diraase @diraase Channel on Telegram

diraase

@diraase


لا إله إلا الله، ولا رب لي سواه.
‏﴿وَاجعَل لِي مِن لدنك سُلطانًا نصيرًا‏﴾ ..

• telegram ve youtube dışında sosyal medya hesabım bulunmamaktadır.
youtube.com/@diraase

diraase (Arabic)

تعتبر قناة "diraase" على تطبيق تيليجرام مصدراً قيماً للمعرفة والتعلم. تمتاز هذه القناة بتقديم محتوى علمي وثقافي شيق ومفيد للجميع. تحتوي القناة على مقاطع فيديو تعليمية مفصلة وشاملة تشرح مواضيع مختلفة بشكل مبسط وسلس لتعزيز فهم المشاهدين

من خلال قناة "diraase"، يمكنك الاستمتاع بتجربة تعليمية فريدة وممتعة تساعدك على اكتساب المعرفة وتوسيع آفاقك. سواء كنت طالباً، باحثاً، أو مهتماً بالمعرفة بشكل عام، ستجد في هذه القناة ما يلبي احتياجاتك ويثري معرفتك

قم بمتابعة قناة "diraase" على تطبيق تيليجرام للاطلاع على آخر المقاطع التعليمية والمحتوى الثقافي الهادف. كما يمكنك أيضا متابعة صاحب القناة على منصة يوتيوب للاستفادة من مزيد من الفيديوهات والمحتوى التعليمي. انضم إلينا اليوم وانطلق في رحلة المعرفة والتعلم الممتعة!

diraase

21 Nov, 22:17


İmâm Ebû Bekr el-Âcurrî rahimahullah dedi ki:
Allah bizleri ve sizleri Hakk ehlinin kalplerini güçlendirenlerden kılsın.

eş-Şerîa 1/270

diraase

21 Nov, 11:59


Kalbin selâmetinin alâmetlerinden

قال عليه الصلاة والسلام: جعلت قرة عيني في الصلاة. فالصلاة راحة القلوب وقرة العيون وأنس النفوس وسعادة الدنيا والآخرة. فإذا من علامات سلامة القلب تعظيمه للصلاة.

الشيخ عبدالرزاق البدر


Nebî aleyhissalâtu vesselâm “Gözümün nûru (beni en çok sevindiren şey), namazda kılındı.” buyurdu. Dolayısıyla namaz, kalplerin sükûnu, gözlerin sevinci, nefislerin huzuru, dünyâ ve âhiret mutluluğudur. Öyleyse selîm kalbin delillerinden biri de, kalbin namaza olan tazîmi (ona gösterdiği önem ve hürmeti)dir.

Şeyh Abdurrezzâk el-Bedr

diraase

21 Nov, 11:56


قال ابن المبارك رحمه الله:
كتب إليّ سفيان الثوري: بُث علمك، واحذر الشهرة.

حلية الأولياء ٧٠/٧


İbnu’l Mubârek rahimahullah dedi ki:
Sufyân es-Sevrî bana şöyle bir mektup yazdı: “İlmini yay, ancak şöhretten sakın.”

Hılyetu’l Evliyâ 7/70

diraase

20 Nov, 17:34


https://sahehly.com/
موقع «صحح لي»

Sahhih-li sitesi kesinlikle önemli ve başarılı bir site. Elinizdeki arapça metni siteye yerleştirdiğinizde, metni imlâ ve nahv açısından düzeltiyor ve tamamını ya da belirli bir bölümünü harekelendirme seçeneği sunuyor.

#tavsiye

diraase

20 Nov, 17:18


«Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizlediklerini de bilir, açığa vurduklarını da.»

Bakara: 77

diraase

20 Nov, 07:16


Kötü kalbî ameller, gizli günahlardandır

من يظهر للناس أنه يحبهم ولكنه في حقيقة الأمر يبغضهم ويحسدهم، فقد وقع في ذنوب الخلوات القلبية. ومثله من يظهر لهم الصلاح وهو ليس كذلك، أو يظهر التعفف والصيانة، فإذا خلا بنفسه، استجلب الأفكار والخواطر الفاسدة: فإنه يُخشى عليه أن ينطبق هذا الوعيد الشديد الوارد في حديث (لأعلمن أقواما من أمتي يأتون يوم القيامة بحسنات أمثال جبال تهامة بيضا فيجعلها الله عز وجل هباء منثورا) وهو ضياع حسناته.

الشيخ محمد المنجد


Kim insanlara, aslında onları sevmediği ve hased ettiği hâlde seviyormuş gibi davranıyorsa, o kimse kalbin işlediği ‘gizli günahlar’a düşmüş olur. Aynısı, öyle olmadığı hâlde insanlara sâlihmiş gibi görünen, yahut iffetli ve kendisini sakınan biri gibi davrandığı hâlde nefsiyle baş başa kaldığında fâsid/kötü/ahlâksız şeyler düşünen kimse için de geçerlidir. Bu kimse için şu hadîste vârid olan şiddetli tehdidin başına gelmesinden korkulur: «Ümmetimden birtakım kimseler bilirim ki, onlar kıyâmet günü Tihâme dağları emsali (çok) ve bembeyaz (yani tertemiz) sevâblar getirirler de Allah azze ve celle o sevâbları saçılmış toz eder.» Yani, o kimsenin sâlih amelleri boşa gider.

Şeyh Muhammed el-Muneccid

———
Hadîsin devamında Sevbân radıyallâhu anh dedi ki: “Ya Rasûlallah! Bize onların sıfatlarını söyle, bize onları açıklayıp aşikâr et ki bilmeden biz de onlardan olmayalım”. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: «Bilmiş olunuz ki onlar sizin (din) kardeşleriniz ve sizin cinsinizden insanlardır. Sizin aldığınız gibi onlar da geceden (ibâdet nasibini) alırlar. Velâkin onlar, Allah’ın harâm kıldığı şeylerle tenha yerde başbaşa kaldıkları zaman o yasakları çiğnerler.» [İbn Mâce 3442]

diraase

20 Nov, 05:14


https://t.me/diraase/687

diraase

20 Nov, 05:14


‏﴿إن اللهَ خبيرٌ بما يَصنعُون﴾

diraase

19 Nov, 12:56


Kastettiğim mana, ilim talebi için evden çıkmaktan alıkoymak yahut çıkmayan kimsenin bu niyetle çıkanlardan üstün olduğunu söylemek değil. Evde olanın da ilimle iştigâl edebileceği ve kendisini yetiştirebileceğinin mümkün olduğu manasıdır.

diraase

19 Nov, 12:49


فنصيحتي لأخواتي المسلمات أن يلزمن البيوت ما استطعن لذلك سبيلاً ولا أدب أحسن من تأديب اللّٰه تعالى لأمهات المؤمنين رضي اللّٰه عنهن حيث قال لهن: ﴿وقرن في بيوتكن ولا تبرجن تبرج الجاهلية الأولى‏﴾.

الشيخ ابن عثيمين


Müslüman kız kardeşlerime nasihatim, ellerinden geldiğince evde kalmalarıdır. Allah teâlâ’nın, Mu’minlerin annelerine (radıyallâhu anhun) uyguladığı terbiyeden daha güzel bir edeb olamaz: «Evlerinizde kalın/karâr kılın ve (İslam öncesi) ilk câhiliye kadınlarının yaptıkları gibi güzelliklerinizi göstermeyin».

Şeyh İbn Useymîn

diraase

19 Nov, 12:49


“Evde Kur’ân hıfz edilir mi? Evde Arapça öğrenilir mi? Evde ilim taleb edilir mi?”
Evet. Hele de her şeyin elimizin altında bulunduğu böylesi bir zamanda evde her şey yapılabilir. Evinde bulunan kadın da bütün bunlara Allah’ın izniyle muvaffak olabilir. Evde olmak bunların hiçbirine engel değildir, bilakis tecrübe şunu göstermiştir ki, Rabbinin emrine itâaten evinde karâr kılan kadın, niyetinde hâlis olduğunda Allah ona imkânsızı dahi kolaylaştırır. Hatta kadına hayr kapılarını en çok açan şey onun evindeki istikrârıdır. Şayet böyle olmasaydı, «Evlerinizde karâr kılın» emrinin kendilerine indirilmiş olduğu kadınlara (radıyallâhu anhun) bu emirden hemen sonra evlerinde ne yapmaları gerektiğinin bildirilmesi -hâşâ- bir anlam ifâde etmez olurdu. Hâlbuki Allah subhânehu ve teâlâ bu âyetten hemen sonra şöyle buyurmuştur: «Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve Hikmet’i (Sünneti) zikredin/anın.» Kur’ân, Mu’min kadının evinde kalmasına ve evini bir medreseye çevirmesine işte bu âyetle teşvîkte bulunmuştur.
Onlar (radıyallâhu anhun) evlerinde kalmalarıyla birlikte, kadınların en fakihleriydiler. Demek ki kadının evinde kalması, garb kültürünün dikte ettiği gibi cehâlet ve geri kalmışlık değildir. Bilakis bu, İslâm kültürünün ve edebinin emrettiği üzere gerçek üstünlük ve ileriye taşınmışlıktır.

Allah subhânehu ve teâlâ kadına evinde istikrârı ona zulüm olsun diye emretmedi. Yahut ‘evlerinizde oturun’ emrini, onu hayr ve fazîletten mahrûm etmek için indirmedi. Fakat O bu emirle kadını koruma altına almış ve onun şânını yüceltmiştir. Bu emirdeki hikmeti, ve bununla kadına verilen üstünlük ve fazîleti görmeyenin kalbi amâdır.

Evinde istikrâr kılan, evinden çıkmayan bir kadın Rabb’inin rahmeti ve bereketine böyle olmayan kadından daha yakındır. Zira,

•Kadın evinde karâr kıldığında Rabb’inin «Evlerinizde kalın» emrine itâat etmiş demektir. Dolayısıyla kadın evinde durduğu -ve bunu ihtisâb ettiği- her an, Rabbine dâimî bir taat içerisindedir. Abdullah Belkâsım’ın bu âyetin tefsîrinde söylediği söz güzeldir: “Kadının evinde geçirdiği her an ibâdet, itâat ve Allah’a tâattir.. Evin yalnızca duvarlardan ibaret bir yer değil, sen bir mihrâb ve bir mescid içindesin.”

•Ev, kadın kul için en güzel edeb medresesi, benzeri bulunmayacak bir terbiye alanıdır. Bilhassa evini harâm ve bâtılın her türlüsünden koruyan kimse için. Zira o zaman o evde bir nûr, ve sâhiplerini kuşatan bir bereket hâsıl olur. Ve ayrıca ev; şerrden emânda olma, fitnelerden sakınma, harâmlardan uzak durma ve fâcir insanlardan uzaklaşma için kadın-erkek bütün kulların en temiz sığınağıdır.

Kul Allah’ın emirlerine ne kadar itâatkâr olur ve yasaklarından ne kadar kaçınırsa, Allah azze ve celle’nin o kula ihsânı ve bereketi o derece büyük olur.
Mu’min kadın evinde kaldığı zaman, ilme, güzel ahlâka, hayâya, terbiyeye, anne-baba yahut eşe itâate daha yakın olur. Böylece de bütün hayr kapıları ona açılır. Zira fazîlet ve üstünlük; sadece Rabb’e itaati ve O’nun emrine teslimiyeti tam ve güçlü olan mu’min kimsenindir, velev ki bu manâyı saptırmayı başarsalar da.

Mühim olan şu içinde yalnızca Allah’ın muttali olduğu et parçasını, kalbini, ıslâh etmen ve onu ihlâsla rızıklandırması için Allah’a duâ etmendir.
Kul yolunda Allah’ı kastettiği zaman, Allah o yolun engellerini giderir. Yeter ki kul niyetinde ‘muhlis’ olsun ve Rabb’inin şerîatındaki ‘her şeyin’ ancak ve ancak mu’minin hayrı ve izzeti için emredildiğinin şuurunda olsun.

Ben bilhassa çirkinlik ve fesâdın böylesine yayıldığı bir zamanda, müslüman kız kardeşlerime evlerinde kalmalarını nasihat ediyorum. Selef ve bundan önce bizim Nebîmiz sallallahu aleyhi ve sellem, fitne zamanında erkeklerin dahi evde kalmasını emretmiştir. Kalbin, nefsin ve amellerin selâmeti için; huşû, ihlâs ve takvâ nimetinin devamlılığı için, kulun fitne ve fesâd ortamlarını ve bu ortamlarda bulunan müfsidleri terk etmesi gerekir.

Keşke müslüman kadın, Allah’ın bu emrine boyun eğmenin ona hangi bereket kapılarını açacağını bir bilse. Keşke bir bilse! O zaman evine hapsedilse dahi onu dünyadaki tek özgürlük dârı, onu dünyâdaki tek cenneti bilir.

diraase

17 Nov, 22:03


İbn Teymiyye rahimahullah dedi ki:
Her kim Ebû Hanîfe’nin veya müslümanların diğer imâmlarının sahîh hadîse kasten muhâlefet ederek kıyasa yöneldiklerini düşünürse; onlar hakkında yanlışa düşmüş, ya zan ya da hevâsıyla konuşmuştur.

Mecmû'u’l-Fetâvâ | 20/304

diraase

17 Nov, 22:03


Her kim Ebû Hanîfe’nin gaflet ve töhmet ile tanınan [zayıf râvileri] diğerlerinden ayırt etmediğini/edemediğini sanıyorsa, gerçekten o bâtıl bir zanda bulunmuştur.

Abdurrahmân el-Muallimî | et-Tenkîl 1/423

diraase

17 Nov, 20:27


Şeytanın, aslında kalbinde “sâlih ve mukarreb (Allah’ın kendisine yakınlaştırdığı) bir kul” olma arzusu büyük olan kula en büyük oyunu, onu günahlarıyla meşgul etmesidir.

Öyle ki şeytan kulun gözünde günahlarını büyütür, onların altında ezilmiş olduğunu kula vehmettirir ve utancını tevbe ameline gâlip getirir. Tâ ki kul Allah’ın kendisine olan rahmetini küçümsesin ve arzu ettiği salâha ve kurbiyete erişebileceğine olan inancını yitirsin. Çünkü şeytan bilir ki, kalbi Allah’ı arzu eden -ama O’na ulaşmanın yollarını bilmeyen- kulu, Allah’tan ancak bu utanç uzaklaştırabilir. Hâlbuki Allah’tan gerçek utanç ve hayâ, O’nun hudûdunu aştığında O’ndan afv ve mağfiret dilemektedir, tevbeyi terk edip hatasına devam etmekte değil, çünkü Allah, kulunu her hâl üzere görendir.

Sonunda şeytân bu günahlarından duyduğu utanç sebebiyle kulu sâlih ameller işlemekten ve öne geçenlerden olmaktan alıkoyar. Ve kul günahkârken Allah’a ibâdeti artırmanın anlamsız olduğu vehmine kapılır.

Bir de bundan daha kötüsü vardır. -Kalbi Rabbini arzu etmesine rağmen- kulun, zaten günahkâr olduğunu söyleyerek yeni günahlara düşmekten kaçınmayacak duruma gelmesidir. O, günahlarının çok olduğunu bahane ederek onlardan sakınmayı terk eder, ama bununla birlikte onların çokluğu onu aldatır ve yeni günahlar işlemek onun için bir şey ifâde etmez hâle gelir. Zira o, günaha battıkça kurtuluşu uzak görmektedir. Hakîkatte ise o günah işlemeyi Allah’a tevbe etmekten daha kolay gördüğü için Allah onu bu zannıyla baş başa bırakmıştır.

O şöyle der: ‘Ben nefsinde günahların dolu olduğu bir beşerim. Bir hayr işleyecek olsam, onun karşısında duracak bin günahım var. Bunca günah beni çevrelemişken hangi sâlih ameli, ne diye işleyeyim?’
Hâlbuki o, günahlarına rağmen sâlihâtını artırma gayretinde bulunsa Allah onun kalbinde bir nûr kılacaktır. Sonra o nûr günahların karanlığına gâlip gelecek ve sonra -Allah’tan bir ikrâm olarak- içinde bulunduğu günahlar onun nefsine adım adım çirkin gelmeye başlayacaktır.

Ey Allah’ın kulu,
Seni “sâlih” olmaktan, seni muhlisler zümresine dâhil olmaktan, seni muttakîlerin kervanına yetişmekten geri bırakan tek şey; senin kendi nefsindir. Sakın Rabbini ‘Beni sâlihlerden kılmadı’ diye suçlama. ‘Beni seçmedi, beni geride bıraktı’ diyerek İlâh’ına zannında haddi aşma. O seni zaten ancak sen mukarrebîn kâfilesine yetişesin, sen O’na ‘koşasın’ diye yarattı. Bu senin Rabbini değil, Rabbinin seni sınamasıdır. Harekete geçmesi gereken, geri kalma sebebini kendinde bulması gereken “sen”sin.

Koştuğun yolda, ya yoldan vazgeçesin ya da devam edip sıdkını gösteresin diye engellerle karşılaşırsın; Allah ve Rasûlü ﷺ bunu “fitneler” olarak adlandırmıştır. O fitnelerin ucu, ona meyleden için ancak günaha dayanır. Bununla birlikte bu engeller olmadan O’na varabilen olmamıştır, -rasuller müstesnâ- kimse günahlardan uzaklaştırılıp masûm kılınmamıştır.

Sen, fitnelerin her adımımızı yakaladığı bu zamanda Rabbine yürüyenlerden ol. Bu ne şikâyetlenme, ne de gökten insanlığı ıslâh etsin diye mucize inmesini bekleme zamanıdır. Rasûlullah ﷺ’in kavlini hatırla: «Fitne günlerinde yapılan ibâdet, bana hicret etmek gibidir.» Bu zaman, ibâdet zamanı ve Allah’ın ‘kalplere’ bakıp sıddîkları seçtiği, sıdk ile itaat etme zamanıdır.
İmtihân itaat etmededir. Hicret Allah’a ve Rasûlüne ise, sefer meşakkatsizdir.

O’nun yolunda koşanlardan olabilmek ve kâfilenin başına varabilmek için O’na duâ et, çünkü bu yol duâ olmadan yürünmesi mümkün olmayan, Allah’a sâdık yönelişin gösterilmesi elzem şerefli bir yoldur.

Bizi bu zamanda kurtaracak şey, günahlara en azından kalbimizle buğz edip Allah’a ibâdeti artırmaktır.
Günahlarının bir kısmını terk edemesen de, onlar seninle birlikte diye Allah’a giden yolu da terk etme. Sen istikâmet yolunda ilerlemeye bak. Olur da (fitneye) düşersen, ‘tevbe’ ile ayağa kalk.

“Yazıklar olsun sana, kendini hor görme! Çünkü tevbe eden O’nun sevdiğidir. Kim O’nun önünde kırılırsa (inkisâr), o iyileşir. İflâs ettiğini kabul etmen gerçek zenginliktir. Başını pişmanlıkla eğmen gerçek itibardır. Hatanı itiraf etmen doğruya tam isâbet almandır.” [İbnu’l Kayyim]

diraase

17 Nov, 06:22


İnsan eceline bir saat kaldığını bilse ne dünyalık bir şeye hevesi kalır ne de bir hayrı terk etmeye bahanesi. Fakat dünyadan elde edilecek olana umutla aldanıyor ve ölümü uzak sanıyoruz. Hâlbuki ne kadar uzak olsa da, hakîkati aldatıcılığına gâlip gelen şey, her zaman her şeyden daha yakındır.

diraase

16 Nov, 22:40


قصيدة الأعشى الكبير في مدح رسول الله صلى الله عليه وسلم..

diraase

15 Nov, 14:16


Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhabbetten bahsediyoruz, kıyâmet günü Ona ﷺ en yakın olanlardan olmayı, Onunla ﷺ aynı Cennette bulunmayı ve Onun ﷺ Havd’ından içmeyi ümit ediyoruz. Hatta bazen Onu ve Onun Sünnetini müdafaa ederken çok da hamâsî davranıyoruz. -Öyle ki kimi zaman samimi(!) öfkemizden nefsimizde ve toplumda Onun ahlâkını terk edebiliyoruz-.

Peki bu yüce menzil için yaptığımız şey nedir? İddialarımızın, bizi arzu ettiğimizi sandığımız mertebeye eriştirmesine ne kadar güveniyoruz? Gerçekten Allah Rasûlünün aleyhissalâtu vesselâm emirlerine ve nehiylerine karşı tavrımız ve duruşumuz nedir?

Hayâtımıza bakıp kendimizi tanımalıyız. Biz dünyada ne isek, âhirette oraya lâyık olacağız.

Nebî ﷺ bu hadîste Ona ﷺ uzak olan üç sınıftan bahsediyor:
• Çok ve boş konuşan kimseler
• Kendi söylediği sözü beğendiği ve karşısındakini de aşağıladığı için ağzını eğip bükerek konuşan kibirli kimseler
• İnsanlara, konuştukları sözleriyle veya davranış biçimleriyle onlardan üstün olduğu hissiyatı vererek kibirlenen kimseler

Bu sınıftan herhangi birine dâhil olmak, kıyâmet gününde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in en buğz ettiği kimselerden olmamıza sebebiyet veriyor. Ona en uzak olmamızın nedenlerinden biri oluyor.

Düşünelim, sosyal medyada bile bir gün içinde kaç kez boş konuşuyoruz?, faydasız ve anlamsız kaç söz söylüyor da insanları meşgul ediyoruz?
Kaç kez ‘çok’ konuşuyoruz, aklımıza her geleni yazıyoruz? Gereksiz her şeyi, her şeyimizi ortaya koyuyoruz?
Birilerinden daha üstün, daha âlim olduğumuzu kanıtlamak için, karşımızdakini daha hakir, daha alçak ve daha basit gösterebilmek için, kelimelerimizi süslüyor ve daha bilgili olduğumuz imajını veriyoruz?
Başkalarına karşı bilerek, isteyerek, kastederek üstünlük taslıyor ve nefsimizde kibir saklıyoruz?
Bir başkasını alçak görmek ve diğerlerine de öyle gösterebilmek için verilen mücâdele, asla ve asla bir Müslümanın mücâdelesi olamaz bunu bildiğimiz hâlde.

Acaba biz ulvî bir makâmı arzu ederken, Allah -subhânehu ve teâlâ- ve Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- indinde hiçbir değeri olmayan, ahlâkıyla kınanan, edebiyle hakîr bırakılan bir kul olduğumuzun korkusunu tek bir gün yaşadık mı?
Allah ve Rasûlü acaba gerçekten beni seviyor mu? diye bir gün oturup nefsimizle yüzleştik mi?

Bugün ahlâkımızla neredeysek, yarın âhirette ahlâkımızın keremiyle orada olacağız.
Bugün Rasûlullah’ın ﷺ ahlâkı ile bulunan, Onun ﷺ ahlâkı ile ahlâklanan; Ona ﷺ en çok benzeyen ve en yakın olandır. Dünyâda Ona ﷺ yakın olan ise, âhirette de Allah’tan bir fadl ve nimet olarak Onun ﷺ yakınlığına mazhar olanlardan olacaktır.

diraase

14 Nov, 23:41


قال الإمام أحمد:
يحسّن القارئ صوته بالقرآن، ويقرؤه بحزن وتدبر.

الآداب الشرعية ٢/‏٣١١


İmâm Ahmed dedi ki:
Kâri sesini Kur’ân’la güzelleştirir, ve onu hüzün ve tedebbürle okur.

el-Âdâbu’ş-Şer'iyye 2/311

diraase

14 Nov, 23:35


Her şeyi görüyoruz ve her şeyi konuşuyoruz. İntihar eden bir toplum olduk.
Ne kadar da gereksiz olduk. Şereflice ve haysiyetlice ölümü bile hak etmedik, konuşmayalım.
Susalım ama iman edelim. Konuşalım ama hak edelim.
Sözün haysiyeti kalmadı, imanın ve izzetin manası kalmayınca.

| Mehmet Emin Akın

diraase

12 Nov, 21:30


Ya bu gece son gecen ise, ve bu gece amel defterin kapanacaksa?
Kendinden râzı mısın ey nefis?
Sen bile kendinden râzı değilken Rabb’inin senden râzı olmasını mı beklersin?..

Rabb’imiz bizi Sen’inle buluşmaya hazır, ve Sen’inle buluşmayı sevenlerden kıl.

diraase

11 Nov, 23:16


Kimi başında taçla doğar, kimi elinde kılıçla. Ben kalemle doğmuşum. İnsanlar kıyıcıydılar, kitaplara kaçtım. Kelimelerle munisleştirmek istedim düşman bir dünyayı...

Mağaradakiler, Cemil Meriç

diraase

11 Nov, 20:48


Özelde Müslüman “gençler” ümmetin kalkınması, dirilmesi, şerîatin öğretilmesi, ilme yönelim, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in mîrâs bıraktığı dînin hâmileri ve cihâdın mücâhidleri olma yolunda dinçliğe, çalışkanlığa, azim ve atılganlığa sahip olmalıdırlar. Üzerinizden yılgınlığı atın ve müstakbele basiretle bakın.

Müslüman gençler eğer bugün bu sorumluluğu bütün benlikleriyle sahiplenmez, İslâm’ın ensârı olmak ve Allah yolunda Allah’ın kendilerini dilediği biçimde kullandığı kimselerden olmak uğrunda fedâkâr olmazlarsa, bu yükü ağır bulurlarsa, bunu yiğitler gibi asâletle taşımaktan kaçarlarsa, nefislerinin rahatlığını bozmaktan imtinâ edip en küçük mevzide bile, bu dîne hizmet etmenin basit bir bedelini ödemekten bile yorgunluk duyarlarsa; izzeti zillete sattıklarını bilsinler. Ebedî istirâhati bir anlık rahatlığa tercih ettiklerini bilsinler.

Mesele yalnızca bundan ibâret; ya bu emâneti hakkıyla omuzlamak, ya da emânetine ihânet edenlerden olmak.

Sen, Allah’ın hakkında şöyle buyurduğu kimseler olmaktan sakın: «Onlar dünya hayâtını âhirete tercih ediyorlar» , «Dünyâ hayâtına râzı oldular ve onunla tatmin oldular» , «Dünyâ hayâtı onları aldattı» , «Hayır, siz geçici olan dünyâ hayâtını seviyorsunuz» , «Gerçekten onlar, fânî olan dünyayı seviyorlar» , «Îmân ettikten sonra Allah’a küfredip, gönlünü küfre açanlara Allah katından bir gadab vardır, ve onlara büyük bir azâb vardır. • İşte bu, onların dünyâ hayâtını âhirete tercih etmeleri ve Allah’ın hiç şüphesiz kâfirler topluluğuna hidâyet vermeyecek olması sebebiyledir.»

Sen kalbi ulvî amellere iştiyâk duyan yüce kimselerden, Allah’ın kitâbında kendilerini şöyle zikrettiği kimselerden ol: «Fakat Rasûl ve beraberindeki Mu’minler, mallarıyla ve canlarıyla cihâd ettiler. Onlar, bütün hayrlar işte onlarındır. Ve onlar, kurtuluşa erenler işte onlardır.» ,«Mu’minlerden öyle adamlar vardır ki, onlar Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar.» ,«Muhammed Allah’ın Rasûlüdür. Onunla beraber olanlar, kâfirlere karşı şedîd, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükû ve secde eder hâlde, Allah’ın lütuf ve rızâsını arzuladıklarını görürsün. Secde eserinden, alâmetleri yüzlerindedir.» , «Allah’tan bir fadl ve rızâsını dilerler, ve Allah’a ve Rasûlüne yardım ederler. İşte onlar, sâdıkların ta kendileridir.»

Ey Müslüman genç;
Ümmeti boş veren ve Allah’ın rızâsını kazanmayı başkasına bırakan kimselere bakma. Toplumunda uyandırıcı olmayı basit bulma. Tembellik edip işi başkalarına bırakma. İnsanların ahvâline bakıp izzetin ibresini onların yaşamında arama. Ümidini yitirip de savaş meydanından dönüp kaçma! Bu ya korkakların, ya da âcizlerin vasfıdır.

Bugün senin, ümmetin ıslâhı için ayağa kalkman yalnızca senin nefsin için bir kurtuluş değil. Senin kıyâmın, bütün bir ümmetin geleceğini ilgilendiriyor. Senin kıyâmına yalnızca sen muhtaç değilsin, Ümmet senin kıyâmına ve senin ıslâhına muhtaç.

Basit meselelerle ömrünü hebâ etme.
Büyük düşün. Büyük amel işle. Büyük işler için hazırlıklı ol. Ümmet için büyük bir şey yap! Bu ümmetin büyük adamlara, asil adamlara, aziz adamlara ihtiyacı var. En muhtaç düştüğü zamanda ümmetinin hâcetini gideren o cömert mükrimlerin mükâfâtı ne büyüktür! Ve o nefisler ne yüce nefislerdir!

Rabbimiz, bizi yalnızca Senin uğrunda kullan. Bize hidâyet et, bizimle hidâyet et. Bizi ıslâh et ve bizimle ıslâh et.

diraase

11 Nov, 20:46


Ümmetin içinde olduğu acıların dehşetine ve vahşetine, yüzüstü bırakılmış ümmetin çaresizliği ve aczine, fesâd ve iğrençliğin yayılıp yakınlaşmasına rağmen hâlâ en büyük meselemizi “Dînimiz” kılamamışız. İslâm lime lime doğranıyor. Hâlâ içerisinde bulunduğumuz durumun farkında değiliz. Hâlâ üzerimizdeki sorumluluğun ciddiyetini üstlenmemekteyiz.

Yaşananların her geçen gün Allah’a ve mu’minlere karşı utanç ve mahcubiyeti, kâfirlere karşı öfke ve gadabı büyütmesi gerekirken, gün geçtikçe müslümanların davalarıyla olan ihtimâmı zayıflıyor ve bu da onları onlara hiçbir fayda vermeyen, bilakis zararı büyüten yeni davalar(!) edinmeye sevk ediyor. Kimisi ise mensubu olduğunu iddia ettiği dininden bihaber, dünyevî tamahlarıyla meşgul.

Bu çirkinlikler ve müslüman toplumu bölük bölük yutan münkerler Müslümanlar indinde normalleşmeye başladı, bunları alenen inkâr etmenin üzerimize farz olduğu gerçeğinden kaçıyoruz.
Ümmeti parçalayan katliamlar bize normal gelmeye başladı. Alıştık. Kim ne derse desin, alıştık! Kim bu sahnelere aşinalık duyuyor ve artık etkilenmiyorsa onun kalbi mühürlenmiştir. Bu kimseler içinse Allah’ın sünnetinde elbet bir cezâ vardır. Allah subhânehu ve teâlâ’dan aczimizi bağışlamasını umuyoruz..

Müslümanların başına gelenler ve onların katledilip öldürülmesi sebebiyle gelecek olan büyük bir şerri bekliyorum, bütün insanlık da bekliyor, beklesin. Bunu ğaybtan haber vermek ya da korkutmak için söylüyor değilim. Ben Allah’ın kâinâttaki sünnetine karşı önce nefsimi ve sonra müslümanları uyarıyorum. Kur’ân’ın bize hatırlattığı ibretleri hatırlatıyorum. «Sizden önce nice sünnetler (Allah’ın zulümleri neticesinde helâk ettiği kavimler) gelip geçti. Yeryüzünde gezin de yalanlayanların âkıbetinin ne olduğuna bir bakın.» Âli İmrân: 137
«Günahkârların âkıbetinin ne olduğuna bir bakın.» Neml: 69
«Fesâd çıkaranların âkıbetinin ne olduğuna bir bak.» Neml: 14
«Zâlimlerin âkıbetinin ne olduğuna bir bak.» Kasas: 40
«Uyarılanların âkıbetinin ne olduğuna bir bak!» Sâffât: 73

diraase

09 Nov, 21:26


“Denklem budur ey Allah’ın kulu”

diraase

09 Nov, 01:24


“Birçoğumuz dinî durumunun ‘düzgün’ olmasına aldanmakta..”

diraase

08 Nov, 10:37


« Müslüman kardeşim! Senden istediğimiz, kapsamlı bir azimdir. İlim ve amelde azim, davet ve cihadda azim, iman, yakîn, sabır ve rızada azim. Hakkı haykırmada ve iyiliği emretmede azim. Nefisleri ıslah etmede ve insanları hidayete ulaştırmada azim.

Sadece bir alanla seni sınırlayacak eksik bir azim istemiyoruz. İslami faaliyet alanlarında; tam, kapsamlı ve mükemmel bir azim istiyoruz. Bunu, İbnu’l-Kayyim’in Allah ona rahmet etsin, söylediklerinden daha güzel bir yerde bulamadım. O, değerli kitabı; “Tariku’l-Hicrateyn ve Bâbu’s-Saadeteyn”de şöyle der:

“Onların arasında; her vadide Allah’a yönelenler, her yoldan O’na ulaşanlar vardır. O, ibadeti nerede ve nasıl olursa olsun kalbinin kıblesi ve gözünün bebeği yapmıştır. Kulluk neredeyse, onu orada bulursun. İlimde onu ilim ehli ile birlikte, cihadda mücahidlerin safında, muttakiler arasında namazda, zikredenler ile birlikte zikirde, muhsinlerin arasında ihsanda ya da Allahu Teâlâ’ya tevbe edenler ile birlikte veya sevgililer grubu içinde, Allah’a sevgi, yakınlaşma ve tevekkül içinde bulursun. İbadet edenlerin sayısı azalsa da, o devam eder. Eğer ona: “Bu amelleri işlemekteki amacın nedir?” diye sorulursa der ki: “Ne olursa olsun, nerede olursam olayım, Rabbimin emirlerini, istenenleri yapabildiğim kadar yerine getirmek istiyorum.. Amacım sadece onları uygulamak, onları yerine getirmek ve bu konuda Rabbimin rızasına ermek, ruhumla, kalbimle ve bedenimle O’nunla meşgul olmaktır. Karşılığını umar bir halde O’na sattığım şeyi teslim ettim. Rabbim şöyle buyurur:
Allah mü’minlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır” [Tevbe Sûresi: 111] »

Süleyman Davud
-alıntı

diraase

07 Nov, 21:54


Birkaç gündür basitliğine rağmen çözümleyemediğim bir şeyle uğraşıyorum. Olumlu sonuç alma ümidiyle her seferinde istiâze ve besmeleyle çabaladığım hâlde olumlu sonucu alamadım. Bugün yeniden başına geldim, yeniden istiâze ve besmele okudum ve ardından şu nebevî dûayı ettim:

«اللَّهُمَّ لَا سَهْلَ إِلَّا مَا جَعَلْتَهُ سَهْلاً، وَأَنْتَ تَجْعَلُ الْحَزْنَ إِذَا شِئْتَ سَهْلاً»
«Allah’ım, Senin kolay kıldığından başka kolay yoktur. Sen, dilediğin zaman zoru kolay kılarsın.» [İbn Hibbân 974]

SubhânAllah günlerdir uğraştığım şey saniyeler içinde büyük bir kolaylıkla halloldu.

İşin başından beri her seferinde Allah’ın adıyla başladığım hâlde hallolmayan mesele, kalben gerçekten olacağına inandığım ve bunun için duâ ettiğimde ve olmayacağına dâir en ufak bir ümitsizlik taşımadığımda saniyeler içinde halloldu.

‘Tevekkül’ün mücerred Allah’a güvenmek ya da havâle etmek demek olmadığını bir kez daha öğrendim. Tevekkül, kulun azmi ve çabası olmadıkça anlamsızdır. Bu azim kimi zaman da ubûdiyyette Allah’a tam teslimiyeti göstermek ve O’nun sana yardım edeceğine dair asla bir şüphe taşımadan içtenlikle O’na duâ etmektir. Çünkü bazen kuldan sâdır olacak azim ‘duâ’dır.
Yoksa meseleyi Rabbine olan güveninle yalnızca Allah’a bırakmak tevekkül değildir. Bazen tevekkülü kalbimizde Allah’a olan tam ve güçlü bir güvenle sınırlıyor, bu yüzden dilimizle isterken çok içten olmada kusurlu kalıyoruz. Zira bu güveni öyle büyük hissediyoruz ki Allah’ın kalbimize şâhid olmasını yeterli buluyor ve dilimizle öylesine söylemenin yeterli olacağı inancına kapılıyoruz.

Hâlbuki gerçek tevekkül, dille söylerken Allah’a ‘kalp ile de yönelerek’ kalp ile de ‘amel’ edebilmektir. Yani bir şeyi Allah’ı sadece dil ile zikrederek Allah’a bırakmak başka, bir şeyi Allah’ı kalpten/kalbin diliyle de zikrederek Allah’a bırakmak çok başkadır.

Keşke en ufak, en önemsiz gördüğümüz işimizde bile Allah’a içtenlikle yönelmenin fıkhına erebilsek. Tirmizînin rivâyet ettiği zayıf bir hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: «Sizden biriniz Rabb’inden ihtiyâçlarının tümünü istesin, hatta koptuğu zaman terliğinin ipini dâhi (Rabbinden istesin)!»

Enes radıyallâhu anh dedi ki: “Sizden biriniz Rabbinden bütün ihtiyaçlarını, hatta koptuğu zaman terliğinin ipini dahi istesin. Hatta Rabbinden tuzu bile istesin.”

Âişe radıyallâhu anhâ dedi ki: “Allah’tan her şeyi isteyin. Ayakkabının bağını dahi isteyin. Çünkü eğer Allah azze ve celle kolaylaştırmazsa, hiçbir şey kolay olmaz.”

Bu insana belki çok anlamsız belki de basit gelir, fakat aslında en basit şeyi en Azîm olandan istemek, istemenin ve ubûdiyyetin en belîği, en üstünüdür.
Zira bu, kulun acziyetini gösterip, Rabb’inin azametini itirâf etmesidir.
Kulun ‘kul’ olduğunu ikrâr edip, Allah’ın Rabb olduğunu tasdîk etmesidir.

Bilakis bu gerçek bir ibâdettir.
İbâdetin şuuruna hakîki olarak ermektir.
Bu dünyanın sadece büyük meselelerinde değil, en küçük ihtiyâcını dahi Rabb’ine havâle etmeyi bilen, Rabb’ini ‘Rabb’ olarak ikrâr etmiş demektir.
Çünkü eğer Allah azze ve celle kolaylaştırmazsa, hiçbir şey kolay olmaz.”

#dualar

diraase

07 Nov, 18:07


«Umulur ki siz bir şeyi kerih görürsünüz de, Allah onun içinde pek çok hayr kılmıştır..»

Nisâ: 19

diraase

07 Nov, 11:54


İzzet taşıyan hür bir nefiste bazı günahların kefâreti, yalnızca Allah yolunda şehâdettir.

İşte bu yüzden gurur sâhibi hür kimseler cihâd ehlinin çoğunluğunu oluştururlar. Onlar Allah yolunda öldürülmeyi onun yerinde arzularlar.

Onlar tevbeyi, mağfireti ve tertemiz olmayı isterler. Onlar günahlarından tevbe etmiş ve onlara bir daha asla dönmemiş olsalar ve sâlih amellerini artırmış olsalar bile, Rabblerinden duydukları utancın büyüklüğünden, günahları onların canını yakmış ve göğüslerinde ağırlaşmıştır. Çünkü onlar, âlemlerin Rabbine samîmî bir dönüş, samîmî bir şükür ve samîmî bir rızâ göstermek için ‘fedâ olmak’tan başkasını bulamamışlardır.

Onlar ki, onların kalpleri Allah’ın zikrine karşı korku duyanlardır!

Gururlu, hür olana O’nun sebîlinde bir çıkış yolu açan; yahut da (geri kaldığı için) kederden ve Rabbinden hayâsından ölene bir çıkış yolu kılan Allah ne yücedir.

Dr. Leylâ Hamdân

diraase

07 Nov, 11:50


• Nusretten âciz kalana azâb var mıdır?

«Güçsüzlere, hastalara ve (seferde) sarfedecek bir şey bulamayanlara, Allah’a ve Rasûlüne karşı sâdık ve samimi oldukları takdirde (cihâddan geri kaldıkları için) bir günah yoktur. Muhsinlere (kınama ve cezâ) için bir yol yoktur. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. • Kendilerini bindirip (cepheye) sevk edesin diye sana geldikleri zaman, senin, “Sizi bindirebileceğim bir şey bulamıyorum” dediğin; bu uğurda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselere de bir günah yoktur.»

Âyet, çaresiz kalanların azâbtan kurtulmaları için ‘bir şart’ zikretmiştir: “Allah ve Rasûlü için nasîhat etmeleri (yani Allah’a ve Rasûlüne karşı sâdık olmaları).

es-Sa'dî âyetin tefsîrinde dedi ki: “İşte bu kimselere; Allah ve Rasûlü için nasihat etmeleri şartıyla bir günah yoktur. (Bu nasihat) îmânlarında sâdık-samimi olmaları, eğer güç yetirebilseler muhakkak cihâd edeceklerine dâir niyetlerinin ve azimlerinin olması, ve (insanları) cihâda teşvîk edip şevklendirme ve rağbet ettirmede ellerinden geleni yapmalarıdır.”

el-Bikâî de şöyle der: “İşte onlar o vakit, sâdık îmânlarından kaynaklanan bu hâl üzere, cihâddan geri kalmalarına acı duymalarıyla ve ne zaman mümkün olsa cihâda çıkacak azmi taşımalarıyla; "muhsinler" olmuş olurlar.”

Ve işte bu sıdkın ne olduğunu, bir sonraki âyet ispat eder: «.. bu uğurda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı, üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönerler..»

Onlar öyle kimselerdir ki yapmaları gereken bu farzın onlardan düşmesiyle rahatlayıp sevinmezler. Bilakis ‘bütün sıdkları ve içtenlikleriyle’ keşke koşullar ve durumlar değişse de üzerlerine farz olanı yerine getirebilseler diye arzu ederler.

diraase

06 Nov, 18:58


Baştaki göz (basar) harâmla karardığı zaman, Allah kalpteki gözü (basîreti) aydınlatmaz.

“Bakış (harama nazar etme) şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah teâlâ için gözünü çevirirse, onda güzel bir tat meydana getirir. Allah teâlâ ile karşılaşacağı gün onu kalbinde hisseder.”
[Mecmûu Taberânî 8/63]

“Müslümanlardan herhangi birisi bir kadının güzelliğine bakar da sonra görmemezlikten gelirse -yani gözünü ondan çevirirse-, Allah teâlâ ona bir ibâdet verir ki onda bu yaptığına karşılık tatlılığını bulur.”
[Musned 5/264]

Harama bakmak kalbi ifsâd eder, onda bozukluklar meydana getirir. Şeytan “bakış” ile kulun kalbini meşgul etme, onun için faydalı olan şeyleri unutturma, kalbi ile arasını açma, yaptığı iyi şeylerden nefret ettirme ve gaflet ile hevâsına uymaya onu sürükler. Bu hususta Allah subhânehu ve teâlâ şöyle buyurur: «Adımızı anmayı kalbine unutturduğumuz ve hevâlarına/arzularına kapılmış/tâbi olmuş kimselere uyma.» Kehf: 28

Kalp ile göz arasında bir geçit ve bir yol vardır. Göz bozulduğunda, kalbin bu geçidi bozulur. Ve böylece kalp de bozulur.

Harama bakmak kalbin, hakkı bâtıldan, sünneti bid'atten ayırma vasfını ifsâd eder. Ama Allah teâlâ için gözünü haramdan sakınması kişiye sâdık bir feraset kazandırır ve böylece onunla temyiz (iyiyi kötüden ayırt) eder.

Sâlihlerden biri şöyle dedi: “Kim zâhirini sünnete ittibâ ile içini de murâkabe ile geçirir, gözünü haramdan korur, nefsini şüphelerden sakınır ve helâl ile beslenir ise ferâsetinde yanılmaz.”

İbn Teymiyye rahimahullah dedi ki:
“Gözü harâmdan sakınmak, kalpte bir nûr ve bir firâset mîrâs bırakır. Allahu teâlâ ise kulunu, işlediği amelden daha güzeli ile mükâfâtlandırır; bu yüzden kul gözünü harâmdan sakındığı zaman, Allah onu bundan daha hayırlısı ile mükâfâtlandırır ve onun basîret nûrunu aydınlatır. Ona ilim, marifet, hakîkat ve bunun gibi kalbin basîretine ulaşan kapıları açar.”

Cezâ amelin cinsine göredir. Kim Allah teâlâ’nın haramlarını görmemezlikten gelirse, Allah teâlâ da onun basîretinin nûrunu alır.

diraase

06 Nov, 18:57


منزلتك عند الله كمنزلته عندك إذا خلوت.

الشيخ عبدالعزيز الطريفي

Senin Allah indindeki menzilin, yalnız kaldığında O’nun senin yanındaki menzili ne ise, odur.

Şeyh Abdulazîz et-Tarîfî



وما أجملَ العبد يرى الناس إذا خَلَوا انتهكوا محارم الله، أن يكون على الضدّ كلما خلا أسرع إلى الله!
‏فكأنما هو ينتظر الساعة التي يخلو فيها بالله!

د. وجدان العلي

İnsanların tenha yerde yalnız kaldıkları zaman Allah’ın harâm kıldığı şeyleri çiğnediklerini görürken; kendisi bunun zıttı olan, her yalnız kaldığında Allah’a süratle koşan kuldan daha güzeli kimdir?
Sanki o, Allah ile baş başa kalacağı saati bekler gibidir!

Dr. Vicdân el-Ali



عمر بن الخطاب رضي الله عنه:
أوصيكم بالله، إذا بالله خلوتم.

شعب الإيمان ١٤٠/٩

Ömer b. el-Hattâb radıyallâhu anh dedi ki:
Allah ile yalnız kaldığınız zaman, size Allah’ı (O’ndan korkup sakınmanızı) öğütlüyorum.

Şuabu’l-Îmân 9/140

diraase

05 Nov, 15:05


Bir adamın aklındaki noksanlık, onun doğruyu bildiği hâlde onu tevîl ederek reddetmesiyle; bir kadının aklındaki noksanlık, doğruyu bildiği hâlde onun doğruluğundan şüphe etmesiyle ortaya çıkar.

Üzerinde biraz düşünün, bunun böyle olduğunu fark edersiniz.

diraase

05 Nov, 08:23


«اللَّهُمَّ بَاعِدْ بَيْنِي وبيْنَ خَطَايَايَ، كما بَاعَدْتَ بيْنَ الْمَشْرِقِ والمَغْرِبِ، اللَّهُمَّ نَقِّنِي مِنَ الْخَطَايَا كَمَا يُنَقَّى الثَّوْبُ الأَبْيَضُ مِنَ الدَّنَسِ، اللَّهُمَّ اغْسِلْ خَطَايَايَ بِالْمَاءِ وَالثَّلْجِ وَالْبَرَدِ»

«Allah’ım, benimle günahlarımın arasını, doğu ile batı arasını uzak kıldığın gibi uzak kıl. Allah’ım, beyaz elbisenin kirden temizlenmesi gibi, beni de günahlarımdan temizle. Allah’ım, günahlarımı suyla, karla ve doluyla yıka.» [Buhârî 744]

#dualar

diraase

04 Nov, 11:41


• Allah’a isyan aç olana uzak, tok olana yakındır

قال ابن رجب رحمه الله:
‏قلة الغذاء توجب رِقَّة القلب، وقوة الفهم، وانكسار النفس، وضعف الهوى والغضب، وكثرة الغذاء توجب ضد ذلك.

[جامع العلوم ٧٩١]

İbn Receb rahimahullah dedi ki:
Az yemek kalbin inceliğini, anlamanın kuvvetli olmasını, nefsin (arzularının) kırılmasını, öfke ve hevânın zayıflamasını kaçınılmaz kılar. Çok yemek ise bunların tersini zorunlu kılar.

[Câmiu’l Ulûm 791]

Fazla (yani ölçüsüz) yemek bir çok şerrin-kötülüğün sebebidir. O azâları günah işlemeye kışkırtır, ibâdet ve sâlih amellerde onu yavaşlatır ve tembelleştirir. Nebî ﷺ buyurdu ki: «Âdemoğlu midesinden daha şerli bir kap doldurmamıştır. Âdemoğluna belini doğrultacağı kadar birkaç lokma yeterlidir.»

Nice günahlar vardır ki, sebebi tokluk ve ölçüsüz yemektir ve nice ameller de bu sebepten dolayı günaha dönüşmüştür. Bu nedenle denilmiştir ki: “Tokluk, şehvetlerin mızrağıdır.”

قال ابن قدامة رحمه الله:
‏من أبواب الشيطان الشبع فإنه يقوي الشهوة ويشغل عن الطاعة.

[مختصر المنهاج ١٤٩/١]

İbn Kudâme rahimahullah dedi ki:
Tokluk, şeytânın (girdiği) kapılardan bir kapıdır. Zira o şehveti güçlendirir ve ibâdetten de alıkoyar.

[Muhtasaru’l-Minhâc 1/149]

Tokluğun, insanı ihtirâslarına mahkûm etmesinin delîli olarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in orucu vasiyet ettiği hadîsi yeterlidir. O ﷺ hadîsinde oruç tutmayı öğütledikten sonra şöyle buyurmuştur: «Çünkü oruç, şehvet için koruyucudur.»

قال الإمام الشافعي رحمه الله:
‏الشبع يثقل البدن، ويزيل الفطنة، ويجلب النوم، ويضعف صاحبه عن العبادة.

[جامع العلوم ٨٩٧]

İmâm Şâfiî rahimahullah dedi ki:
Tokluk bedeni ağırlaştırır, firâseti giderir, uykuya sebebiyet verir ve sâhibini ibâdete karşı zayıflatır.

[Câmiu’l Ulûm 897]

قال الفضيل رحمه الله:
خصلتان تقسيان القلب كثرة الأكل والكلام.

[ربيع الأبرار ٢٠٨/٣]

Fudayl b. İyâd rahimahullah dedi ki:
İki haslet vardır ki kalbi katılaştırır: çok yemek ve çok konuşmak.

[Rebîu’l-Ebrâr 3/208]

Kim ki “karnının” şerrinden korunursa büyük bir şerden korunmuş olur. Çoğunlukla şeytanın insana hâkim olduğu vakit karnını yemekle doldurduğu vakittir. Bunun içindir ki, bazı eserlerde şöyle denilmiştir: “Oruç ile şeytanın mecrâlarını (girdiği yerleri) darlaştırınız.”

قال إبراهيم بن أدهم:
من ضبط بطنه ضبط دينه، ومن ملك جوعه ملك الأخلاق الصالحة، وإن معصية الله بعيدة من الجائع قريبة من الشبعان.

[جامع العلوم ٤٧٣/٢]

İbrâhîm b. Edhem dedi ki:
Kim karnını kontrol altına alırsa, dinini de kontrol altına almış olur. Kim açlığına mâlik olursa, güzel ahlâka mâlik olur. Allah’a isyan (günaha düşmek) aç olana uzak, tok olana yakındır.

[Câmiu’l-Ulûm 2/473]

diraase

03 Nov, 20:43


“Allah’ı tazîm etmek, kaçınılmaz olarak O’nun kelimesini yüceltmek için çaba sarf etme güdüsü var eder.
O’nu sevmek, kaçınılmaz olarak O’nun yolunda fedâkârlığı ve O’nun mahremlerine (hürmet edilmesini emrettiği kutsallarına) karşı kıskançlığa sebebiyet verir.
Mu’minlerin dostu olmak, kaçınılmaz olarak onlara yardım etmeye sevk eder.

O yüzden akîdesi en kâmil olan insanları, nusret, müdafaa ve amel sahalarından uzakta arama!”

diraase

03 Nov, 19:26


قال عون بن عبد الله رحمه الله:
‏كان أهل الخير يكتب بعضهم إلى بعض بهؤلاء الكلمات، وَتَلَقَّاهُنَّ بعضهم بعضا: من ‌عملَ لآخرته كفاهُ اللَّه دنياه، ومن أصلح ما بينه وبين الله أصلح الله ما بينه وبين الناس، ومن ‌أصلح ‌سريرته أصلح الله علانيته.

‏الزهد، وكيع بن الجراح ٨٤٨


Avn b. Abdullah rahimahullah dedi ki:
Hayr ehlinden bazısı diğerlerine şu sözleri yazar ve o sözleri birbirlerinden (ders alır gibi) kabul ederlerdi: “Kim âhireti için çalışırsa, Allah dünyâsı husûsunda ona kâfî gelir. Kim Allah ile arasını düzeltir güzelleştirirse, Allah onunla insanlar arasındaki ilişkiyi güzelleştirir. Kim de gizlisini ıslâh ederse, Allah onun açık hâllerini sâlih kılar.”

ez-Zuhd, Vekî b. el-Cerrâh 848

diraase

02 Nov, 22:15


أبالموت تخوّفونني، فوالله ما أبالي، أسقطتُ على الموت، أم سقط الموت عليّ.

علي بن أبي طالب رضي الله عنه | العقد الفريد ٩٤


Siz beni ölümle mi korkutuyorsunuz? Vallahi ben mi ölüme düşmüşüm yoksa ölüm mü bana düşmüş, umursamıyorum.

Ali b. Ebî Tâlib radıyallâhu anh | el-Akdu’l Ferîd 94

diraase

02 Nov, 19:44


Bütün ihtilâfları ve muhâlifleri, nifâkı ve münâfıkları, fitneleri ve ehlini, îmânî/akîdevî meselelere dalan ve ümmeti bununla meşgûl edenleri, cedeli ve cidâl ehlini, tekfîri ve İslâm’ı bunda hasredenleri, bir de bid'at ehlini ve bunlarla ömür tüketmeyi bir kenara bırakın.

Ve sizi şirkten, bid'atten, nifâktan koruyup kalbinize selîm akîdeyi girdiren, size Kur’ân ve Sünnet’i sevdiren ve itminân ve huzuru bu ikisinde bulduran, sizi Dîn’de itidâlle rızıklandıran; bu nimetlere eriştirdikten sonra da küfre dönmenin korkusunu size bahşeden Rabb’inize hamd edin.

Allah’tan selâmet ve Dîn üzere sebât isteyin.

Bâtıla bakmayı, onu dinlemeyi, onunla iştigâli artırmak; kalpten hakkın sevgisini, nûrunu ve hakka duyulan heybeti giderir.

Kişi bu nimetleri kaybettiğinde ise, fitneye düşürülmüştür, bu yüzden onları kaybettiğini anlayamaz, tâ ki Allah’a kavuşana ve hâli ona beyân olana dek.

Her konu hakkında konuşmak, her meselede kelâm-görüş beyân etmek büyük bir musîbet ve Allah’ın kulunu imtihân ettiği büyük bir fitnedir. Her şeyde konuşmak fitnelerin en şerlisidir. Allah’tan selâmet dileriz. Sosyal medyanın bize bunu unutturmasına karşı tetikte olmalıyız. Zira sosyal medya bu hususta bütün insanlığı gâfil avlamıştır. Vallahi Allah’ın Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem doğru söylemiştir: «Kim susmuşsa, o kurtulmuştur.»

Abdullah b. Amr radıyallâhu anh anlatıyor: “Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in etrafında oturuyorken, O fitneden bahsetti. Sonra buyurdu ki: «İnsanları ahidleri karışmış (vaadlerine vefâsız), emânetleri (güvenilirlikleri) azalmış, ve işte şöyle -Nebî ﷺ parmaklarını birbirine soktu- olmuş gördüğünüz zaman..» Ben hemen Ona doğru kalktım ve dedim ki: “Allah beni sana fedâ kılsın ben o zaman ne yapayım!?” Rasûlullah ﷺ buyurdu ki: «Evine kapan, diline hâkim olup tut. Hak bildiğini al, münker/bâtıl gördüğünü bırak. Sana düşen seni ilgilendiren işlerdir, (sen kendi hâlinle ilgilen). Ve insanların işlerini bırak (onların meseleleriyle meşgul olma).»
[Ebû Dâvud 4343]

Biz bu karışıklıklar içerisinde ümmetin esâs meselesini unutuyoruz. Asıl davamızı unutuyoruz. Asıl hedeflerimizi ve maksadımızı geride bırakıyor, en yüce gayeye ulaşmaktan bizi biz geride bırakıyoruz. Sözlerimiz, fiillerimiz ve yaptıklarımızla ümmetin yaralarını büyütüyoruz. Bu da belki de Allah’ın gadabına sebeb oluyor da zafer bizden erteleniyor. Biz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadîslerinde bize olmamızı emrettiği tavır ve ahlâk üzere değil ‘olmayın’ dediği, basiretsiz hareket etmeleri sebebiyle kınadığı topluluklara benziyoruz.

Bu fitneleri hafife almak, yok saymak, yahut -ümmet içindeki veya dışındaki- ihtilafların ve çatışmaların Allah’ın imtihânı olduğunu görmeden her meselede ortaya söz ve görüş koymayı normalleştirmek; selefimizin nehy ve zem ettiği ahlâktır. Hatta Rasûlullah ﷺ’in hadîslerini ya hafife almak yahut da bildiği hâlde Onun emriyle ameli terk etmektir. Bu kargaşaların Allah’ın bizi sınadığı fitneler olduğunu kabul etmekten ya kaçınıyoruz ya da idrâk dahi etmiyoruz. Biz, bizi ilgilendirmeyen şeylere dalmamız sebebiyle Allah’ın bize gadablandığı ve bizden rahmetini esirgediğini fıkhedemiyoruz.

Şu hadîsin mu’minlere verdiği öğütten gâfil olmayalım ve onunla ameli terk etmeyelim:
«İleride birtakım fitneler olacaktır. O fitnelerde oturan kişi ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. O fitnelere göz diken (sakınmayıp o fitnelere dalan) onun kahrına uğrar..»
[Buhârî 7081]

Zehebî rahimahullah dedi ki:
“Fitneler vukû bulduğu zaman, Sünnet’e sımsıkı sarıl, sus, ve seni ilgilendirmeyen şeylere dalma. Sana kapalı kalan / şüpheli gelen her şeyi Allah’a ve Rasûlüne götür. Dur, ve şöyle de: Allah, en iyi bilendir.”

Allah’ım, ey kalpleri evirip çeviren kalplerimizi Dînin üzere sâbit kıl. İhtilafa düştükleri şeylerde kullarının arasında hüküm verecek olan Sensin. İhtilafa düşülen şeyde bizleri izninle Hakk’a ulaştır. Şüphesiz ki Sen, dilediğini dosdoğru yola hidâyet edersin. Ey Rabbimiz bir kavmi fitne ile imtihân etmek istediğin zaman, bizi o fitneye düşürmeden vefât ettir.

diraase

02 Nov, 10:15


ابن الجوزي | صيد الخاطر ٤٠٩/١

——

Kalbi (kötülüklerden) selîm olup insanlar hakkında hep iyi düşünen kimseye nasihatim; insanlara karşı uyanık olup onlardan sakınması, insanlar içinde onlar arasında söylenilmesi yerinde olmayan söz söylememesi, dostluk veya dindarlık gösteren kimseye de aldanmamasıdır. Çünkü artık kötülük/şerr, gâlip gelmiştir.

İbnu’l-Cevzî | Saydu’l Hâtır 1/409

diraase

31 Oct, 20:50


‏كان علي رضي الله عنه يبكي بالليل في محرابه حتى تخضل لحيته بالدموع، ويقول: يا دنيا غُرّي غيرِي.

صفة الصفوة ٣١٦/١


Ali b. Ebî Tâlib radıyallâhu anh geceleyin mihrâbında sakalları ıslanana kadar ağlar, ve şöyle derdi: Ey dünya, benden başkasını aldat.

Sıfatu’s-Safve 1/316

diraase

31 Oct, 18:58


قال عبدالله بن مسعود رضي الله عنه:
«إذا صليتم على رسول الله ﷺ فأحسِنوا الصلاة عليه؛ فإنكم لا تدرون لعل ذلك يُعرض عليه. قولوا: اللهم اجعل صلاتَك، ورحمتَك، وبركاتِك على سيِّد المرسلين، وإمام المتقين، وخاتم النبيين، محمد عبدِك ورسولك، إمامِ الخير، وقائد الخير، ورسول الرحمة، اللهم ابعثه مقاما محمودا يَغبطه به الأولون والآخِرون، اللهم صل على محمد وعلى آل محمد، كما صليت على إبراهيم وعلى آل إبراهيم، إنك حميد مجيد، اللهم بارك على محمد وعلى آل محمد، كما باركت على إبراهيم وعلى آل إبراهيم، إنك حميد مجيد».
[رواه ابن ماجه، وأبو يعلى، والطبراني]

Abdullah b. Mes'ûd radıyallâhu anh dedi ki:
«Allah’ın Rasûlüne ﷺ salât edeceğiniz zaman, ona en güzeliyle salât edin. Çünkü siz bilmezsiniz, belki de bu salâtınız Ona arz edilir. Deyiniz ki: Allah’ım, salâtını, rahmetini ve bereketlerini rasullerin efendisi, muttakîlerin imâmı, nebîlerin sonuncusu, kulun ve rasûlün, hayrın imâmı ve hayrın öncüsü, rahmet rasûlü Muhammed’in üzerine kıl. Allah’ım, Onu, öncekilerin ve sonrakilerin gıpta edeceği Makâmı Mahmûd’a eriştir. Allah’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in âline, İbrâhîm ve İbrâhîm’in âline salât ettiğin gibi salât et. Şüphesiz ki Sen hamde lâyık, şanı yüce olansın. Allah’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in âline, İbrâhîm ve İbrâhîm’in âline bereket ihsân ettiğin gibi bereket ihsân et. Şüphesiz ki Sen hamde lâyık, şanı yüce olansın.»
[İbn Mâce, Ebû Ya'la ve Taberânî rivâyet etti]

diraase

29 Oct, 10:20


Kullara hayr ve bereket kapılarını açan, onları sıkıntıdan rahmet ve itminâna götüren amel; ‘takvâ’ nedir?
Nasıl muttakî (takvâ sâhibi) olurum?


https://t.me/diraase/330

diraase

29 Oct, 07:12


Şeyh Sâlih el-Usaymî’ye soruldu:
“Şeyh Allah size ihsânda bulunsun. Şeyhulislâm İbn Teymiyye rahimahullah şöyle demektedir: “Hasenâtın (sevâb kazandıran amellerin), seyyiât (günah kazandıran ameller) türünden olması gerekir. Zira bu, günahların silinmesinde daha etkilidir.”
Bu asırda harâma bakmaya karşı boşvermişlik arttı. Bu günahın cinsinden olan hasene ne olabilir?”

Şeyh Usaymî cevâben dedi ki:
«Allah’ın sevdiği ve O’nun râzı olduğu şeylere bakmaktır.»

diraase

29 Oct, 07:12


فالإنسان قد تضيق أمامه الدروب وتسد في وجهه الأبواب في بعض حاجاته، فالتقوى هي المفتاح لهذه المضايق وهي سبب التيسير لها، كما قال عز وجل: (وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ أَمْرِهِ يُسْرًا)

‏ابن باز رحمه الله


Belki insana bazı ihtiyaçlarında yollar daralır, kapılar yüzüne kapanır. İşte o zaman ‘takvâ’, bu sıkıntıların anahtarı ve onların kolaylaştırılmasının sebebidir. Allah azze ve celle’nin buyurduğu gibi: «Kim Allah’a karşı takvâ üzere olursa, Allah işinde onun için bir kolaylık kılar.»

İbn Bâz rahimahullah

diraase

29 Oct, 06:49


‏"كثرة سماع القرآن تليّن القلب، تفتح على القلب آفاق البصيرة، وتُهذّب الجوارح ولو بعد حين"

“Kur’ân’ı çokça dinlemek -velev ki uzun bir zaman sonra da olsa- kalbi yumuşatır, kalpte basîret ufuklarını açar, ve azâları terbiye eder.”

diraase

27 Oct, 15:32


İnsanlardan gördüğü ezâya ve düşmanlığa, yahut nefsinden gördüğü inâda ve rağbete rağmen; Allah’ın sevdiğini, kendi sevdiğine tercih edene Allah dünyada ve âhirette rahmet etsin.

Kendi isteklerini, Allah’ın istekleri için terk edene Allah rahmet etsin.

Allah’ın rızâsını nefsinin rızâsından öne geçirene Allah rahmet etsin.

diraase

27 Oct, 10:09


سأل رجل حذيفة، فقال: ما النفاق؟ قال: أن تتكلم بالإسلام ولا تعمل به.

سير أعلام النبلاء ٢/‏٣٦٣


Bir adam Huzeyfe radıyallâhu anh’a "Nifâk nedir?" diye sordu. Dedi ki: “İslâm’ı anlatman ama onunla amel etmemendir.”

Siyeru Alâmi’n-Nubelâ 2/363

diraase

27 Oct, 10:09


Kişi fitneye düşürüldüğünü nasıl anlar..

قال حذيفة رضي الله عنه:
إن الفتنة تعرض على القلوب، فأي قلب أشربها نكتت فيه نكتة سوداء، فإن أنكرها نكتت فيه نكتة بيضاء، فمن أحب منكم أن يعلم أصابته الفتنة أم لا، فلينظر فإن كان يرى حرامًا ما كان يراه حلالًا، أو يرى حلالًا ما كان يراه حرامًا فقد أصابته الفتنة.

حلية الأولياء ١/‏٢٧٢


Huzeyfe radıyallâhu anh dedi ki:
Gerçekten fitne, kalplere arz olunup durur. Hangi kalp onu içmişse, onda siyah bir nokta oluşur. Ama eğer kalp fitneyi inkâr ederse, o zaman onda beyaz bir nokta oluşur. Sizden kim kendisine fitne isâbet etmiş mi etmemiş mi bilmek istiyorsa; önceden helâl gördüğünü, artık harâm olarak yahut önceden harâm gördüğünü, artık helâl olarak görüp görmediğine baksın. (Eğer böyleyse), muhakkak ki o, fitneye düşürülmüştür.

Hilyetu’l-Evliyâ 1/272

diraase

27 Oct, 09:36


«Hakka batılı karıştırmayın, ve bildiğiniz hâlde hakkı gizlemeyin. Namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte rükû edin. İnsanlara iyiliği emrediyor, ve kendi nefislerinizi unutuyor musunuz? Hâlbuki siz Kitâbı da okuyorsunuz? Siz akletmiyor musunuz?»

Bakara: 42-44

diraase

26 Oct, 19:25


قال رجل لمحمد بن واسع [الأزدي]: إني لأحبك في الله تعالى. فقال: أحبَّكَ الذي أحببتني له، اللهمَّ إني أعوذ بك أن أُحَبَّ فيكَ وأنتَ لي ماقت.

حلية الأولياء ٣٤٨


Bir adam Muhammed b. Vâsi' el-Ezdî’ye "Ben seni Allah için gerçekten çok seviyorum" dedi. Bunun üzerine Muhammed b. Vâsi' şöyle dedi: “Kendisi için beni sevdiğin de seni sevsin.
Allahım, Sen benden nefret ettiğin hâlde, insanların beni Senin rızân için sevmesinden Sana sığınırım.”

Hilyetu’l-Evliyâ 348

diraase

25 Oct, 23:59


والله يا ابن آدم لئن قرأت القرآن ثم آمنت به ليطولن في الدنيا حزنك، وليشتدن في الدنيا خوفك، وليكثرن في الدنيا بكاؤك.

‏الحسن البصري | الزهد للإمام أحمد ١٤٥٣


Vallahi ey âdemoğlu, şayet Kur’ân’ı okur sonra ona îmân edersen, elbette dünyâdaki hüznün uzar, elbette dünyâda korkun büyür, elbette dünyâda ağlaman artar.

el-Hasen el-Basrî | Zuhd (İmâm Ahmed) 1453


Hasan el-Basrî rahimahullah’ın böyle söylemesinin nedeni, -hâşâ- Kur’ân’ın ruhları sıkması ya da hüzne teşvik manasında değildir. Kur’ân’la iştigâli artan kulun ilim ve basîretinin artmasına işâreten böyle söylemiştir. Kulun ilmi ve basîreti arttığında ise dünyâ ve âhiret arasındaki azîm manayı idrâk eder, hazırlığının az olduğunu, günahlarının çok olduğunu bilir. Kendisini azîm bir günün, kendisini çok büyük işlerin beklediğini bilir. Her şeyin sonunda, kendisinin gafil olduğu en küçük amellerini bile bilen Allah’a döndürüleceğini bilir. İşte bu yüzden Allah subhânehu ve teâlâ şöyle buyurmuştur, “Allah’tan, kulları arasından ancak âlim olanlar korkar”..

diraase

25 Oct, 20:19


Ayah uygulamasına bedel olarak şu iki uygulamaya da bakabilirsiniz:

• Surah: android | ios
• kshaaf.com

diraase

25 Oct, 05:00


Allah’ım Sen risâleti teblîğ eden, emâneti yerine getiren, düşmanlarını bahşettiğin şecaatiyle bozguna uğratan, Senin kelimeni yücelten ve ümmetine de bunu vasiyet eden Nebî’ne salât ve selâm et.

Onun ümmetini de onun ardından onun râzı olacağı hâle çevir.

Sen bizim Rabbimizsin, Halîlin Muhammed ﷺ bizim Rasûlümüzdür; işte bizim bundan başka bir şerefimiz yok. Rasûlü özledik, şerîatinin aydınlık yolunu özledik. Gaflet uzadı, zillet asırları boyladı. Zaman bizden gücü ve azmi kırdı. Artık rahmetinden başkasına itimâdımız yok..

diraase

24 Oct, 22:17


Gördüklerine, işittiklerine, bildiklerine, izleyip şâhit olduklarına rağmen Rabb’ine yönelmeyen ve O’nun Dîni için hazırlığını yapmayan gerçek hüsrândadır.

Bizler bu karışıklık içinde şu duâya “muhtâcız”, ekmek ve su gibi muhtacız:

«اللَّهُمَّ رَبَّ جِبْرَائِيلَ وَمِيكَائِيلَ وَإِسْرَافِيلَ، فَاطِرَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ، عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ، أَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ، اِهْدِنِي لِمَا اخْتُلِفَ فِيهِ مِنْ الْحَقِّ بِإِذْنِكَ، إِنَّكَ تَهْدِي مَنْ تَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ»

«Allah’ım! Ey Cebrâîl’in, Mîkâîl’in ve İsrâfîl’in Rabbi! Gökleri ve yeri yaratan! Gizli ve aşikâr her şeyi bilen! Kullarının arasında ihtilafa düştükleri şeylerde hüküm verecek olan Sensin. İhtilafa düşülen şeyde beni, izninle Hakk’a ulaştır. Şüphesiz ki Sen, dilediğini dosdoğru yola hidâyet edersin.» [Muslim 770]

• Âişe radıyallâhu anhâ der ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gece namaz için kalktığında, namaza bu duâ ile başlardı. Yani iftitâh duâsı olarak bu duâyı okurdu.

#dualar

diraase

24 Oct, 22:13


SubhânAllah. Dünyada olup bitenler hâlâ kimi gâfil bırakıyorsa, o kimse bundan sonra gafletinden uyanmaz. Âlem, daha önce asırların bir misliyle karşılaşmadığı zulüm, ölüm, ahlâksızlık, cehâlet, hakk-bâtıl savaşıyla karşı karşıya.

İhtilâflar, kargaşalar, neseb ve ırkı dînden öne alanlar, millet derken ümmeti unutanlar, hakka giydirilen libâslar karşısında insanlık; Allah’ın hidâyetine, Kur’ân’ın nûruna ve Sünnet’in hikmetine muhtaç. Âlem, Allah’ın rahmetine fakir olduğu şedid bir zamandan geçiyor. Bu rahmetin gelişi, ancak îmân ehline olacak ve bu rahmet ancak îmân ehlini saracaktır.

Bu yüzden Mu’minin îmânını artırmaya ve güçlendirmeye çokça çaba sarfetmesi gerekmektedir. Bu ise öncelikle bazı hallerin düzeltilmesiyle mümkündür:

Namaz. Namaz. Namaz. Namazları asla ihmâl etmemek, ertelememek, geciktirmemek. Namazı sâlim olanın kalbi de, hayâtı da sâlim olur, namazı düzgün olanı Allah musîbet ve fitnelerden korur. Namaz, îmânın takviyesinde en temel şarttır. “Onu terk edenin İslâm’dan nasîbi yoktur.” Allah’ın namaza devamlı olan kuluna karşı verdiği îmânî güç, bedenî kuvvet ve belâlarda teslimiyet; ancak ve ancak namazı korumak ile mümkündür. Namazı terk eden yahut namazla ünsiyet bulmayan ve namazı sığınağı bilmeyen, zayıflığa ve yılgınlığa mahkûmdur.

Duâ. Allah’tan Dîn üzere sebât istemekten bıkmamak, her şeyden önce en çok bunun için duâ etmek, her şeyden evvel en büyük ihtiyacın ve en büyük arzunun bu olduğunu Allah’a itiraf etmek. Allah Rasûlünün sallallahu aleyhi ve sellem dahi en çok ettiği duâ “Ey kalpleri evirip çeviren, kalbimi Dînin üzere sâbit kıl” duâsıydı. O hâlde bizim bu duâya hâcetimiz nasıldır?..
Bununla birlikte Allah’a ‘her şey’de duâ etmek saadetin ve gönül rahatlığının başlıca sebebidir. Dünyanın yükünü yüklenmeyi bırak, bütün işlerini o işin Mudebbirine bırak. Hayâtı dert edinmeyi, ümitsizliğe kapılmayı bırak ve zâtını Rahmân ve Rahîm olarak adlandıran, ve kullarının da O’nu bu isimleriyle adlandırmasından (besmele) râzı olana tevekkül et. O’na sırtını daya, O’na duâ et, O’na yalvar ve yalnızca O’nun önünde zayıfla.

Gizli ibâdet. Günahkârların günah işlemek için gizlendiği gibi, Mu’min Rabb’ine yönelmek, O’na tevbe etmek, O’na münâcât etmek, O’nu zikretmek ve O’nun sevgisine erişmek için O’nunla yalnız kalmanın hesâbını yapar. Gizlide, kimsenin bilmediği zamanlarda işlenen sâlih ameller; îmânın artmasında ve hattâ îmân üzere sebât etmede Allah’tan yardım görmeye sebebtir. Ancak O’nu gerçekten arzu eden ve O’ndan gerçekten korkan, kimsenin görmediği yerde O’nu hoşnut etmek için çabalar.

Kur’ân okumak. Kur’ân, Allah azze ve celle’nin işte zaten tam da bu sebeble inzâl ettiği Kitâbıdır. O’nun kelâmından başka kalpleri diriltecek ve hasta kalplerin îmânını güçlendirecek başka kimin kelâmı vardır? Allah subhânehu buyurdu ki:
«Gerçek Mu’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman onların kalpleri titrer. Âyetleri kendilerine okunduğu zaman, (bu) onların îmânını artırır. Ve onlar, bir tek Rabblerine tevekkül eden kimselerdir.» Enfâl: 2
«Bir sûre indirildiği zaman, onlardan; “Bu sûre hanginizin îmânını artırdı?” diyenler vardır. Îmân edenler, işte (bu sûreler) onların îmânlarını artırmıştır.» Tevbe: 124

İhsân. İnsanlara iyilikle ve şefkatle yaklaşmak, onlara sabretmekten ve onlara da hakkı ve sabrı tavsiye etmekten yorulmamak. Kalplerin yorulduğu, ruhların bitkin düşüp, nefislerin ümitsizliğe yuvarlandığı, sabırsızlığın arttığı, öfke ve nefretin çoğaldığı bu zamanda Mu’min elinden geldiğince yumuşaklığa ve insanlara karşı nezakete hırslı olmalı. Gerçekten bizler nâzik ruhlar ve selîm kalpler görmeye de muhtaç duyduğumuz bir zamandayız. Bunun Müslümanlar arasında da yok olmasına sebep olanlardan olmamalıyız. Bu, mu’minler arasındaki uhuvvet ve meveddeti güçlendirecek; ve böylece hem ferdin îmânı hem de toplumun-cemaatin îmânı güçlenecektir. Bunun zıttı ise, Allah subhânehu ve teâlâ’nın kerih gördüğü ‘ayrılıklar’ ve ‘ihtilafları’ beraberinde getirecek; bu da hem ferd hem toplumda îmânî hallerin zayıflamasının alâmeti olacaktır.

Allah subhânehu ve teâlâ ayaklarımızı sâbit kılsın.

diraase

24 Oct, 14:46


İstifâde Edebileceğiniz Telegram Botları:

@albaahthbot
Arapça elektronik kitap botu. Kitabın ismini yazdığınızda kitabı farklı formatlarda (pdf, zip, doc vd.) indirebilirsiniz.

@transcriber_bot
Ses dosyasını metne dönüştüren başarılı bir bot. Elbette hatasız diyemeyiz. Dil seçenekleri var.

@voice_remover_bot
Ses dosyasında müzik ve sesi ayırma (müziği kaldırma) botu. Başlattıktan sonra dosyayı gönderin, biraz bekleyin, size iletilen üç ses dosyasından ikinci (vocal) müziksiz ses kaydı olacaktır.

@x_xbot
Video indirme botu. Herhangi bir uygulamadan kopyaladığınız linki yapıştırın, videoyu yüksek kalitede indirebilirsiniz.

@SUPC11_bot
Dönüştürme botu. Videoyu sese, dokümanı pdf’e vs.

@Maryamsana2003Bot
Bot oluşturma botu. -arapça-

@roonebot
Fotoğrafı pdf’e çevirme botu. -çözünürlüğü düşürüyor, basit işlerde kullanılabilir-

@fStikBot
Çıkartma/sticker ve emoji oluşturma botu.

diraase

24 Oct, 14:27


قليلٌ من الحياء يُصلح العقل.

محمود شاكر


Az bir hayâ (bile), aklı ıslâh eder.

Mahmûd Şâkir

diraase

24 Oct, 14:27


Hayâ akla delâlet eder

« Akıllı kimseye gereken hayâya bağlı olmaktır. Zira hayâ; aklın aslı ve hayrın sebebidir. Onu terk etmek ise cehâletin aslı ve şerrin sebebidir. Hayâ, akla delâlet eder. Tıpkı onun yokluğunun cehâlete işâret ettiği gibi. Kimin hayâsı insanlara karşı onu insaflı kılmamışsa, arsızlığı onu insanlara karşı insaflı kılmaz. »

Ebû Hâtim (İbn Hibbân) el-Bustî rahimahullah | Ravdatu’l Ukalâ

diraase

24 Oct, 02:59


Günah zayıflığa, sâlih amel ise kuvvete sebebtir

إن الرجل ليعمل الحسنة فتكون نورًا في قلبه وقوةً في بدنه، وإن الرجل ليعمل السيئة فتكون ظلمة في قلبه ووهنًا في بدنه.

‏الحسن البصري | التوبة لابن أبي الدنيا (١٩٤)


Kişi bir hasene/güzel amel işler, bu hasene onun kalbinde nûr ve bedeninde kuvvet olur. Kişi bir seyyie/kötü amel işler, bu seyyie onun kalbinde karartı ve bedeninde zayıflık olur.

el-Hasen el-Basrî | İbn Ebi’d-Dünya, Tevbe 194

diraase

23 Oct, 21:49


كان أويس القرني إذا جنه الليل يقول: اللهم إني أبرأ إليك من كل كبد جائعة ومن كل بدن عار، اللهم إني لا أملك إلا ما ترى.

تاريخ دمشق ٩/‏٤٤٤


Tâbiînden Uveys el-Karnî gece çöktüğü zaman şöyle derdi: “Allah’ım, aç kalan her karından ve açıkta kalan her bedenden Sana teberri ediyorum. Allah’ım, ben Senin şu gördüğünden başkasına mâlik değilim..”

Târîhu Dımeşk 9/444

diraase

23 Oct, 21:47


“İnsan için en büyük azâb, Rabbinin onu unutmasıdır”

Allah subhânehu ve teâlâ’nın «Allah’ı unuttular, O da onları unuttu» kavline gelince, bunun manâsı şudur: Onlar Allah’a itaat ve O’nun emrini yerine getirmede Allah’tan yüz çevirdiler. Allah da onları tevfîkinden, hidâyetinden ve rahmetinden mahrum bıraktı.

diraase

20 Oct, 09:32


“Nefsimiz ve kibr”

Kendimizde olan çirkinlikten utanıp nefret edeceğimize, onu kardeşimizde görünce ondan nefret etmek, kendimizde olanı ona yüklemekten başka bir şey değildir.

“Kendini hiç ayıpladın mı?
Hiç kendinden utanıp seyyiatından tevbe edip nefsinden nefret ettin mi?
Nefret ettiğin Müslümandan, hangi helalliği aldın, kendini neden yanılmaz, hata etmez ve ayıpsız gördün?”
Denirse cevabımız ne olur?

Unutma, ifsadından, yanlışından ve hatasından sonra ıslah eden ve ihsanda bulunandan yüz çevirme yoksa Allah da senden yüz çevirir.

Hatırla, kibir nedir?

M. Emin Akın

diraase

20 Oct, 05:26


Kur’ân, Allah’ın kullarına en büyük rahmetidir. Onu okumak rahmet, onu işitmek rahmet, onu tefekkür ve tedebbür etmek rahmettir. Onunla amel etmek rahmet, onun ilmiyle iştigâl etmek rahmettir. Onu görmek dahi bir rahmettir Allah’ın nefislere itminân verdiği. Onun Mu’minin hayatındaki varlığı en büyük sekînet, en büyük huzur ve tesellidir. Onun tesellisi, başka kimsenin tesellisine benzemez.

Bu dünyada Allah’ın Kitâbı’ndan daha güzel bir dost ve nasihatçi bulamazsın.
O, ne nasihatiyle seni incitir ne de nasihat ettikten sonra seni terk eder. Onun vaadi doğru, sözleri hep hakktır. Yalnızlığında ünsiyetin, hastalığında şifândır.
Kur’ân, sen ona bir kere, şu garîb dünyadaki tek dostun olarak baktığın zaman ayrılığına dayanamayacağın tek varlığındır.

Sahi, şu çirkin ve denî dünyada Rabb’imiz katından bize en yakın olan O’nun kelâmından başka nedir?
Onu sevdiğini söyleyen bir kalp ondan uzakta nasıl yaşayabilir?
Tevhîd ile yoğrulmuş bir rûh Kur’ân ile nefes almıyorsa, yaşamaya nasıl güç yetirebilir?

Kim Kur’ân’dan mahrum olmuşsa o kimse gerçek mahrum, gerçek âciz ve gerçek yalnızdır.

diraase

20 Oct, 05:17


المستمع إلى القرآن شريك للقارئ في كل حرف حسنة، والحسنة بعشر أمثالها.

‏ابن باز | فتاوى نور على الدرب ٣٥١/٢٦


Kur’ân’ı dinleyen kimse, her bir harfin hasenesinde [sevâbında] okuyan kimseye ortaktır. Bir hasenenin karşılığı ise on katıyladır.

İbn Bâz | Nûr Ala’d-Derb 26/351

diraase

19 Oct, 14:32


“İnsan, izzetlice ölmek istiyor.”

diraase

19 Oct, 14:26


Böyle yapın ki onları yüzüstü bırakmış olmayın, kardeşlerinize düşmanla birlikte vuran bir başka el olmayın. Böyle yapın ki, aslında onların da sizin de düşmanınız olan başka zâlimlere onları muhtaç etmeyin. Biz onları terk ettiğimiz için onlar hâinlere muhtaç düştüler. Biziz suçlu biz.

Hepimiz hatakâr ve günahkârsak, dillerimizi İslâm’ın düşmanlarını sevindirecek ayrılıklarla değil, en azından bu ayrılıklardan ‘birlik olmayı istemek için duâ ederek’ kullanalım.

Akîdeyi gizlemeyeceğiz, Tevhîd düşmanlarına asla iltifat etmeyeceğiz. Fakat ümmetin üzerine vahşîler üşüşmüşken ümmetin ırzı ve şerefini o vahşîlerden korumak için ayakta duranlara söz söylerken de insâflı olacağız. Şayet tarih boyunca müslümanların tutumu böyle olmasaydı, eğer bu cihâdı ileriye taşırken kusursuz liderler arayıp dursaydık, İslâm buralara gelecek değildi. Sahâbenin dahi ihtilaf ettiğini ve ayrışmaların yaşandığını tarih gizlemez.

Hatalar kabul edilsin demiyoruz, fakat cihâdın sahipsiz bırakılması bugün ümmeti bu hâle getirmiştir. Ve bunda ilim ehlinin de çok büyük bir payı vardır. Onlar, Allah yolunda silâhıyla bu dîni koruyanlara destek olmak bir yana, cihâda pranga vurulmasına sebeb oldular. Akîde dediler, halel dediler, hata dediler ve ümmetin cihâdını fetvâlarıyla yerle bir ettiler. Onların ilim ehli olmasıyla birlikte basîret ehli olanları çok çok azdı. Basîretin olmadığı bir ümmet ilerleyemez, çünkü hayr ancak hikmetledir. «O, hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilmişse, ona pek çok hayr verilmiştir. Akıl sâhiplerinden başkası düşünüp öğüt almaz.»

Bu yüzden şunu hep söylüyoruz:
Tarihini bilmeyen, bugünü idrâk edemez.
Bugününü anlayamayanınsa, inşâ edeceği bir geleceği yoktur.
Müslüman, geçmişi, şimdiyi ve geleceği okuyabildiği zaman, efendidir.
Biz tarihimizdeki ihtilâf ve fetihlerin seyrini bilmediğimizde bugünümüzü okuyamayız. Biz, bugünü okumak zorundayız.

Bize düşen şahıslara sevgide ve buğuzda haddi aşmadan ümmetimize destek olmaktır. Şahısları değil, davamızı yüceltmeyi maksad edindiğimizde ve davamızın yanında durmayı bildiğimizde kazanacağız. Körü körüne şahısların değil, fakat onların ihyâ ettiği ibâdetin, “cihâdın” yanında, onun ümmeti olduğumuzu söylemekten utanmayarak, -kâfirin karşısında duranlardan olamasak bile en azından- karşısında duran müslümanların yanında durduğumuzu haykırarak cihâda destek olalım. Allah azze ve celle de bizden bunu istemektedir, ve belki de zafer biz bu olgunluğa erişmediğimiz için ertelenmektedir.

Cihâd ehlini küçümseyip durmaktan hayâ edelim. Allah’ın yücelttiklerini biz alçaltamayız, hesâb sorucu ise ancak Allah azze ve celle’dir.

Her şeyin özeti için, işte şu âyet bütün nefislere kâfidir: «Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, gerçekten Allah’ın mağfireti ve rahmeti, onların toplayıp durdukları (bütün dünyadan ve dünyalıklar)dan, daha hayırlıdır.»

diraase

19 Oct, 14:26


Ümmetin parçalandığı ve bu parçalanmışlığı fırsat bilen küfür ehlinin ümmeti vahşice yiyip tükettiği bu zamanda bizlere düşen; ümmetin mustazaflarına duâ ettiğimiz gibi, ve kimi zaman belki de daha çok, bu dîni, şerîatini ve muntesiblerinin ırzını canlarıyla koruyan mücâhidlere duâ etmektir.

Cihâdî oluşumlarda şahısların tam destekçisi olmak her zaman kolay olmamıştır. Çünkü bazı stratejiler, tercihler ve siyâsî tutumlar şahısların hataları olarak görülmüş ve çoğu zaman bu nedenle ümmetin cihâdı, sahadan uzak olanlar tarafından terk edilerek ‘cihâd’ sahipsiz bırakılmıştır. Hâlbuki düşman tam da bu noktada bize gâlip gelmeyi başarmıştır; şahsiyetlerin günahını, cihâd ibâdetine yükleyen ve böylece cihâdı terk eden ümmet..

Bunu daha önce yakın tarihlerde yaşayan bu ümmet, esâsında bundan hiçbir zaman beri olmamıştır. Tarih boyunca İslâm ümmeti cihâd için her ayaklandığında, bu cihâd içerisinde -gâliben- fitneler, imtihânlar vukû buldu. Uhud gazvesinde, Rasûlullah ﷺ’in önderliğinde dahi, Allah cihâd ümmetini imtihâna tâbi tutmuştur. Zira bu ümmet, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi, fitnelere maruzdur. Fakat bu ümmetin tâbilerine düşen bu fitneler ve ayrılıklara rağmen, ‘maksad’a ve ‘emr’e bağlı kalmaları, duruma her dâim basîretle bakmalarıdır. İşte bu basîret ümmeti ileriye taşıyacak olandır.

Hâlâ daha filân ve filân yerdeki mücâhid grupların ihtilâfları ve hataları, onların aslî amellerinden (yani cihâddan) daha da büyütülerek cihâd sahipsiz bırakılmaya devam ediyor. Elbette hatalar çok ve elbette olmaması gereken şeyler vukû buluyor. Fakat bu bahane edilerek Allah’ın farz kıldığı cihâda leke sürülmüş (çalışılmış), cihâd edenler küçümsenmiş, cihâd ibâdeti ihtilâflar arasında bir grup müslümanın omuzlarına terk edilmiş ve bu bahaneler de -tabîri doğruysa- aslında oturanların/geride kalanların işine gelmiştir.

Hâlbuki İslâm için hiçbir şey yapmayanlar olarak biz, yine bu Dîn için dünyalarından vazgeçen ve canlarını ortaya koyan kardeşlerimiz için insaflı olmalıydık. Küffâr gibi onların hatalarını onları ayıplamak ve aşağılamak için değil, onlara nasihat için ve biz de aynı hataya düşmeyelim diye gün yüzüne çıkarmalıydık. Onlar dinlemediğinde de, tâ ki onlar küfr ehli için en büyük tehlike olmaya devam ettiği müddetçe, onlar için duâya devamlı olmalıydık. Küfür ehli için “eli silahlı Mu’minden” daha büyük bir tehlike ve daha büyük bir düşman yoktur. Milyonlarca müslümanın oturduğu koltuklar küfrü korkutmuyor, fakat eli silahlı tek bir mu’minin (bir mücâhidin) minderi dahi küfür ehli için ğayz ve öfkeye sebeb oluyor. Peki biz bu kâfire karşı neyi tutuyoruz? Hangi silâhı tutuyoruz? Tuttuğumuz ve düşmanımızı korkuttuğumuz hiçbir şeyimiz yok. Biz ancak kumanda joystick sigara tutmayı biliriz. Her erkek bu ümmet için ne fedâ ettiğine bir baksın. Çocuğunu fedâ edip çocuğunu adayabiliyor musun? Düşmanına karşı, çocuğunla savaşabiliyor musun? Düşmanınla gece kıyamlarınla, seher münâcâtlarıyla savaşabiliyor musun? Ne tutuyorsun düşmanına karşı ey Allah’ın kulu? Oruç bile tutamıyorsun. Bu Dîn için adadığımız şeyler ne de köhne..

Bu Müslümanlar kâfire öfke ve gadab veriyor mu? Bu adamlar öldüğünde kâfir kutlama yapıyor mu? Buraya bakıp, şahısların hatalarını örterek ve onlar için duâ ederek ümmete bir noktada yardımcı olacağız. En azından onların ıslâhı için duâ etmek yerine, bizler sadece eleştiri ile meşgûlüz. Hatalara takılı kalmak, bu ümmeti cihâd ibâdetinden uzaklaştırdı. Hâlbuki bizler asıl meselemize odaklanmalı ve ona destek olmalıydık.

Ümmetimiz içindeki ihtilaflarda biraz susmayı denesek ve bu ihtilaflarda ümmetimiz için Allah’tan rüşdünü dilesek bu bizim için daha hayrlı olacaktır. İslâm için hiçbir şey yapmayanlar, yapanları eleştirmekle esâsında kendi kusurlarını örtmeye çalışmaktadırlar. Hatalı da olsa, gayesi ilâ-i kelimetullah olan Müslüman kardeşlerinizin destekçileri olun. Onların ayıplarını yüzlerine vurmak yerine onlara hayrın nasihatçileri olun. Hataların, onların amelini düşürmeyeceğini, bilakis onların amelinin en mübârek amel olduğunu onlara söylemekten çekinmeyin.

diraase

19 Oct, 10:17


Bağlıyız şeyh, bağlar sicim değil
Zincirler yularlamış bezgin başlarımızı
Hür değiliz şeyh, elimiz kolumuz bağlı
İsyâna kalkmaya âsi gözlerimiz dağlı

Sözlerimiz fâsid, fiiller dilimize küskün
Eylemler aksetmiyor kelâmın şânını
Kendine bile geçmezken mahkûmun hükmü
Kime çağıldasın cihâd ve izzetin nâmını

“Hür kimse kâfire bırakmaz hükmü”
Ama şeyh, hürriyetimiz çoktandır bağlı
Ve kıramaz bu ağır boz prangaları
Silâhını, ‘şerefi’ bilenden başkası.

12.9.2024

diraase

17 Oct, 20:08


﴿ما ظَنَنتُم أَن يَخرُجوا وَظَنّوا أَنَّهُم مانِعَتُهُم حُصونُهُم مِنَ اللَّهِ فَأَتاهُمُ اللَّهُ مِن حَيثُ لَم يَحتَسِبوا﴾

لم يكن يتوقع الصحابة أن الوجود اليهودي سيزول عن المدينة، الصحابة لم يكونوا يتوقعون أن تكون تلك النهاية الكارثية لليهود..
ربّما يستبعد المؤمن بعض الأقدار التي تغير الواقع تغييرًا كثيرًا، لكن الله يدبّر له من حيث لا يحتسب.

الشيخ محمد آل رميح


«Siz, onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah’tan koruyacağını sanmışlardı. Fakat Allah, onlara hiç hesâba katmadıkları bir yönden geldi» Haşr: 2

Sahâbeler, yahudilerin Medîne’deki varlığının son bulacağını beklemiyorlardı. Sahâbeler feci sonun, yahudiler için olacağını akıllarından bile geçirmiyorlardı..
Belki Mu’min, durumu bir anda bambaşka hâle getirecek bazı kaderleri uzak görür; fakat Allah, hiç ummadığı yerden mu’min kulu için plan kurar.

Şeyh Muhammed Âlu Rumayh

diraase

17 Oct, 19:19


İnsanın değeri bilinir ve o açıklamaya ihtiyaç duymaz

اعلم إنّ قيمتك بالهمّ الذي تحمله، والهدف الذي تحيَا من أجلِه.
‏فقيمة الإنسان معروفة ولا تحتاج إلى بيان.
فإن كان تافهًا فإنّ حصيلة ضرب الصفر بصفر هي صفر.
‏لكن! حينما يكون همّك وهدفك أُخرَوي وسماوِيّ!
‏فستكونُ رقمًا صعبًا في معادلةِ الحياة.

الشيخ خالد الراشد


Bil ki senin değerin, içinde taşıdığın dert ve uğrunda yaşadığın hedef kadardır.
İnsanın değeri bilinir ve o anlatılmaya ihtiyaç duymaz.
Eğer senin derdin boş bir şey içinse, (bil ki) sıfırın sıfırla çarpımı, sıfırdır.
Ama derdin ve hedefin uhrevî ve semâvî olduğunda, işte o zaman hayat denkleminde zor bir sayı olursun.

Şeyh Hâlid er-Râşid

diraase

17 Oct, 14:09


«İnsana bir sıkıntı dokunduğunda, yatarken, otururken, ayaktayken Bize duâ edip yalvarır. Ama ne zaman Biz ondan sıkıntısını kaldırsak, sanki o, başına gelen sıkıntısı sebebiyle bize hiç duâ etmemiş gibi davranır (günah ve isyânına geri döner). İşte (küfür ve günahlarda) haddi aşanlara, yaptıkları [sıkıntı anında duâ edip, âfiyete erdiğinde şükrü unutmaları] böyle süslenilmiştir.»

Yûnus: 12

diraase

16 Oct, 12:38


Vallahi kim dünyanın içinde boğulduğu bu dehşet veren zulümlerin ardından Allah azze ve celle’nin mücrimlerden intikâm almayacağını zannederse Allah’a sûi zan etmiştir.

Ey âlemlerin Rabbi ve Mâliki, zâlimler üzerinde Kahhâr ve Cabbâr olan! Yâ Mutekebbir yâ Muntakim! Bütün bu zulümlerden Sana teberri ediyoruz, kardeşlerimizi yüzüstü bırakmamız sebebiyle bizi bağışla Rabbimiz. Mu’min kullarına kurtuluşunu lutfet Mu’min kullarını kurtar ey Muğîs..

diraase

15 Oct, 20:01


Arzuları ‘büyük’ olanlar..

عن البخاري عن زيد بن أسلم، عن أبيه، أنَّ عمر بن الخطَّاب، قال لأصحابه: تمنَّوا. فقال أحدهم: أتمنَّى أن يكون ملء هذا البيت دراهم فأنفقها في سبيل الله. فقال: تمنَّوا، فقال آخر: أتمَّنى أن يكون ملء هذا البيت ذهبًا فأنفقه في سبيل الله. قال: تمنَّوا. قال آخر: أتمنَّى أن يكون ملء هذا البيت جوهرًا أو نحوه، فأنفقه في سبيل الله. فقال عمر: تمنَّوا. فقالوا: ما تمنَّينا بعد هذا. قال عمر: لكنِّي أتمنَّى أن يكون ملء هذا البيت رجالًا مثل أبي عبيدة بن الجرَّاح، ومعاذ بن جبل، وحذيفة بن اليمان، فأستعملهم في طاعة الله.

التَّاريخ الصَّغير ٧٩/١


Buhârî, Zeyd b. Eslem’den, o da babasından nakletti: Ömer b. el-Hattâb radıyallâhu anh bir gün ashâbına: “Bir temennîde bulunun.” dedi. İçlerinden biri: "Bu evin dirhemlerle dolu olmasını ve onların hepsini Allah yolunda infâk etmeyi temennî ederdim." dedi. Ömer yine, “Temennîde bulunun.” dedi. Bunun üzerine içlerinden bir diğeri: "Bu evin altınla dolu olmasını ve onun hepsini Allah yolunda infâk etmeyi temennî ederdim." dedi. Ömer yine “Temennîde bulunun.” deyince içlerinden bir diğeri dedi ki: "Bu evin mücevherle ve değerli taşlarla dolu olmasını ve onların hepsini Allah yolunda infâk etmeyi temennî ederdim." Ömer radıyallâhu anh onlara yeniden “Temennîde bulunun” dedi. Dediler ki: "Bundan başka (daha büyük) bir arzumuz olmazdı." Bunun üzerine Ömer radıyallâhu anh şöyle dedi: “Fakat ben isterdim ki, bu ev Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, Muâz b. Cebel, Huzeyfe b. Yemân gibi adamlarla dolu olsaydı da, ben de onların hepsini Allah uğrunda kullansaydım.”

et-Târîhu’s-Sağîr 1/79

diraase

14 Oct, 23:05


“Çadırlardan birinde bir kadın yanan ateşin ortasında oturuyor ve sessizce ileri geri hareket ediyordu. Sanki kendisine sabır verir gibi şöyle diyordu: “Geçti, geçti (bir şey yok), birazdan Rahîm olan Allah’a kavuşacağım, ve Allah’ın izniyle bundan sonra ateş bana dokunmayacak!”

Sana îmânım tam ya Rabbi, şüphesiz bu ateş onlar için esenlik ve selâmdı.
Ama o ateş, bizim yüreklerimizi yaktı.”