ve o nefisler ne yüce nefislerdir!

Rabbimiz, bizi yalnızca Senin uğrunda kullan. Bize hidâyet et, bizimle hidâyet et. Bizi ıslâh et ve bizimle ıslâh et.

diraase

11 Nov, 20:46


Ümmetin içinde olduğu acıların dehşetine ve vahşetine, yüzüstü bırakılmış ümmetin çaresizliği ve aczine, fesâd ve iğrençliğin yayılıp yakınlaşmasına rağmen hâlâ en büyük meselemizi “Dînimiz” kılamamışız. İslâm lime lime doğranıyor. Hâlâ içerisinde bulunduğumuz durumun farkında değiliz. Hâlâ üzerimizdeki sorumluluğun ciddiyetini üstlenmemekteyiz.

Yaşananların her geçen gün Allah’a ve mu’minlere karşı utanç ve mahcubiyeti, kâfirlere karşı öfke ve gadabı büyütmesi gerekirken, gün geçtikçe müslümanların davalarıyla olan ihtimâmı zayıflıyor ve bu da onları onlara hiçbir fayda vermeyen, bilakis zararı büyüten yeni davalar(!) edinmeye sevk ediyor. Kimisi ise mensubu olduğunu iddia ettiği dininden bihaber, dünyevî tamahlarıyla meşgul.

Bu çirkinlikler ve müslüman toplumu bölük bölük yutan münkerler Müslümanlar indinde normalleşmeye başladı, bunları alenen inkâr etmenin üzerimize farz olduğu gerçeğinden kaçıyoruz.
Ümmeti parçalayan katliamlar bize normal gelmeye başladı. Alıştık. Kim ne derse desin, alıştık! Kim bu sahnelere aşinalık duyuyor ve artık etkilenmiyorsa onun kalbi mühürlenmiştir. Bu kimseler içinse Allah’ın sünnetinde elbet bir cezâ vardır. Allah subhânehu ve teâlâ’dan aczimizi bağışlamasını umuyoruz..

Müslümanların başına gelenler ve onların katledilip öldürülmesi sebebiyle gelecek olan büyük bir şerri bekliyorum, bütün insanlık da bekliyor, beklesin. Bunu ğaybtan haber vermek ya da korkutmak için söylüyor değilim. Ben Allah’ın kâinâttaki sünnetine karşı önce nefsimi ve sonra müslümanları uyarıyorum. Kur’ân’ın bize hatırlattığı ibretleri hatırlatıyorum. «Sizden önce nice sünnetler (Allah’ın zulümleri neticesinde helâk ettiği kavimler) gelip geçti. Yeryüzünde gezin de yalanlayanların âkıbetinin ne olduğuna bir bakın.» Âli İmrân: 137
«Günahkârların âkıbetinin ne olduğuna bir bakın.» Neml: 69
«Fesâd çıkaranların âkıbetinin ne olduğuna bir bak.» Neml: 14
«Zâlimlerin âkıbetinin ne olduğuna bir bak.» Kasas: 40
«Uyarılanların âkıbetinin ne olduğuna bir bak!» Sâffât: 73

diraase

09 Nov, 21:26


“Denklem budur ey Allah’ın kulu”

diraase

09 Nov, 01:24


“Birçoğumuz dinî durumunun ‘düzgün’ olmasına aldanmakta..”

diraase

08 Nov, 10:37


« Müslüman kardeşim! Senden istediğimiz, kapsamlı bir azimdir. İlim ve amelde azim, davet ve cihadda azim, iman, yakîn, sabır ve rızada azim. Hakkı haykırmada ve iyiliği emretmede azim. Nefisleri ıslah etmede ve insanları hidayete ulaştırmada azim.

Sadece bir alanla seni sınırlayacak eksik bir azim istemiyoruz. İslami faaliyet alanlarında; tam, kapsamlı ve mükemmel bir azim istiyoruz. Bunu, İbnu’l-Kayyim’in Allah ona rahmet etsin, söylediklerinden daha güzel bir yerde bulamadım. O, değerli kitabı; “Tariku’l-Hicrateyn ve Bâbu’s-Saadeteyn”de şöyle der:

“Onların arasında; her vadide Allah’a yönelenler, her yoldan O’na ulaşanlar vardır. O, ibadeti nerede ve nasıl olursa olsun kalbinin kıblesi ve gözünün bebeği yapmıştır. Kulluk neredeyse, onu orada bulursun. İlimde onu ilim ehli ile birlikte, cihadda mücahidlerin safında, muttakiler arasında namazda, zikredenler ile birlikte zikirde, muhsinlerin arasında ihsanda ya da Allahu Teâlâ’ya tevbe edenler ile birlikte veya sevgililer grubu içinde, Allah’a sevgi, yakınlaşma ve tevekkül içinde bulursun. İbadet edenlerin sayısı azalsa da, o devam eder. Eğer ona: “Bu amelleri işlemekteki amacın nedir?” diye sorulursa der ki: “Ne olursa olsun, nerede olursam olayım, Rabbimin emirlerini, istenenleri yapabildiğim kadar yerine getirmek istiyorum.. Amacım sadece onları uygulamak, onları yerine getirmek ve bu konuda Rabbimin rızasına ermek, ruhumla, kalbimle ve bedenimle O’nunla meşgul olmaktır. Karşılığını umar bir halde O’na sattığım şeyi teslim ettim. Rabbim şöyle buyurur:
Allah mü’minlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır” [Tevbe Sûresi: 111] »

Süleyman Davud
-alıntı

diraase

07 Nov, 21:54


Birkaç gündür basitliğine rağmen çözümleyemediğim bir şeyle uğraşıyorum. Olumlu sonuç alma ümidiyle her seferinde istiâze ve besmeleyle çabaladığım hâlde olumlu sonucu alamadım. Bugün yeniden başına geldim, yeniden istiâze ve besmele okudum ve ardından şu nebevî dûayı ettim:

«اللَّهُمَّ لَا سَهْلَ إِلَّا مَا جَعَلْتَهُ سَهْلاً، وَأَنْتَ تَجْعَلُ الْحَزْنَ إِذَا شِئْتَ سَهْلاً»
«Allah’ım, Senin kolay kıldığından başka kolay yoktur. Sen, dilediğin zaman zoru kolay kılarsın.» [İbn Hibbân 974]

SubhânAllah günlerdir uğraştığım şey saniyeler içinde büyük bir kolaylıkla halloldu.

İşin başından beri her seferinde Allah’ın adıyla başladığım hâlde hallolmayan mesele, kalben gerçekten olacağına inandığım ve bunun için duâ ettiğimde ve olmayacağına dâir en ufak bir ümitsizlik taşımadığımda saniyeler içinde halloldu.

‘Tevekkül’ün mücerred Allah’a güvenmek ya da havâle etmek demek olmadığını bir kez daha öğrendim. Tevekkül, kulun azmi ve çabası olmadıkça anlamsızdır. Bu azim kimi zaman da ubûdiyyette Allah’a tam teslimiyeti göstermek ve O’nun sana yardım edeceğine dair asla bir şüphe taşımadan içtenlikle O’na duâ etmektir. Çünkü bazen kuldan sâdır olacak azim ‘duâ’dır.
Yoksa meseleyi Rabbine olan güveninle yalnızca Allah’a bırakmak tevekkül değildir. Bazen tevekkülü kalbimizde Allah’a olan tam ve güçlü bir güvenle sınırlıyor, bu yüzden dilimizle isterken çok içten olmada kusurlu kalıyoruz. Zira bu güveni öyle büyük hissediyoruz ki Allah’ın kalbimize şâhid olmasını yeterli buluyor ve dilimizle öylesine söylemenin yeterli olacağı inancına kapılıyoruz.

Hâlbuki gerçek tevekkül, dille söylerken Allah’a ‘kalp ile de yönelerek’ kalp ile de ‘amel’ edebilmektir. Yani bir şeyi Allah’ı sadece dil ile zikrederek Allah’a bırakmak başka, bir şeyi Allah’ı kalpten/kalbin diliyle de zikrederek Allah’a bırakmak çok başkadır.

Keşke en ufak, en önemsiz gördüğümüz işimizde bile Allah’a içtenlikle yönelmenin fıkhına erebilsek. Tirmizînin rivâyet ettiği zayıf bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: «Sizden biriniz Rabb’inden ihtiyâçlarının tümünü istesin, hatta koptuğu zaman terliğinin ipini dâhi (Rabbinden istesin)!»

Enes radıyallâhu anh dedi ki: “Sizden biriniz Rabbinden bütün ihtiyaçlarını, hatta koptuğu zaman terliğinin ipini dahi istesin. Hatta Rabbinden tuzu bile istesin.”

Âişe radıyallâhu anhâ dedi ki: “Allah’tan her şeyi isteyin. Ayakkabının bağını dahi isteyin. Çünkü eğer Allah azze ve celle kolaylaştırmazsa, hiçbir şey kolay olmaz.”

Bu insana belki çok anlamsız belki de basit gelir, fakat aslında en basit şeyi en Azîm olandan istemek, istemenin ve ubûdiyyetin en belîği, en üstünüdür.
Zira bu, kulun acziyetini gösterip, Rabb’inin azametini itirâf etmesidir.
Kulun ‘kul’ olduğunu ikrâr edip, Allah’ın Rabb olduğunu tasdîk etmesidir.

Bilakis bu gerçek bir ibâdettir.
İbâdetin şuuruna hakîki olarak ermektir.
Bu dünyanın sadece büyük meselelerinde değil, en küçük ihtiyâcını dahi Rabb’ine havâle etmeyi bilen, Rabb’ini ‘Rabb’ olarak ikrâr etmiş demektir.
Çünkü eğer Allah azze ve celle kolaylaştırmazsa, hiçbir şey kolay olmaz.”

#dualar

diraase

07 Nov, 18:07


«Umulur ki siz bir şeyi kerih görürsünüz de, Allah onun içinde pek çok hayr kılmıştır..»

Nisâ: 19

diraase

07 Nov, 11:54


İzzet taşıyan hür bir nefiste bazı günahların kefâreti, yalnızca Allah yolunda şehâdettir.

İşte bu yüzden gurur sâhibi hür kimseler cihâd ehlinin çoğunluğunu oluştururlar. Onlar Allah yolunda öldürülmeyi onun yerinde arzularlar.

Onlar tevbeyi, mağfireti ve tertemiz olmayı isterler. Onlar günahlarından tevbe etmiş ve onlara bir daha asla dönmemiş olsalar ve sâlih amellerini artırmış olsalar bile, Rabblerinden duydukları utancın büyüklüğünden, günahları onların canını yakmış ve göğüslerinde ağırlaşmıştır. Çünkü onlar, âlemlerin Rabbine samîmî bir dönüş, samîmî bir şükür ve samîmî bir rızâ göstermek için ‘fedâ olmak’tan başkasını bulamamışlardır.

Onlar ki, onların kalpleri Allah’ın zikrine karşı korku duyanlardır!

Gururlu, hür olana O’nun sebîlinde bir çıkış yolu açan; yahut da (geri kaldığı için) kederden ve Rabbinden hayâsından ölene bir çıkış yolu kılan Allah ne yücedir.

Dr. Leylâ Hamdân

diraase

07 Nov, 11:50


• Nusretten âciz kalana azâb var mıdır?

«Güçsüzlere, hastalara ve (seferde) sarfedecek bir şey bulamayanlara, Allah’a ve Rasûlüne karşı sâdık ve samimi oldukları takdirde (cihâddan geri kaldıkları için) bir günah yoktur. Muhsinlere (kınama ve cezâ) için bir yol yoktur. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. • Kendilerini bindirip (cepheye) sevk edesin diye sana geldikleri zaman, senin, “Sizi bindirebileceğim bir şey bulamıyorum” dediğin; bu uğurda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselere de bir günah yoktur.»

Âyet, çaresiz kalanların azâbtan kurtulmaları için ‘bir şart’ zikretmiştir: “Allah ve Rasûlü için nasîhat etmeleri (yani Allah’a ve Rasûlüne karşı sâdık olmaları).

es-Sa'dî âyetin tefsîrinde dedi ki: “İşte bu kimselere; Allah ve Rasûlü için nasihat etmeleri şartıyla bir günah yoktur. (Bu nasihat) îmânlarında sâdık-samimi olmaları, eğer güç yetirebilseler muhakkak cihâd edeceklerine dâir niyetlerinin ve azimlerinin olması, ve (insanları) cihâda teşvîk edip şevklendirme ve rağbet ettirmede ellerinden geleni yapmalarıdır.”

el-Bikâî de şöyle der: “İşte onlar o vakit, sâdık îmânlarından kaynaklanan bu hâl üzere, cihâddan geri kalmalarına acı duymalarıyla ve ne zaman mümkün olsa cihâda çıkacak azmi taşımalarıyla; "muhsinler" olmuş olurlar.”

Ve işte bu sıdkın ne olduğunu, bir sonraki âyet ispat eder: «.. bu uğurda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı, üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönerler..»

Onlar öyle kimselerdir ki yapmaları gereken bu farzın onlardan düşmesiyle rahatlayıp sevinmezler. Bilakis ‘bütün sıdkları ve içtenlikleriyle’ keşke koşullar ve durumlar değişse de üzerlerine farz olanı yerine getirebilseler diye arzu ederler.

diraase

06 Nov, 18:58


Baştaki göz (basar) harâmla karardığı zaman, Allah kalpteki gözü (basîreti) aydınlatmaz.

“Bakış (harama nazar etme) şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah teâlâ için gözünü çevirirse, onda güzel bir tat meydana getirir. Allah teâlâ ile karşılaşacağı gün onu kalbinde hisseder.”
[Mecmûu Taberânî 8/63]

“Müslümanlardan herhangi birisi bir kadının güzelliğine bakar da sonra görmemezlikten gelirse -yani gözünü ondan çevirirse-, Allah teâlâ ona bir ibâdet verir ki onda bu yaptığına karşılık tatlılığını bulur.”
[Musned 5/264]

Harama bakmak kalbi ifsâd eder, onda bozukluklar meydana getirir. Şeytan “bakış” ile kulun kalbini meşgul etme, onun için faydalı olan şeyleri unutturma, kalbi ile arasını açma, yaptığı iyi şeylerden nefret ettirme ve gaflet ile hevâsına uymaya onu sürükler. Bu hususta Allah subhânehu ve teâlâ şöyle buyurur: «Adımızı anmayı kalbine unutturduğumuz ve hevâlarına/arzularına kapılmış/tâbi olmuş kimselere uyma.» Kehf: 28

Kalp ile göz arasında bir geçit ve bir yol vardır. Göz bozulduğunda, kalbin bu geçidi bozulur. Ve böylece kalp de bozulur.

Harama bakmak kalbin, hakkı bâtıldan, sünneti bid'atten ayırma vasfını ifsâd eder. Ama Allah teâlâ için gözünü haramdan sakınması kişiye sâdık bir feraset kazandırır ve böylece onunla temyiz (iyiyi kötüden ayırt) eder.

Sâlihlerden biri şöyle dedi: “Kim zâhirini sünnete ittibâ ile içini de murâkabe ile geçirir, gözünü haramdan korur, nefsini şüphelerden sakınır ve helâl ile beslenir ise ferâsetinde yanılmaz.”

İbn Teymiyye rahimahullah dedi ki:
“Gözü harâmdan sakınmak, kalpte bir nûr ve bir firâset mîrâs bırakır. Allahu teâlâ ise kulunu, işlediği amelden daha güzeli ile mükâfâtlandırır; bu yüzden kul gözünü harâmdan sakındığı zaman, Allah onu bundan daha hayırlısı ile mükâfâtlandırır ve onun basîret nûrunu aydınlatır. Ona ilim, marifet, hakîkat ve bunun gibi kalbin basîretine ulaşan kapıları açar.”

Cezâ amelin cinsine göredir. Kim Allah teâlâ’nın haramlarını görmemezlikten gelirse, Allah teâlâ da onun basîretinin nûrunu alır.

diraase

06 Nov, 18:57


منزلتك عند الله كمنزلته عندك إذا خلوت.

الشيخ عبدالعزيز الطريفي

Senin Allah indindeki menzilin, yalnız kaldığında O’nun senin yanındaki menzili ne ise, odur.

Şeyh Abdulazîz et-Tarîfî



وما أجملَ العبد يرى الناس إذا خَلَوا انتهكوا محارم الله، أن يكون على الضدّ كلما خلا أسرع إلى الله!
‏فكأنما هو ينتظر الساعة التي يخلو فيها بالله!

د. وجدان العلي

İnsanların tenha yerde yalnız kaldıkları zaman Allah’ın harâm kıldığı şeyleri çiğnediklerini görürken; kendisi bunun zıttı olan, her yalnız kaldığında Allah’a süratle koşan kuldan daha güzeli kimdir?
Sanki o, Allah ile baş başa kalacağı saati bekler gibidir!

Dr. Vicdân el-Ali



عمر بن الخطاب رضي الله عنه:
أوصيكم بالله، إذا بالله خلوتم.

شعب الإيمان ١٤٠/٩

Ömer b. el-Hattâb radıyallâhu anh dedi ki:
Allah ile yalnız kaldığınız zaman, size Allah’ı (O’ndan korkup sakınmanızı) öğütlüyorum.

Şuabu’l-Îmân 9/140

diraase

05 Nov, 15:05


Bir adamın aklındaki noksanlık, onun doğruyu bildiği hâlde onu tevîl ederek reddetmesiyle; bir kadının aklındaki noksanlık, doğruyu bildiği hâlde onun doğruluğundan şüphe etmesiyle ortaya çıkar.

Üzerinde biraz düşünün, bunun böyle olduğunu fark edersiniz.

diraase

05 Nov, 08:23


«اللَّهُمَّ بَاعِدْ بَيْنِي وبيْنَ خَطَايَايَ، كما بَاعَدْتَ بيْنَ الْمَشْرِقِ والمَغْرِبِ، اللَّهُمَّ نَقِّنِي مِنَ الْخَطَايَا كَمَا يُنَقَّى الثَّوْبُ الأَبْيَضُ مِنَ الدَّنَسِ، اللَّهُمَّ اغْسِلْ خَطَايَايَ بِالْمَاءِ وَالثَّلْجِ وَالْبَرَدِ»

«Allah’ım, benimle günahlarımın arasını, doğu ile batı arasını uzak kıldığın gibi uzak kıl. Allah’ım, beyaz elbisenin kirden temizlenmesi gibi, beni de günahlarımdan temizle. Allah’ım, günahlarımı suyla, karla ve doluyla yıka.» [Buhârî 744]

#dualar

diraase

04 Nov, 11:41


• Allah’a isyan aç olana uzak, tok olana yakındır

قال ابن رجب رحمه الله:
‏قلة الغذاء توجب رِقَّة القلب، وقوة الفهم، وانكسار النفس، وضعف الهوى والغضب، وكثرة الغذاء توجب ضد ذلك.

[جامع العلوم ٧٩١]

İbn Receb rahimahullah dedi ki:
Az yemek kalbin inceliğini, anlamanın kuvvetli olmasını, nefsin (arzularının) kırılmasını, öfke ve hevânın zayıflamasını kaçınılmaz kılar. Çok yemek ise bunların tersini zorunlu kılar.

[Câmiu’l Ulûm 791]

Fazla (yani ölçüsüz) yemek bir çok şerrin-kötülüğün sebebidir. O azâları günah işlemeye kışkırtır, ibâdet ve sâlih amellerde onu yavaşlatır ve tembelleştirir. Nebî ﷺ buyurdu ki: «Âdemoğlu midesinden daha şerli bir kap doldurmamıştır. Âdemoğluna belini doğrultacağı kadar birkaç lokma yeterlidir.»

Nice günahlar vardır ki, sebebi tokluk ve ölçüsüz yemektir ve nice ameller de bu sebepten dolayı günaha dönüşmüştür. Bu nedenle denilmiştir ki: “Tokluk, şehvetlerin mızrağıdır.”

قال ابن قدامة رحمه الله:
‏من أبواب الشيطان الشبع فإنه يقوي الشهوة ويشغل عن الطاعة.

[مختصر المنهاج ١٤٩/١]

İbn Kudâme rahimahullah dedi ki:
Tokluk, şeytânın (girdiği) kapılardan bir kapıdır. Zira o şehveti güçlendirir ve ibâdetten de alıkoyar.

[Muhtasaru’l-Minhâc 1/149]

Tokluğun, insanı ihtirâslarına mahkûm etmesinin delîli olarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in orucu vasiyet ettiği hadîsi yeterlidir. O ﷺ hadîsinde oruç tutmayı öğütledikten sonra şöyle buyurmuştur: «Çünkü oruç, şehvet için koruyucudur.»

قال الإمام الشافعي رحمه الله:
‏الشبع يثقل البدن، ويزيل الفطنة، ويجلب النوم، ويضعف صاحبه عن العبادة.

[جامع العلوم ٨٩٧]

İmâm Şâfiî rahimahullah dedi ki:
Tokluk bedeni ağırlaştırır, firâseti giderir, uykuya sebebiyet verir ve sâhibini ibâdete karşı zayıflatır.

[Câmiu’l Ulûm 897]

قال الفضيل رحمه الله:
خصلتان تقسيان القلب كثرة الأكل والكلام.

[ربيع الأبرار ٢٠٨/٣]

Fudayl b. İyâd rahimahullah dedi ki:
İki haslet vardır ki kalbi katılaştırır: çok yemek ve çok konuşmak.

[Rebîu’l-Ebrâr 3/208]

Kim ki “karnının” şerrinden korunursa büyük bir şerden korunmuş olur. Çoğunlukla şeytanın insana hâkim olduğu vakit karnını yemekle doldurduğu vakittir. Bunun içindir ki, bazı eserlerde şöyle denilmiştir: “Oruç ile şeytanın mecrâlarını (girdiği yerleri) darlaştırınız.”

قال إبراهيم بن أدهم:
من ضبط بطنه ضبط دينه، ومن ملك جوعه ملك الأخلاق الصالحة، وإن معصية الله بعيدة من الجائع قريبة من الشبعان.

[جامع العلوم ٤٧٣/٢]

İbrâhîm b. Edhem dedi ki:
Kim karnını kontrol altına alırsa, dinini de kontrol altına almış olur. Kim açlığına mâlik olursa, güzel ahlâka mâlik olur. Allah’a isyan (günaha düşmek) aç olana uzak, tok olana yakındır.

[Câmiu’l-Ulûm 2/473]

diraase

03 Nov, 20:43


“Allah’ı tazîm etmek, kaçınılmaz olarak O’nun kelimesini yüceltmek için çaba sarf etme güdüsü var eder.
O’nu sevmek, kaçınılmaz olarak O’nun yolunda fedâkârlığı ve O’nun mahremlerine (hürmet edilmesini emrettiği kutsallarına) karşı kıskançlığa sebebiyet verir.
Mu’minlerin dostu olmak, kaçınılmaz olarak onlara yardım etmeye sevk eder.

O yüzden akîdesi en kâmil olan insanları, nusret, müdafaa ve amel sahalarından uzakta arama!”

diraase

03 Nov, 19:26


قال عون بن عبد الله رحمه الله:
‏كان أهل الخير يكتب بعضهم إلى بعض بهؤلاء الكلمات، وَتَلَقَّاهُنَّ بعضهم بعضا: من ‌عملَ لآخرته كفاهُ اللَّه دنياه، ومن أصلح ما بينه وبين الله أصلح الله ما بينه وبين الناس، ومن ‌أصلح ‌سريرته أصلح الله علانيته.

‏الزهد، وكيع بن الجراح ٨٤٨


Avn b. Abdullah rahimahullah dedi ki:
Hayr ehlinden bazısı diğerlerine şu sözleri yazar ve o sözleri birbirlerinden (ders alır gibi) kabul ederlerdi: “Kim âhireti için çalışırsa, Allah dünyâsı husûsunda ona kâfî gelir. Kim Allah ile arasını düzeltir güzelleştirirse, Allah onunla insanlar arasındaki ilişkiyi güzelleştirir. Kim de gizlisini ıslâh ederse, Allah onun açık hâllerini sâlih kılar.”

ez-Zuhd, Vekî b. el-Cerrâh 848

diraase

02 Nov, 22:15


أبالموت تخوّفونني، فوالله ما أبالي، أسقطتُ على الموت، أم سقط الموت عليّ.

علي بن أبي طالب رضي الله عنه | العقد الفريد ٩٤


Siz beni ölümle mi korkutuyorsunuz? Vallahi ben mi ölüme düşmüşüm yoksa ölüm mü bana düşmüş, umursamıyorum.

Ali b. Ebî Tâlib radıyallâhu anh | el-Akdu’l Ferîd 94

diraase

02 Nov, 19:44


Bütün ihtilâfları ve muhâlifleri, nifâkı ve münâfıkları, fitneleri ve ehlini, îmânî/akîdevî meselelere dalan ve ümmeti bununla meşgûl edenleri, cedeli ve cidâl ehlini, tekfîri ve İslâm’ı bunda hasredenleri, bir de bid'at ehlini ve bunlarla ömür tüketmeyi bir kenara bırakın.

Ve sizi şirkten, bid'atten, nifâktan koruyup kalbinize selîm akîdeyi girdiren, size Kur’ân ve Sünnet’i sevdiren ve itminân ve huzuru bu ikisinde bulduran, sizi Dîn’de itidâlle rızıklandıran; bu nimetlere eriştirdikten sonra da küfre dönmenin korkusunu size bahşeden Rabb’inize hamd edin.

Allah’tan selâmet ve Dîn üzere sebât isteyin.

Bâtıla bakmayı, onu dinlemeyi, onunla iştigâli artırmak; kalpten hakkın sevgisini, nûrunu ve hakka duyulan heybeti giderir.

Kişi bu nimetleri kaybettiğinde ise, fitneye düşürülmüştür, bu yüzden onları kaybettiğini anlayamaz, tâ ki Allah’a kavuşana ve hâli ona beyân olana dek.

Her konu hakkında konuşmak, her meselede kelâm-görüş beyân etmek büyük bir musîbet ve Allah’ın kulunu imtihân ettiği büyük bir fitnedir. Her şeyde konuşmak fitnelerin en şerlisidir. Allah’tan selâmet dileriz. Sosyal medyanın bize bunu unutturmasına karşı tetikte olmalıyız. Zira sosyal medya bu hususta bütün insanlığı gâfil avlamıştır. Vallahi Allah’ın Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem doğru söylemiştir: «Kim susmuşsa, o kurtulmuştur.»

Abdullah b. Amr radıyallâhu anh anlatıyor: “Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in etrafında oturuyorken, O fitneden bahsetti. Sonra buyurdu ki: «İnsanları ahidleri karışmış (vaadlerine vefâsız), emânetleri (güvenilirlikleri) azalmış, ve işte şöyle -Nebî ﷺ parmaklarını birbirine soktu- olmuş gördüğünüz zaman..» Ben hemen Ona doğru kalktım ve dedim ki: “Allah beni sana fedâ kılsın ben o zaman ne yapayım!?” Rasûlullah ﷺ buyurdu ki: «Evine kapan, diline hâkim olup tut. Hak bildiğini al, münker/bâtıl gördüğünü bırak. Sana düşen seni ilgilendiren işlerdir, (sen kendi hâlinle ilgilen). Ve insanların işlerini bırak (onların meseleleriyle meşgul olma).»
[Ebû Dâvud 4343]

Biz bu karışıklıklar içerisinde ümmetin esâs meselesini unutuyoruz. Asıl davamızı unutuyoruz. Asıl hedeflerimizi ve maksadımızı geride bırakıyor, en yüce gayeye ulaşmaktan bizi biz geride bırakıyoruz. Sözlerimiz, fiillerimiz ve yaptıklarımızla ümmetin yaralarını büyütüyoruz. Bu da belki de Allah’ın gadabına sebeb oluyor da zafer bizden erteleniyor. Biz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadîslerinde bize olmamızı emrettiği tavır ve ahlâk üzere değil ‘olmayın’ dediği, basiretsiz hareket etmeleri sebebiyle kınadığı topluluklara benziyoruz.

Bu fitneleri hafife almak, yok saymak, yahut -ümmet içindeki veya dışındaki- ihtilafların ve çatışmaların Allah’ın imtihânı olduğunu görmeden her meselede ortaya söz ve görüş koymayı normalleştirmek; selefimizin nehy ve zem ettiği ahlâktır. Hatta Rasûlullah ﷺ’in hadîslerini ya hafife almak yahut da bildiği hâlde Onun emriyle ameli terk etmektir. Bu kargaşaların Allah’ın bizi sınadığı fitneler olduğunu kabul etmekten ya kaçınıyoruz ya da idrâk dahi etmiyoruz. Biz, bizi ilgilendirmeyen şeylere dalmamız sebebiyle Allah’ın bize gadablandığı ve bizden rahmetini esirgediğini fıkhedemiyoruz.

Şu hadîsin mu’minlere verdiği öğütten gâfil olmayalım ve onunla ameli terk etmeyelim:
«İleride birtakım fitneler olacaktır. O fitnelerde oturan kişi ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. O fitnelere göz diken (sakınmayıp o fitnelere dalan) onun kahrına uğrar..»
[Buhârî 7081]

Zehebî rahimahullah dedi ki:
“Fitneler vukû bulduğu zaman, Sünnet’e sımsıkı sarıl, sus, ve seni ilgilendirmeyen şeylere dalma. Sana kapalı kalan / şüpheli gelen her şeyi Allah’a ve Rasûlüne götür. Dur, ve şöyle de: Allah, en iyi bilendir.”

Allah’ım, ey kalpleri evirip çeviren kalplerimizi Dînin üzere sâbit kıl. İhtilafa düştükleri şeylerde kullarının arasında hüküm verecek olan Sensin. İhtilafa düşülen şeyde bizleri izninle Hakk’a ulaştır. Şüphesiz ki Sen, dilediğini dosdoğru yola hidâyet edersin. Ey Rabbimiz bir kavmi fitne ile imtihân etmek istediğin zaman, bizi o fitneye düşürmeden vefât ettir.

diraase

02 Nov, 10:15


ابن الجوزي | صيد الخاطر ٤٠٩/١

——

Kalbi (kötülüklerden) selîm olup insanlar hakkında hep iyi düşünen kimseye nasihatim; insanlara karşı uyanık olup onlardan sakınması, insanlar içinde onlar arasında söylenilmesi yerinde olmayan söz söylememesi, dostluk veya dindarlık gösteren kimseye de aldanmamasıdır. Çünkü artık kötülük/şerr, gâlip gelmiştir.

İbnu’l-Cevzî | Saydu’l Hâtır 1/409

diraase

31 Oct, 20:50


‏كان علي رضي الله عنه يبكي بالليل في محرابه حتى تخضل لحيته بالدموع، ويقول: يا دنيا غُرّي غيرِي.

صفة الصفوة ٣١٦/١


Ali b. Ebî Tâlib radıyallâhu anh geceleyin mihrâbında sakalları ıslanana kadar ağlar, ve şöyle derdi: Ey dünya, benden başkasını aldat.

Sıfatu’s-Safve 1/316

diraase

31 Oct, 18:58


قال عبدالله بن مسعود رضي الله عنه:
«إذا صليتم على رسول الله ﷺ فأحسِنوا الصلاة عليه؛ فإنكم لا تدرون لعل ذلك يُعرض عليه. قولوا: اللهم اجعل صلاتَك، ورحمتَك، وبركاتِك على سيِّد المرسلين، وإمام المتقين، وخاتم النبيين، محمد عبدِك ورسولك، إمامِ الخير، وقائد الخير، ورسول الرحمة، اللهم ابعثه مقاما محمودا يَغبطه به الأولون والآخِرون، اللهم صل على محمد وعلى آل محمد، كما صليت على إبراهيم وعلى آل إبراهيم، إنك حميد مجيد، اللهم بارك على محمد وعلى آل محمد، كما باركت على إبراهيم وعلى آل إبراهيم، إنك حميد مجيد».
[رواه ابن ماجه، وأبو يعلى، والطبراني]

Abdullah b. Mes'ûd radıyallâhu anh dedi ki:
«Allah’ın Rasûlüne ﷺ salât edeceğiniz zaman, ona en güzeliyle salât edin. Çünkü siz bilmezsiniz, belki de bu salâtınız Ona arz edilir. Deyiniz ki: Allah’ım, salâtını, rahmetini ve bereketlerini rasullerin efendisi, muttakîlerin imâmı, nebîlerin sonuncusu, kulun ve rasûlün, hayrın imâmı ve hayrın öncüsü, rahmet rasûlü Muhammed’in üzerine kıl. Allah’ım, Onu, öncekilerin ve sonrakilerin gıpta edeceği Makâmı Mahmûd’a eriştir. Allah’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in âline, İbrâhîm ve İbrâhîm’in âline salât ettiğin gibi salât et. Şüphesiz ki Sen hamde lâyık, şanı yüce olansın. Allah’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in âline, İbrâhîm ve İbrâhîm’in âline bereket ihsân ettiğin gibi bereket ihsân et. Şüphesiz ki Sen hamde lâyık, şanı yüce olansın.»
[İbn Mâce, Ebû Ya'la ve Taberânî rivâyet etti]

diraase

29 Oct, 10:20


Kullara hayr ve bereket kapılarını açan, onları sıkıntıdan rahmet ve itminâna götüren amel; ‘takvâ’ nedir?
Nasıl muttakî (takvâ sâhibi) olurum?


https://t.me/diraase/330

diraase

29 Oct, 07:12


Şeyh Sâlih el-Usaymî’ye soruldu:
“Şeyh Allah size ihsânda bulunsun. Şeyhulislâm İbn Teymiyye rahimahullah şöyle demektedir: “Hasenâtın (sevâb kazandıran amellerin), seyyiât (günah kazandıran ameller) türünden olması gerekir. Zira bu, günahların silinmesinde daha etkilidir.”
Bu asırda harâma bakmaya karşı boşvermişlik arttı. Bu günahın cinsinden olan hasene ne olabilir?”

Şeyh Usaymî cevâben dedi ki:
«Allah’ın sevdiği ve O’nun râzı olduğu şeylere bakmaktır.»

diraase

29 Oct, 07:12


فالإنسان قد تضيق أمامه الدروب وتسد في وجهه الأبواب في بعض حاجاته، فالتقوى هي المفتاح لهذه المضايق وهي سبب التيسير لها، كما قال عز وجل: (وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ أَمْرِهِ يُسْرًا)

‏ابن باز رحمه الله


Belki insana bazı ihtiyaçlarında yollar daralır, kapılar yüzüne kapanır. İşte o zaman ‘takvâ’, bu sıkıntıların anahtarı ve onların kolaylaştırılmasının sebebidir. Allah azze ve celle’nin buyurduğu gibi: «Kim Allah’a karşı takvâ üzere olursa, Allah işinde onun için bir kolaylık kılar.»

İbn Bâz rahimahullah

diraase

29 Oct, 06:49


‏"كثرة سماع القرآن تليّن القلب، تفتح على القلب آفاق البصيرة، وتُهذّب الجوارح ولو بعد حين"

“Kur’ân’ı çokça dinlemek -velev ki uzun bir zaman sonra da olsa- kalbi yumuşatır, kalpte basîret ufuklarını açar, ve azâları terbiye eder.”

diraase

27 Oct, 15:32


İnsanlardan gördüğü ezâya ve düşmanlığa, yahut nefsinden gördüğü inâda ve rağbete rağmen; Allah’ın sevdiğini, kendi sevdiğine tercih edene Allah dünyada ve âhirette rahmet etsin.

Kendi isteklerini, Allah’ın istekleri için terk edene Allah rahmet etsin.

Allah’ın rızâsını nefsinin rızâsından öne geçirene Allah rahmet etsin.

diraase

27 Oct, 10:09


سأل رجل حذيفة، فقال: ما النفاق؟ قال: أن تتكلم بالإسلام ولا تعمل به.

سير أعلام النبلاء ٢/‏٣٦٣


Bir adam Huzeyfe radıyallâhu anh’a "Nifâk nedir?" diye sordu. Dedi ki: “İslâm’ı anlatman ama onunla amel etmemendir.”

Siyeru Alâmi’n-Nubelâ 2/363

diraase

27 Oct, 10:09


Kişi fitneye düşürüldüğünü nasıl anlar..

قال حذيفة رضي الله عنه:
إن الفتنة تعرض على القلوب، فأي قلب أشربها نكتت فيه نكتة سوداء، فإن أنكرها نكتت فيه نكتة بيضاء، فمن أحب منكم أن يعلم أصابته الفتنة أم لا، فلينظر فإن كان يرى حرامًا ما كان يراه حلالًا، أو يرى حلالًا ما كان يراه حرامًا فقد أصابته الفتنة.

حلية الأولياء ١/‏٢٧٢


Huzeyfe radıyallâhu anh dedi ki:
Gerçekten fitne, kalplere arz olunup durur. Hangi kalp onu içmişse, onda siyah bir nokta oluşur. Ama eğer kalp fitneyi inkâr ederse, o zaman onda beyaz bir nokta oluşur. Sizden kim kendisine fitne isâbet etmiş mi etmemiş mi bilmek istiyorsa; önceden helâl gördüğünü, artık harâm olarak yahut önceden harâm gördüğünü, artık helâl olarak görüp görmediğine baksın. (Eğer böyleyse), muhakkak ki o, fitneye düşürülmüştür.

Hilyetu’l-Evliyâ 1/272

diraase

27 Oct, 09:36


«Hakka batılı karıştırmayın, ve bildiğiniz hâlde hakkı gizlemeyin. Namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte rükû edin. İnsanlara iyiliği emrediyor, ve kendi nefislerinizi unutuyor musunuz? Hâlbuki siz Kitâbı da okuyorsunuz? Siz akletmiyor musunuz?»

Bakara: 42-44

diraase

26 Oct, 19:25


قال رجل لمحمد بن واسع [الأزدي]: إني لأحبك في الله تعالى. فقال: أحبَّكَ الذي أحببتني له، اللهمَّ إني أعوذ بك أن أُحَبَّ فيكَ وأنتَ لي ماقت.

حلية الأولياء ٣٤٨


Bir adam Muhammed b. Vâsi' el-Ezdî’ye "Ben seni Allah için gerçekten çok seviyorum" dedi. Bunun üzerine Muhammed b. Vâsi' şöyle dedi: “Kendisi için beni sevdiğin de seni sevsin.
Allahım, Sen benden nefret ettiğin hâlde, insanların beni Senin rızân için sevmesinden Sana sığınırım.”

Hilyetu’l-Evliyâ 348

diraase

25 Oct, 23:59


والله يا ابن آدم لئن قرأت القرآن ثم آمنت به ليطولن في الدنيا حزنك، وليشتدن في الدنيا خوفك، وليكثرن في الدنيا بكاؤك.

‏الحسن البصري | الزهد للإمام أحمد ١٤٥٣


Vallahi ey âdemoğlu, şayet Kur’ân’ı okur sonra ona îmân edersen, elbette dünyâdaki hüznün uzar, elbette dünyâda korkun büyür, elbette dünyâda ağlaman artar.

el-Hasen el-Basrî | Zuhd (İmâm Ahmed) 1453


Hasan el-Basrî rahimahullah’ın böyle söylemesinin nedeni, -hâşâ- Kur’ân’ın ruhları sıkması ya da hüzne teşvik manasında değildir. Kur’ân’la iştigâli artan kulun ilim ve basîretinin artmasına işâreten böyle söylemiştir. Kulun ilmi ve basîreti arttığında ise dünyâ ve âhiret arasındaki azîm manayı idrâk eder, hazırlığının az olduğunu, günahlarının çok olduğunu bilir. Kendisini azîm bir günün, kendisini çok büyük işlerin beklediğini bilir. Her şeyin sonunda, kendisinin gafil olduğu en küçük amellerini bile bilen Allah’a döndürüleceğini bilir. İşte bu yüzden Allah subhânehu ve teâlâ şöyle buyurmuştur, “Allah’tan, kulları arasından ancak âlim olanlar korkar”..

diraase

25 Oct, 20:19


Ayah uygulamasına bedel olarak şu iki uygulamaya da bakabilirsiniz:

• Surah: android | ios
• kshaaf.com

diraase

25 Oct, 05:00


Allah’ım Sen risâleti teblîğ eden, emâneti yerine getiren, düşmanlarını bahşettiğin şecaatiyle bozguna uğratan, Senin kelimeni yücelten ve ümmetine de bunu vasiyet eden Nebî’ne salât ve selâm et.

Onun ümmetini de onun ardından onun râzı olacağı hâle çevir.

Sen bizim Rabbimizsin, Halîlin Muhammed ﷺ bizim Rasûlümüzdür; işte bizim bundan başka bir şerefimiz yok. Rasûlü özledik, şerîatinin aydınlık yolunu özledik. Gaflet uzadı, zillet asırları boyladı. Zaman bizden gücü ve azmi kırdı. Artık rahmetinden başkasına itimâdımız yok..

diraase

24 Oct, 22:17


Gördüklerine, işittiklerine, bildiklerine, izleyip şâhit olduklarına rağmen Rabb’ine yönelmeyen ve O’nun Dîni için hazırlığını yapmayan gerçek hüsrândadır.

Bizler bu karışıklık içinde şu duâya “muhtâcız”, ekmek ve su gibi muhtacız:

«اللَّهُمَّ رَبَّ جِبْرَائِيلَ وَمِيكَائِيلَ وَإِسْرَافِيلَ، فَاطِرَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ، عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ، أَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ، اِهْدِنِي لِمَا اخْتُلِفَ فِيهِ مِنْ الْحَقِّ بِإِذْنِكَ، إِنَّكَ تَهْدِي مَنْ تَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ»

«Allah’ım! Ey Cebrâîl’in, Mîkâîl’in ve İsrâfîl’in Rabbi! Gökleri ve yeri yaratan! Gizli ve aşikâr her şeyi bilen! Kullarının arasında ihtilafa düştükleri şeylerde hüküm verecek olan Sensin. İhtilafa düşülen şeyde beni, izninle Hakk’a ulaştır. Şüphesiz ki Sen, dilediğini dosdoğru yola hidâyet edersin.» [Muslim 770]

• Âişe radıyallâhu anhâ der ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gece namaz için kalktığında, namaza bu duâ ile başlardı. Yani iftitâh duâsı olarak bu duâyı okurdu.

#dualar

diraase

24 Oct, 22:13


SubhânAllah. Dünyada olup bitenler hâlâ kimi gâfil bırakıyorsa, o kimse bundan sonra gafletinden uyanmaz. Âlem, daha önce asırların bir misliyle karşılaşmadığı zulüm, ölüm, ahlâksızlık, cehâlet, hakk-bâtıl savaşıyla karşı karşıya.

İhtilâflar, kargaşalar, neseb ve ırkı dînden öne alanlar, millet derken ümmeti unutanlar, hakka giydirilen libâslar karşısında insanlık; Allah’ın hidâyetine, Kur’ân’ın nûruna ve Sünnet’in hikmetine muhtaç. Âlem, Allah’ın rahmetine fakir olduğu şedid bir zamandan geçiyor. Bu rahmetin gelişi, ancak îmân ehline olacak ve bu rahmet ancak îmân ehlini saracaktır.

Bu yüzden Mu’minin îmânını artırmaya ve güçlendirmeye çokça çaba sarfetmesi gerekmektedir. Bu ise öncelikle bazı hallerin düzeltilmesiyle mümkündür:

Namaz. Namaz. Namaz. Namazları asla ihmâl etmemek, ertelememek, geciktirmemek. Namazı sâlim olanın kalbi de, hayâtı da sâlim olur, namazı düzgün olanı Allah musîbet ve fitnelerden korur. Namaz, îmânın takviyesinde en temel şarttır. “Onu terk edenin İslâm’dan nasîbi yoktur.” Allah’ın namaza devamlı olan kuluna karşı verdiği îmânî güç, bedenî kuvvet ve belâlarda teslimiyet; ancak ve ancak namazı korumak ile mümkündür. Namazı terk eden yahut namazla ünsiyet bulmayan ve namazı sığınağı bilmeyen, zayıflığa ve yılgınlığa mahkûmdur.

Duâ. Allah’tan Dîn üzere sebât istemekten bıkmamak, her şeyden önce en çok bunun için duâ etmek, her şeyden evvel en büyük ihtiyacın ve en büyük arzunun bu olduğunu Allah’a itiraf etmek. Allah Rasûlünün sallallahu aleyhi ve sellem dahi en çok ettiği duâ “Ey kalpleri evirip çeviren, kalbimi Dînin üzere sâbit kıl” duâsıydı. O hâlde bizim bu duâya hâcetimiz nasıldır?..
Bununla birlikte Allah’a ‘her şey’de duâ etmek saadetin ve gönül rahatlığının başlıca sebebidir. Dünyanın yükünü yüklenmeyi bırak, bütün işlerini o işin Mudebbirine bırak. Hayâtı dert edinmeyi, ümitsizliğe kapılmayı bırak ve zâtını Rahmân ve Rahîm olarak adlandıran, ve kullarının da O’nu bu isimleriyle adlandırmasından (besmele) râzı olana tevekkül et. O’na sırtını daya, O’na duâ et, O’na yalvar ve yalnızca O’nun önünde zayıfla.

Gizli ibâdet. Günahkârların günah işlemek için gizlendiği gibi, Mu’min Rabb’ine yönelmek, O’na tevbe etmek, O’na münâcât etmek, O’nu zikretmek ve O’nun sevgisine erişmek için O’nunla yalnız kalmanın hesâbını yapar. Gizlide, kimsenin bilmediği zamanlarda işlenen sâlih ameller; îmânın artmasında ve hattâ îmân üzere sebât etmede Allah’tan yardım görmeye sebebtir. Ancak O’nu gerçekten arzu eden ve O’ndan gerçekten korkan, kimsenin görmediği yerde O’nu hoşnut etmek için çabalar.

Kur’ân okumak. Kur’ân, Allah azze ve celle’nin işte zaten tam da bu sebeble inzâl ettiği Kitâbıdır. O’nun kelâmından başka kalpleri diriltecek ve hasta kalplerin îmânını güçlendirecek başka kimin kelâmı vardır? Allah subhânehu buyurdu ki:
«Gerçek Mu’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman onların kalpleri titrer. Âyetleri kendilerine okunduğu zaman, (bu) onların îmânını artırır. Ve onlar, bir tek Rabblerine tevekkül eden kimselerdir.» Enfâl: 2
«Bir sûre indirildiği zaman, onlardan; “Bu sûre hanginizin îmânını artırdı?” diyenler vardır. Îmân edenler, işte (bu sûreler) onların îmânlarını artırmıştır.» Tevbe: 124

İhsân. İnsanlara iyilikle ve şefkatle yaklaşmak, onlara sabretmekten ve onlara da hakkı ve sabrı tavsiye etmekten yorulmamak. Kalplerin yorulduğu, ruhların bitkin düşüp, nefislerin ümitsizliğe yuvarlandığı, sabırsızlığın arttığı, öfke ve nefretin çoğaldığı bu zamanda Mu’min elinden geldiğince yumuşaklığa ve insanlara karşı nezakete hırslı olmalı. Gerçekten bizler nâzik ruhlar ve selîm kalpler görmeye de muhtaç duyduğumuz bir zamandayız. Bunun Müslümanlar arasında da yok olmasına sebep olanlardan olmamalıyız. Bu, mu’minler arasındaki uhuvvet ve meveddeti güçlendirecek; ve böylece hem ferdin îmânı hem de toplumun-cemaatin îmânı güçlenecektir. Bunun zıttı ise, Allah subhânehu ve teâlâ’nın kerih gördüğü ‘ayrılıklar’ ve ‘ihtilafları’ beraberinde getirecek; bu da hem ferd hem toplumda îmânî hallerin zayıflamasının alâmeti olacaktır.

Allah subhânehu ve teâlâ ayaklarımızı sâbit kılsın.

diraase

24 Oct, 14:46


İstifâde Edebileceğiniz Telegram Botları:

@albaahthbot
Arapça elektronik kitap botu. Kitabın ismini yazdığınızda kitabı farklı formatlarda (pdf, zip, doc vd.) indirebilirsiniz.

@transcriber_bot
Ses dosyasını metne dönüştüren başarılı bir bot. Elbette hatasız diyemeyiz. Dil seçenekleri var.

@voice_remover_bot
Ses dosyasında müzik ve sesi ayırma (müziği kaldırma) botu. Başlattıktan sonra dosyayı gönderin, biraz bekleyin, size iletilen üç ses dosyasından ikinci (vocal) müziksiz ses kaydı olacaktır.

@x_xbot
Video indirme botu. Herhangi bir uygulamadan kopyaladığınız linki yapıştırın, videoyu yüksek kalitede indirebilirsiniz.

@SUPC11_bot
Dönüştürme botu. Videoyu sese, dokümanı pdf’e vs.

@Maryamsana2003Bot
Bot oluşturma botu. -arapça-

@roonebot
Fotoğrafı pdf’e çevirme botu. -çözünürlüğü düşürüyor, basit işlerde kullanılabilir-

@fStikBot
Çıkartma/sticker ve emoji oluşturma botu.

diraase

24 Oct, 14:27


قليلٌ من الحياء يُصلح العقل.

محمود شاكر


Az bir hayâ (bile), aklı ıslâh eder.

Mahmûd Şâkir

diraase

24 Oct, 14:27


Hayâ akla delâlet eder

« Akıllı kimseye gereken hayâya bağlı olmaktır. Zira hayâ; aklın aslı ve hayrın sebebidir. Onu terk etmek ise cehâletin aslı ve şerrin sebebidir. Hayâ, akla delâlet eder. Tıpkı onun yokluğunun cehâlete işâret ettiği gibi. Kimin hayâsı insanlara karşı onu insaflı kılmamışsa, arsızlığı onu insanlara karşı insaflı kılmaz. »

Ebû Hâtim (İbn Hibbân) el-Bustî rahimahullah | Ravdatu’l Ukalâ

diraase

24 Oct, 02:59


Günah zayıflığa, sâlih amel ise kuvvete sebebtir

إن الرجل ليعمل الحسنة فتكون نورًا في قلبه وقوةً في بدنه، وإن الرجل ليعمل السيئة فتكون ظلمة في قلبه ووهنًا في بدنه.

‏الحسن البصري | التوبة لابن أبي الدنيا (١٩٤)


Kişi bir hasene/güzel amel işler, bu hasene onun kalbinde nûr ve bedeninde kuvvet olur. Kişi bir seyyie/kötü amel işler, bu seyyie onun kalbinde karartı ve bedeninde zayıflık olur.

el-Hasen el-Basrî | İbn Ebi’d-Dünya, Tevbe 194

diraase

23 Oct, 21:49


كان أويس القرني إذا جنه الليل يقول: اللهم إني أبرأ إليك من كل كبد جائعة ومن كل بدن عار، اللهم إني لا أملك إلا ما ترى.

تاريخ دمشق ٩/‏٤٤٤


Tâbiînden Uveys el-Karnî gece çöktüğü zaman şöyle derdi: “Allah’ım, aç kalan her karından ve açıkta kalan her bedenden Sana teberri ediyorum. Allah’ım, ben Senin şu gördüğünden başkasına mâlik değilim..”

Târîhu Dımeşk 9/444

diraase

23 Oct, 21:47


“İnsan için en büyük azâb, Rabbinin onu unutmasıdır”

Allah subhânehu ve teâlâ’nın «Allah’ı unuttular, O da onları unuttu» kavline gelince, bunun manâsı şudur: Onlar Allah’a itaat ve O’nun emrini yerine getirmede Allah’tan yüz çevirdiler. Allah da onları tevfîkinden, hidâyetinden ve rahmetinden mahrum bıraktı.

diraase

20 Oct, 09:32


“Nefsimiz ve kibr”

Kendimizde olan çirkinlikten utanıp nefret edeceğimize, onu kardeşimizde görünce ondan nefret etmek, kendimizde olanı ona yüklemekten başka bir şey değildir.

“Kendini hiç ayıpladın mı?
Hiç kendinden utanıp seyyiatından tevbe edip nefsinden nefret ettin mi?
Nefret ettiğin Müslümandan, hangi helalliği aldın, kendini neden yanılmaz, hata etmez ve ayıpsız gördün?”
Denirse cevabımız ne olur?

Unutma, ifsadından, yanlışından ve hatasından sonra ıslah eden ve ihsanda bulunandan yüz çevirme yoksa Allah da senden yüz çevirir.

Hatırla, kibir nedir?

M. Emin Akın

diraase

20 Oct, 05:26


Kur’ân, Allah’ın kullarına en büyük rahmetidir. Onu okumak rahmet, onu işitmek rahmet, onu tefekkür ve tedebbür etmek rahmettir. Onunla amel etmek rahmet, onun ilmiyle iştigâl etmek rahmettir. Onu görmek dahi bir rahmettir Allah’ın nefislere itminân verdiği. Onun Mu’minin hayatındaki varlığı en büyük sekînet, en büyük huzur ve tesellidir. Onun tesellisi, başka kimsenin tesellisine benzemez.

Bu dünyada Allah’ın Kitâbı’ndan daha güzel bir dost ve nasihatçi bulamazsın.
O, ne nasihatiyle seni incitir ne de nasihat ettikten sonra seni terk eder. Onun vaadi doğru, sözleri hep hakktır. Yalnızlığında ünsiyetin, hastalığında şifândır.
Kur’ân, sen ona bir kere, şu garîb dünyadaki tek dostun olarak baktığın zaman ayrılığına dayanamayacağın tek varlığındır.

Sahi, şu çirkin ve denî dünyada Rabb’imiz katından bize en yakın olan O’nun kelâmından başka nedir?
Onu sevdiğini söyleyen bir kalp ondan uzakta nasıl yaşayabilir?
Tevhîd ile yoğrulmuş bir rûh Kur’ân ile nefes almıyorsa, yaşamaya nasıl güç yetirebilir?

Kim Kur’ân’dan mahrum olmuşsa o kimse gerçek mahrum, gerçek âciz ve gerçek yalnızdır.

diraase

20 Oct, 05:17


المستمع إلى القرآن شريك للقارئ في كل حرف حسنة، والحسنة بعشر أمثالها.

‏ابن باز | فتاوى نور على الدرب ٣٥١/٢٦


Kur’ân’ı dinleyen kimse, her bir harfin hasenesinde [sevâbında] okuyan kimseye ortaktır. Bir hasenenin karşılığı ise on katıyladır.

İbn Bâz | Nûr Ala’d-Derb 26/351

diraase

19 Oct, 14:32


“İnsan, izzetlice ölmek istiyor.”

diraase

19 Oct, 14:26


Böyle yapın ki onları yüzüstü bırakmış olmayın, kardeşlerinize düşmanla birlikte vuran bir başka el olmayın. Böyle yapın ki, aslında onların da sizin de düşmanınız olan başka zâlimlere onları muhtaç etmeyin. Biz onları terk ettiğimiz için onlar hâinlere muhtaç düştüler. Biziz suçlu biz.

Hepimiz hatakâr ve günahkârsak, dillerimizi İslâm’ın düşmanlarını sevindirecek ayrılıklarla değil, en azından bu ayrılıklardan ‘birlik olmayı istemek için duâ ederek’ kullanalım.

Akîdeyi gizlemeyeceğiz, Tevhîd düşmanlarına asla iltifat etmeyeceğiz. Fakat ümmetin üzerine vahşîler üşüşmüşken ümmetin ırzı ve şerefini o vahşîlerden korumak için ayakta duranlara söz söylerken de insâflı olacağız. Şayet tarih boyunca müslümanların tutumu böyle olmasaydı, eğer bu cihâdı ileriye taşırken kusursuz liderler arayıp dursaydık, İslâm buralara gelecek değildi. Sahâbenin dahi ihtilaf ettiğini ve ayrışmaların yaşandığını tarih gizlemez.

Hatalar kabul edilsin demiyoruz, fakat cihâdın sahipsiz bırakılması bugün ümmeti bu hâle getirmiştir. Ve bunda ilim ehlinin de çok büyük bir payı vardır. Onlar, Allah yolunda silâhıyla bu dîni koruyanlara destek olmak bir yana, cihâda pranga vurulmasına sebeb oldular. Akîde dediler, halel dediler, hata dediler ve ümmetin cihâdını fetvâlarıyla yerle bir ettiler. Onların ilim ehli olmasıyla birlikte basîret ehli olanları çok çok azdı. Basîretin olmadığı bir ümmet ilerleyemez, çünkü hayr ancak hikmetledir. «O, hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilmişse, ona pek çok hayr verilmiştir. Akıl sâhiplerinden başkası düşünüp öğüt almaz.»

Bu yüzden şunu hep söylüyoruz:
Tarihini bilmeyen, bugünü idrâk edemez.
Bugününü anlayamayanınsa, inşâ edeceği bir geleceği yoktur.
Müslüman, geçmişi, şimdiyi ve geleceği okuyabildiği zaman, efendidir.
Biz tarihimizdeki ihtilâf ve fetihlerin seyrini bilmediğimizde bugünümüzü okuyamayız. Biz, bugünü okumak zorundayız.

Bize düşen şahıslara sevgide ve buğuzda haddi aşmadan ümmetimize destek olmaktır. Şahısları değil, davamızı yüceltmeyi maksad edindiğimizde ve davamızın yanında durmayı bildiğimizde kazanacağız. Körü körüne şahısların değil, fakat onların ihyâ ettiği ibâdetin, “cihâdın” yanında, onun ümmeti olduğumuzu söylemekten utanmayarak, -kâfirin karşısında duranlardan olamasak bile en azından- karşısında duran müslümanların yanında durduğumuzu haykırarak cihâda destek olalım. Allah azze ve celle de bizden bunu istemektedir, ve belki de zafer biz bu olgunluğa erişmediğimiz için ertelenmektedir.

Cihâd ehlini küçümseyip durmaktan hayâ edelim. Allah’ın yücelttiklerini biz alçaltamayız, hesâb sorucu ise ancak Allah azze ve celle’dir.

Her şeyin özeti için, işte şu âyet bütün nefislere kâfidir: «Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, gerçekten Allah’ın mağfireti ve rahmeti, onların toplayıp durdukları (bütün dünyadan ve dünyalıklar)dan, daha hayırlıdır.»

diraase

19 Oct, 14:26


Ümmetin parçalandığı ve bu parçalanmışlığı fırsat bilen küfür ehlinin ümmeti vahşice yiyip tükettiği bu zamanda bizlere düşen; ümmetin mustazaflarına duâ ettiğimiz gibi, ve kimi zaman belki de daha çok, bu dîni, şerîatini ve muntesiblerinin ırzını canlarıyla koruyan mücâhidlere duâ etmektir.

Cihâdî oluşumlarda şahısların tam destekçisi olmak her zaman kolay olmamıştır. Çünkü bazı stratejiler, tercihler ve siyâsî tutumlar şahısların hataları olarak görülmüş ve çoğu zaman bu nedenle ümmetin cihâdı, sahadan uzak olanlar tarafından terk edilerek ‘cihâd’ sahipsiz bırakılmıştır. Hâlbuki düşman tam da bu noktada bize gâlip gelmeyi başarmıştır; şahsiyetlerin günahını, cihâd ibâdetine yükleyen ve böylece cihâdı terk eden ümmet..

Bunu daha önce yakın tarihlerde yaşayan bu ümmet, esâsında bundan hiçbir zaman beri olmamıştır. Tarih boyunca İslâm ümmeti cihâd için her ayaklandığında, bu cihâd içerisinde -gâliben- fitneler, imtihânlar vukû buldu. Uhud gazvesinde, Rasûlullah ﷺ’in önderliğinde dahi, Allah cihâd ümmetini imtihâna tâbi tutmuştur. Zira bu ümmet, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi, fitnelere maruzdur. Fakat bu ümmetin tâbilerine düşen bu fitneler ve ayrılıklara rağmen, ‘maksad’a ve ‘emr’e bağlı kalmaları, duruma her dâim basîretle bakmalarıdır. İşte bu basîret ümmeti ileriye taşıyacak olandır.

Hâlâ daha filân ve filân yerdeki mücâhid grupların ihtilâfları ve hataları, onların aslî amellerinden (yani cihâddan) daha da büyütülerek cihâd sahipsiz bırakılmaya devam ediyor. Elbette hatalar çok ve elbette olmaması gereken şeyler vukû buluyor. Fakat bu bahane edilerek Allah’ın farz kıldığı cihâda leke sürülmüş (çalışılmış), cihâd edenler küçümsenmiş, cihâd ibâdeti ihtilâflar arasında bir grup müslümanın omuzlarına terk edilmiş ve bu bahaneler de -tabîri doğruysa- aslında oturanların/geride kalanların işine gelmiştir.

Hâlbuki İslâm için hiçbir şey yapmayanlar olarak biz, yine bu Dîn için dünyalarından vazgeçen ve canlarını ortaya koyan kardeşlerimiz için insaflı olmalıydık. Küffâr gibi onların hatalarını onları ayıplamak ve aşağılamak için değil, onlara nasihat için ve biz de aynı hataya düşmeyelim diye gün yüzüne çıkarmalıydık. Onlar dinlemediğinde de, tâ ki onlar küfr ehli için en büyük tehlike olmaya devam ettiği müddetçe, onlar için duâya devamlı olmalıydık. Küfür ehli için “eli silahlı Mu’minden” daha büyük bir tehlike ve daha büyük bir düşman yoktur. Milyonlarca müslümanın oturduğu koltuklar küfrü korkutmuyor, fakat eli silahlı tek bir mu’minin (bir mücâhidin) minderi dahi küfür ehli için ğayz ve öfkeye sebeb oluyor. Peki biz bu kâfire karşı neyi tutuyoruz? Hangi silâhı tutuyoruz? Tuttuğumuz ve düşmanımızı korkuttuğumuz hiçbir şeyimiz yok. Biz ancak kumanda joystick sigara tutmayı biliriz. Her erkek bu ümmet için ne fedâ ettiğine bir baksın. Çocuğunu fedâ edip çocuğunu adayabiliyor musun? Düşmanına karşı, çocuğunla savaşabiliyor musun? Düşmanınla gece kıyamlarınla, seher münâcâtlarıyla savaşabiliyor musun? Ne tutuyorsun düşmanına karşı ey Allah’ın kulu? Oruç bile tutamıyorsun. Bu Dîn için adadığımız şeyler ne de köhne..

Bu Müslümanlar kâfire öfke ve gadab veriyor mu? Bu adamlar öldüğünde kâfir kutlama yapıyor mu? Buraya bakıp, şahısların hatalarını örterek ve onlar için duâ ederek ümmete bir noktada yardımcı olacağız. En azından onların ıslâhı için duâ etmek yerine, bizler sadece eleştiri ile meşgûlüz. Hatalara takılı kalmak, bu ümmeti cihâd ibâdetinden uzaklaştırdı. Hâlbuki bizler asıl meselemize odaklanmalı ve ona destek olmalıydık.

Ümmetimiz içindeki ihtilaflarda biraz susmayı denesek ve bu ihtilaflarda ümmetimiz için Allah’tan rüşdünü dilesek bu bizim için daha hayrlı olacaktır. İslâm için hiçbir şey yapmayanlar, yapanları eleştirmekle esâsında kendi kusurlarını örtmeye çalışmaktadırlar. Hatalı da olsa, gayesi ilâ-i kelimetullah olan Müslüman kardeşlerinizin destekçileri olun. Onların ayıplarını yüzlerine vurmak yerine onlara hayrın nasihatçileri olun. Hataların, onların amelini düşürmeyeceğini, bilakis onların amelinin en mübârek amel olduğunu onlara söylemekten çekinmeyin.

diraase

19 Oct, 10:17


Bağlıyız şeyh, bağlar sicim değil
Zincirler yularlamış bezgin başlarımızı
Hür değiliz şeyh, elimiz kolumuz bağlı
İsyâna kalkmaya âsi gözlerimiz dağlı

Sözlerimiz fâsid, fiiller dilimize küskün
Eylemler aksetmiyor kelâmın şânını
Kendine bile geçmezken mahkûmun hükmü
Kime çağıldasın cihâd ve izzetin nâmını

“Hür kimse kâfire bırakmaz hükmü”
Ama şeyh, hürriyetimiz çoktandır bağlı
Ve kıramaz bu ağır boz prangaları
Silâhını, ‘şerefi’ bilenden başkası.

12.9.2024

diraase

17 Oct, 20:08


﴿ما ظَنَنتُم أَن يَخرُجوا وَظَنّوا أَنَّهُم مانِعَتُهُم حُصونُهُم مِنَ اللَّهِ فَأَتاهُمُ اللَّهُ مِن حَيثُ لَم يَحتَسِبوا﴾

لم يكن يتوقع الصحابة أن الوجود اليهودي سيزول عن المدينة، الصحابة لم يكونوا يتوقعون أن تكون تلك النهاية الكارثية لليهود..
ربّما يستبعد المؤمن بعض الأقدار التي تغير الواقع تغييرًا كثيرًا، لكن الله يدبّر له من حيث لا يحتسب.

الشيخ محمد آل رميح


«Siz, onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah’tan koruyacağını sanmışlardı. Fakat Allah, onlara hiç hesâba katmadıkları bir yönden geldi» Haşr: 2

Sahâbeler, yahudilerin Medîne’deki varlığının son bulacağını beklemiyorlardı. Sahâbeler feci sonun, yahudiler için olacağını akıllarından bile geçirmiyorlardı..
Belki Mu’min, durumu bir anda bambaşka hâle getirecek bazı kaderleri uzak görür; fakat Allah, hiç ummadığı yerden mu’min kulu için plan kurar.

Şeyh Muhammed Âlu Rumayh

diraase

17 Oct, 19:19


İnsanın değeri bilinir ve o açıklamaya ihtiyaç duymaz

اعلم إنّ قيمتك بالهمّ الذي تحمله، والهدف الذي تحيَا من أجلِه.
‏فقيمة الإنسان معروفة ولا تحتاج إلى بيان.
فإن كان تافهًا فإنّ حصيلة ضرب الصفر بصفر هي صفر.
‏لكن! حينما يكون همّك وهدفك أُخرَوي وسماوِيّ!
‏فستكونُ رقمًا صعبًا في معادلةِ الحياة.

الشيخ خالد الراشد


Bil ki senin değerin, içinde taşıdığın dert ve uğrunda yaşadığın hedef kadardır.
İnsanın değeri bilinir ve o anlatılmaya ihtiyaç duymaz.
Eğer senin derdin boş bir şey içinse, (bil ki) sıfırın sıfırla çarpımı, sıfırdır.
Ama derdin ve hedefin uhrevî ve semâvî olduğunda, işte o zaman hayat denkleminde zor bir sayı olursun.

Şeyh Hâlid er-Râşid

diraase

17 Oct, 14:09


«İnsana bir sıkıntı dokunduğunda, yatarken, otururken, ayaktayken Bize duâ edip yalvarır. Ama ne zaman Biz ondan sıkıntısını kaldırsak, sanki o, başına gelen sıkıntısı sebebiyle bize hiç duâ etmemiş gibi davranır (günah ve isyânına geri döner). İşte (küfür ve günahlarda) haddi aşanlara, yaptıkları [sıkıntı anında duâ edip, âfiyete erdiğinde şükrü unutmaları] böyle süslenilmiştir.»

Yûnus: 12

diraase

16 Oct, 12:38


Vallahi kim dünyanın içinde boğulduğu bu dehşet veren zulümlerin ardından Allah azze ve celle’nin mücrimlerden intikâm almayacağını zannederse Allah’a sûi zan etmiştir.

Ey âlemlerin Rabbi ve Mâliki, zâlimler üzerinde Kahhâr ve Cabbâr olan! Yâ Mutekebbir yâ Muntakim! Bütün bu zulümlerden Sana teberri ediyoruz, kardeşlerimizi yüzüstü bırakmamız sebebiyle bizi bağışla Rabbimiz. Mu’min kullarına kurtuluşunu lutfet Mu’min kullarını kurtar ey Muğîs..

diraase

15 Oct, 20:01


Arzuları ‘büyük’ olanlar..

عن البخاري عن زيد بن أسلم، عن أبيه، أنَّ عمر بن الخطَّاب، قال لأصحابه: تمنَّوا. فقال أحدهم: أتمنَّى أن يكون ملء هذا البيت دراهم فأنفقها في سبيل الله. فقال: تمنَّوا، فقال آخر: أتمَّنى أن يكون ملء هذا البيت ذهبًا فأنفقه في سبيل الله. قال: تمنَّوا. قال آخر: أتمنَّى أن يكون ملء هذا البيت جوهرًا أو نحوه، فأنفقه في سبيل الله. فقال عمر: تمنَّوا. فقالوا: ما تمنَّينا بعد هذا. قال عمر: لكنِّي أتمنَّى أن يكون ملء هذا البيت رجالًا مثل أبي عبيدة بن الجرَّاح، ومعاذ بن جبل، وحذيفة بن اليمان، فأستعملهم في طاعة الله.

التَّاريخ الصَّغير ٧٩/١


Buhârî, Zeyd b. Eslem’den, o da babasından nakletti: Ömer b. el-Hattâb radıyallâhu anh bir gün ashâbına: “Bir temennîde bulunun.” dedi. İçlerinden biri: "Bu evin dirhemlerle dolu olmasını ve onların hepsini Allah yolunda infâk etmeyi temennî ederdim." dedi. Ömer yine, “Temennîde bulunun.” dedi. Bunun üzerine içlerinden bir diğeri: "Bu evin altınla dolu olmasını ve onun hepsini Allah yolunda infâk etmeyi temennî ederdim." dedi. Ömer yine “Temennîde bulunun.” deyince içlerinden bir diğeri dedi ki: "Bu evin mücevherle ve değerli taşlarla dolu olmasını ve onların hepsini Allah yolunda infâk etmeyi temennî ederdim." Ömer radıyallâhu anh onlara yeniden “Temennîde bulunun” dedi. Dediler ki: "Bundan başka (daha büyük) bir arzumuz olmazdı." Bunun üzerine Ömer radıyallâhu anh şöyle dedi: “Fakat ben isterdim ki, bu ev Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, Muâz b. Cebel, Huzeyfe b. Yemân gibi adamlarla dolu olsaydı da, ben de onların hepsini Allah uğrunda kullansaydım.”

et-Târîhu’s-Sağîr 1/79

diraase

14 Oct, 23:05


“Çadırlardan birinde bir kadın yanan ateşin ortasında oturuyor ve sessizce ileri geri hareket ediyordu. Sanki kendisine sabır verir gibi şöyle diyordu: “Geçti, geçti (bir şey yok), birazdan Rahîm olan Allah’a kavuşacağım, ve Allah’ın izniyle bundan sonra ateş bana dokunmayacak!”

Sana îmânım tam ya Rabbi, şüphesiz bu ateş onlar için esenlik ve selâmdı.
Ama o ateş, bizim yüreklerimizi yaktı.”