يعقوب التركي @yakubatturki Channel on Telegram

يعقوب التركي

@yakubatturki


قال ابن المبارك : لا أعلم بعد النبوة درجة أفضل من بث العلم .

يعقوب التركي (Arabic)

يُعتبر قناة "يعقوب التركي" على تطبيق تليجرام واحدة من أهم المصادر لنشر المعرفة والمعلومات القيمة باللغة العربية. القناة تحمل اسم رجل الدين والفيلسوف الشهير يعقوب التركي، الذي كان له دور كبير في تطوير الفلسفة الإسلامية. تهدف القناة إلى نشر العلم والمعرفة من خلال نشر مقالات ومقاطع فيديو تثقيفية بشكل يومي

من يعقوب التركي؟ يعقوب التركي هو شخصية تاريخية معروفة بفلسفته العميقة ومساهمته الكبيرة في تنمية الفكر الإسلامي. كانت له مؤلفات عديدة في مجالات اللاهوت والفلسفة والأخلاق

ما هي قناة "يعقوب التركي"؟ تعتبر قناة "يعقوب التركي" واحدة من أفضل القنوات على تطبيق تليجرام لمحبي الثقافة والمعرفة. تقدم القناة محتوى تثقيفي متنوع يشمل مقالات وفيديوهات تعليمية في مجالات مختلفة مثل الفلسفة، الدين، الأدب، والعلوم الاجتماعية

قال ابن المبارك: "لا أعلم بعد النبوة درجة أفضل من بث العلم". هذا هو شعار قناة "يعقوب التركي" التي تسعى جاهدة لنشر العلم والمعرفة بين الناس وتشجيعهم على التعلم والاستزادة من الثقافة. إذا كنت تبحث عن مصدر موثوق يوفر لك المعرفة والثقافة، فإن قناة "يعقوب التركي" هي الخيار الأمثل لك. انضم إلينا اليوم واستمتع بمشاهدة المحتوى المميز الذي نقدمه لك يوميا.

يعقوب التركي

07 Feb, 10:54


Ebu İmrân el-İsbehâni dedi ki: Ahmed bin Hanbel’i şöyle derken işittim:

Kelâm (bid’at) sahibiyle oturmayın, velev ki sünneti savunsa bile! Çünkü onun işi hayra götürmez.

El-İbanetu’l Kubra, 704

يعقوب التركي

07 Feb, 10:14


Bid’at ehlinin batıllarını yayma yöntemleri hakkında:

Bid’at ehli batılda çokça çaba sarfeder ve gayret gösterir. Onların bazı yöntemleri ve hileleri vardır. Yöntemlerinden bazıları şunlardır:

İlk olarak: Batılı, süslü, güzel ve tatlı bir şekilde sunarlar. Cahiller ve acemi kimseler, bu süslemelere ve hoş görünen dışa yansımalara aldanır ve onlara yönelirler/iltifat ederler.

Hatta bir eşeğe ipekten elbise giydirseler, insanlar derler ki: “Ne güzel bir eşek!”

İkinci olarak: İnsanlara şüpheli, karışık ve belirsiz meseleleri sunarlar. Bu, onların kullandığı bir araçtır ve bu şekilde insanlara yaklaşırlar. Muhtelif kelimeler, şüpheli/belirsiz meseleler, te’vil vb. şeyler bid’atçilerin özüdür. Çünkü onlar doğrudan doğruya batılı insanlara sunmazlar. Eğer ilk olarak batıl bir şey getirseydiler, insanlar onlara yaklaşmazdı. Aksine, karışık/şüpheli şeyler veya sünnet ile yaklaşır, hak ile batılı karıştırırlar ve batılı hak gibi sunarlar. Bu, onlara aldanmanın en büyük sebeplerindendir.

Mufaddal bin Muhelhel rahimehullah dedi ki:

لو كان صاحب البدعة إذا جلست إليه يحدثك ببدعته، حذرته وفررت منه، ولكنه يحدثك بأحاديث السنة في بدو مجلسه ثم يدخل عليك بدعته، فلعلها تلزم قلبك فمتى تخرج من قلبك؟

Eğer bir bid’at sahibi senin yanında oturup da sana bid’atinden bahsetseydi, ondan sakınır ve ondan kaçardın. Fakat o meclisinin başında sana sünnete dair hadisler aktarır, sonra da sana bid’atini bulaştırır. Belki de o (bid’at) senin kalbine yapışır. Böyle olursa, onu kalbinden ne zaman/nasıl çıkaracaksın?

El-İbanetu’l Kubra, 2/344

Üçüncü olarak: Onlar, üzerinde bulundukları batılı, güvenilir imamlara nisbet ederler. Tıpkı Kaderiyye’nin Hasan el-Basri’ye yaptığı gibi.. Oysaki Hasan el-Basri rahimehullah, onların söylediklerinden tamamen beridir.

Dördüncü olarak: Onlar, hak ve sünnet ehline çirkin lakaplar takarlar. Böylece insanları onlardan ve onların üzerinde bulunduğu yoldan (haktan/sünnetten) uzaklaştırmaya çalışırlar.

Harb el-Kirmani rahimehullah dedi ki:

وقد أحدث أهل الأهواء والبدع والخلاف أسماء شنيعة قبيحة فسموا بها أهل السنة يريدون بذلك عيبهم والطعن عليهم والوقيعة فيهم والازراء بهم عند السفهاء والجهال.

Hevâ, bid’at ve muhalefet ehli, bazı çirkin ve iğrenç isimler ihdas etmiş ve Sünnet ehlini bunlarla isimlendirmiştir. Bununla onları kınamak, onlara ta’n etmek (kötülemek), onlara saldırmak ve onları cahillerin ve sefihlerin yanında küçük göstermek istemişlerdir.

Kitabu’s Sünne, 112

Bid’at ehlinin bunlarla beraber pek çok yöntemi ve hilesi vardır. Sünnet ehli bir kimsenin onları dinlemeyi terk etmesi ve meclislerinden ictinâb etmesi gerekir. İmam Ahmed’in -rahimehullah- dediği gibi: Kelâm (bid’at) sahibi kimseyle oturmayın, velev ki sünneti savunsa bile! Çünkü onlar zehirli bal gibidirler. Uzaktan bakıldığında hoş ve güzel görünseler de işleri insanı helâka götürmekten başka bir yola çıkmaz.

يعقوب التركي

06 Feb, 09:08


Çünkü biz biliyoruz ki, insana ancak kendi çabasının karşılığı vardır.

Çabalamaktan vazgeçme! Çabalamanın yükü ne kadar ağır olursa olsun, pişmanlığın yükünden daha hafiftir. Çabalamak bir zerre kadar küçük olsa bile değerlidir. Pişmanlık ise gökler ve yerler ile tartılsa bile faydasızdır. Çünkü biz biliyoruz ki, insana ancak kendi çabasının karşılığı vardır. O yüzden çabayı doğru bir şekilde göster. Rabbinin rızasını kazanmak için, vicdanını tatmin etmek için değil..

Bizler sadece günlerden ibaretiz ve geçip gidiyoruz, bu yüzden onların sadece bir selam vererek geçip gitmelerine izin verme. Eğer geçişin çaba göstermeden olursa, zaten bir selamdan öteye gitmiş olmaz. Selam olsun, hedefini anlayıp harekete geçen, Rabbinin rızasını kazanmak için çaba sarf eden ve O’nu gerçek anlamda memnun eden kişiye.

قم! اقرا وربك الأكرم..

يعقوب التركي

04 Feb, 10:08


Üzerimizdeki tevhid nimeti ne kadar büyük bir nimettir.

Ebu Hatim bize tahdis etti, (dedi ki): Ahmed bin Ebi’l Havarî bize tahdis etti, dedi ki:

قُلْتُ لِأَبِي مُعَاوِيَةَ الْأَسْوَدِ: يَا أَبَا مُعَاوِيَةَ، مَا أَعْظَمَ النَّعَمَ عَلَيْنَا فِي التَّوْحِيدِ، نَسْأَلُ اللَّهَ أَنْ لَا يَسْلُبَنَاهُ، قَالَ: «يَحِقُّ عَلَى الْمُنْعِمِ أَنْ يُتِمَّ عَلَى مَنْ أَنْعَمَ عَلَيْهِ

Ebu Muaviye el-Esved’e dedim ki: Ey Ebu Muaviye! üzerimizdeki tevhid (nimeti) ne kadar büyük bir nimettir. Allah’tan onu bizden çekip almamasını diliyoruz.

Dedi ki: Nimet verenin, kendisine nimet verdiği kimseye nimetini tamamlaması haktır.

Eş-Şükr İbn Ebi’d Dunya, 143

يعقوب التركي

03 Feb, 23:58


٥ شعبان ١٤٤٦

يعقوب التركي

03 Feb, 06:00


Allah’ım bizlere bak! Şüphesiz ki sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.

Allah azze ve celle buyuruyor ki:

{وَقُل رَّبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ}

{De ki: “Rabbim bağışla, merhamet et. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.”} Mu’minun, 118

Ca’fer bin Suleyman dedi ki: Ebu İmran el-Kindi’yi şöyle derken işittim:

إِنَّ اللَّهَ لَمْ يَنْظُرْ إِلَى شَيْءٍ قَطُّ إِلا رَحِمَه، وَلَوْ نَظَرَ إِلَى أَهْلِ النَّارِ لَرَحِمَهُمْ، وَلَكِنْ لَا يَنْظُرُ إِلَيْهِمْ.

Allah hiçbir şeye bakmaz ki ona merhamet etmesin. Eğer Cehennem ehline bakacak olsaydı, onlara merhamet ederdi. Fakat (Allah) onlara bakmaz.

Tefsir İbn Ebi Hatim, 14052

Abdullah dedi ki: Babamı (İmam Ahmed’i) şöyle derken işittim:

جَاءَ يحيى بن سعيد الْقطَّان إِلَى مُعْتَمر بن سُلَيْمَان يعودهُ، فَلَمَّا أَرَادَ يحيى أَن يقوم قَالَ لمعتمر: نظر الله لَك.

Yahya bin Sa’id el-Kattan, Mu’temir bin Süleyman’a onu ziyaret etmek için geldi. Yahya kalkmak istediğinde Mu’temir’e dedi ki:

Allah sana baksın.

El-İlel ve Ma’rifeti’r Rical, 941

يعقوب التركي

22 Jan, 22:14


Ahlâk:

Abdullah dedi ki: Babam bana tahdis etti, dedi ki: İbrahim bin Hâlid bize tahdis etti, dedi ki: Amcam Ömer bin Ubeyd bana Semmâk bin Fadl’dan tahdis etti, dedi ki: Vehb bin Münebbih’i şöyle derken işittim:

مَا أحد من النَّاس أَتَمَنَّى فِي يَوْم أَن خلقه لي بخلقي وَإِنِّي لأتَفَقد أخلاقي فَمَا أجد مِنْهَا شَيْء يُعجبنِي.

İnsanlardan hiç kimsenin ahlâkının bir gün olsun benim ahlâkım gibi olmasını temenni etmem. Ahlâkımı yoklarım da, ondan hoşuma giden hiçbir şeyi bulamam.

El-İlel ve Ma’rifeti’r Rical, 2113

يعقوب التركي

22 Jan, 09:56


وحق على العاقل أن يعرف زمانه، ويحفظ لسانه، ويقبل على شأنه..

٢١ رجب ١٤٤٦

يعقوب التركي

22 Jan, 04:54


Siz bunun yalnızca selam hakkında olduğunu mu zannediyorsunuz?

Allah azze ve celle buyuruyor ki:

{وَاِذَا حُيّ۪يتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَا}

{Selamlandığınız zaman (karşılığında) daha güzel bir selam verin ya da (misliyle) karşılık verin.}

İbn Ebi Hatim dedi ki: Muhammed bin Hamal el-Kuhenziriyy bana yazdı: Ömer bin Abdu’l Ğaffar bize tahdis etti, dedi ki: Süfyan bin Uyeyne -rahimehullah- dedi ki:

تَرَوْنَ هَذَا فِي السَّلامِ وَحْدِهِ؟ هَذَا فِي كُلِّ شَيْءٍ مَنْ أَحْسَنَ إِلَيْكَ فَأَحْسِنْ إِلَيْهِ وَكَافِئْهُ فَإِنْ لَمْ تَجِدْ فَادْعُ لَهُ وَأَثْنِ عَلَيْهِ عِنْدَ إِخْوَانِهِ.

Siz bunun yalnızca selam hakkında olduğunu mu zannediyorsunuz? Bu her şey için geçerlidir. Kim sana bir iyilikte bulunursa sen de ona bir iyilikte bulun ve ona karşılık ver. Eğer (bir şey) bulamazsan, onun için dua et ve kardeşlerinin yanında onu öv.

Tefsir İbn Ebi Hatim, 5728

يعقوب التركي

20 Jan, 23:33


Bir kulun günahları çoğaldığında:

Hakem rahimehullah dedi ki:

إذا كثرت ذنوب العبد، ولم يكن له من العمل ما يكفرها عنه، ابتلاه الله بالحزن ليكفرها عنه.

Bir kulun günahları çoğaldığında ve o günahlara kefaret olacak bir ameli de bulunmadığında, günahlarına kefaret olması için Allah onu hüzünle imtihan eder.

İbn Ebi’d Dunya et-Tevbe, 170

يعقوب التركي

19 Jan, 16:45


Ufak bir latife :")

Ey sakalını kesen kişi! senin için yeterince utanç verici bir durumdur ki, müfessirler bu ayet hakkında şöyle demiştir:

﴿وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ﴾

{Erkeklerin onlar (kadınlar) üzerinde bir derecesi (üstünlüğü/önceliği) vardır.}

İmam Taberi dedi ki: Diğerleri (bazı müfessirler) dedi ki:

وقال آخرون: بل تلك الدرجة التي له عليها أن جعل له لحية وحرمها ذلك.

Bilakis, erkeklerin onlar üzerindeki derecesi, sakalını bırakmakları, kadınların ise bundan mahrum edilmeleridir.

حدثني موسى بن عبد الرحمن المسروقي قال، حدثنا عبيد بن الصباح قال، حدثنا حميد قال،{وللرجال عليهن درجة} قال: لحية.

Musa bin Abdurrahman el-Mesrukiyy bana tahdis etti, dedi ki: Ubeyd bin Sabbah bize tahdis etti, dedi ki: Humeyd bize tahdis etti, dedi ki: {Erkeklerin onlar (kadınlar) üzerinde bir derecesi (üstünlüğü/önceliği) vardır.} Dedi ki: (Buradaki derece) Sakaldır.

Tefsiru’t Taberi, 4/123

يعقوب التركي

18 Jan, 15:58


Başına gelen sıkıntılardan dolayı üzülme, Çünkü kaderin getirdiği pek çok sıkıntının ardından gelen nimetler vardır.

Ağaçlar kuruduktan sonra yeniden yaprakları canlanır, solmuş bir bitki yeniden büyür ve yeşerir.

Eğer Allah bir haceti (isteğini) yerine getirmeyi dilerse, onu sana sen fark etmeden yaklaştırır ve gerçekleştirir.

يعقوب التركي

18 Jan, 13:21


İlmi yaymak, en üstün sadakadır.

Utbe bin Ebi Hakim dedi ki; Mekhûl’u şöyle derken işittim:

‎مَا تَصَدَّقَ رَجُلٌ بِصَدَقَةٍ أَفْضَلَ مِنْ عِلْمٍ يُفْشِيهِ

‎Bir kimse, yaydığı (insanlara öğrettiği) bir ilimden daha üstün bir sadaka vermemiştir.

‎Şerhu Mezahibi Ehli’s Sünne, 1/52

يعقوب التركي

17 Jan, 14:22


İlim, Allah’ın dilediğine taksim ettiği bir hazinedir.

İmam Ahmed bin Hanbel rahimehullah dedi ki:

الْعِلْمُ خَزَائِنُ يَقْسِمُ اللَّهُ لِمَنْ أَحَبَّ، لَوْ كَانَ يَخُصُّ بِالْعِلْمِ أَحَدًا كَانَ أَهْلُ بَيْتِ النَّبِيِّ ﷺ أَوْلَى، كَانَ عَطَاءُ بْنُ أَبِي رَبَاحٍ- وَاسْمُ أَبِي رَبَاحٍ أَسْلَمُ- حَبَشِيًّا، وكان يزيد بن أبي حبيب نوبيا أسودا، وَكَانَ الْحَسَنُ الْبَصْرِيُّ مَوْلَى لِلْأَنْصَارِ، وَكَانَ ابْنُ سِيرِينَ مَوْلًى لِلْأَنْصَارِ.

İlim, Allah’ın dilediğine taksim ettiği bir hazinedir. Eğer O (Allah), ilmi herhangi bir kimseye hâs kılacak olsaydı, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in ev halkı (ehli beyt) buna daha evlâ olurdu.

Fakat Atâ bin Ebi Rebâh habeşliydi. Yezid bin Ebi Habib siyahi bir nubyeliydi. Hasan el-Basri Ensar’ın kölesiydi. İbn Sirin’de Ensar’ın kölesiydi.

El-Ma’rife ve’t Tarih, 1/701

يعقوب التركي

16 Jan, 22:37


Tabiin’den Yahya bin Ebi Kesir -rahimehullah- dedi ki:

Bir adam, bir kardeşine yayılması uygun olmayan bir şey söylerse/anlatırsa, bu onun yanında bir emanet olur. Bu konuda ondan söz almamış olsa bile.

El-Cami’ İbn Vehb, 293

Konuşulan/anlatılan şey emanettir, velev ki bu konuda karşı taraftan söz alınmamış olsa bile.. Bu gerçek hayatta geçerli olduğu gibi sosyal medyada da geçerlidir.

يعقوب التركي

16 Jan, 13:22


Elini göğsüne koymak, korkuyu giderir.

Allah azze ve celle buyuruyor ki:

﴿واضمم إليك جناحك من الرهب﴾،

{Korkudan dolayı kanatlarını kendine doğru çek}

Yahya bin Sellâm rahimehullah dedi ki:

﴿واضمم إليك جناحك﴾، أي: يدك، ﴿من الرهب﴾ قال قتادة: أي: من الرعب. إلى صدرك، فيذهب ما في صدرك من الرعب، وكان قد دخله فزع وفرق من آل فرعون، فأذهب الله ذلك.

{Kanatlarını kendine doğru çek) Yani: Elini. {Korkudan dolayı} Katade dedi ki: Yani, korkudan/endişeden dolayı göğsüne doğru (çek). Böylece göğsünde korkudan ne varsa kaybolur. O sırada Firavun ailesinden dolayı (kalbine) korku ve endişe düşmüştü. Fakat Allah onu giderdi.

Tefsir Yahya bin Sellâm, 2/591

İbn Abbas -radıyallahu anh- dedi ki:

﴿واضمم إليك جناحك من الرهب﴾، أي: أدخل يدك فضعها على صدرك حتى يذهب عنك الرعب، وقال: ليس من أحد يدخله رعب بعد موسى ثم يدخل يده فيضعها على صدره إلا ذهب عنه الرعب

{Korkudan dolayı kanatlarını kendine doğru çek} Yani; Elini alıp göğsünün üzere koy, tâ ki senden korku/endişe gitsin. Dedi ki: Musa’dan sonra korkuya/endişeye kapılan hiç kimse yoktur ki, sonra elini alıp göğsünün üzerine koysun ve kendisinden korku ve endişe yok olmasın.

Meâni’l Kurân en-Nehhas, 5/179

Ata’dan İbn Abbas’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

أن معناه: ضع يدك على صدرك. والجناح: اليد، قال: وما من خائف بعد موسى إلا إذا وضع يده على صدره زال خوفه.

Bu ayetin manası şudur: Elini göğsünün üzerine koy. (Ayetteki) Kanat: El anlamındadır. Dedi ki: Musa’dan sonra korkuya kapılmış bir kimse yoktur ki, elini göğsünün üzerine koyduğunda korkusu zail olmasın.

Tefsiru’s Sem’ani, 4/138

يعقوب التركي

14 Jan, 21:35


Denilir ki: Bela, söze bağlıdır.

Ebu Muzaffer es-Sem’ani dedi ki:

قوله تعالى: ﴿قال رب السجن أحب إلي﴾ وهو الحبس، والسجن موضع الحبس ﴿مما يدعونني إليه﴾ يقال: لو لم يقل هذا لم يبتل بالسجن. وفي بعض الأخبار: البلاء موكل بالمنطق، والأولى بالمرء أن يسأل الله العافية.

Allah’ın şu kavli {Rabbim! zindan benim için daha sevimlidir} burada zindan hapis anlamına gelir. Zindan hapsedilen yerdir. {Beni davet ettiği şeylerden} Denilir ki: (Yusuf) eğer bunu söylemeseydi, zindanla imtihan olunmazdı. Bazı rivayetlerde (şöyle denilmiştir): Bela söze bağlıdır. Kişiye evlâ olan Allah’tan afiyet dilemesidir.

Tefsiru’s Sem’ani, 3/28

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

إذا قال الرجل: هلك الناس فهو أهلكهم.

Bir kimse “İnsanlar helâk oldu” derse, o onların en helâk olanıdır.

Sahih Muslim, 2623

Ali -radıyallahu anh- dedi ki:

البلاء موكل بالقول.

Bela, söze bağlıdır.

Tefsir Yahya bin Sellâm, 2/583

Abdullah İbn Mes’ud -radıyallahu anh- dedi ki:

البلاء موكل بالقول.

Bela, söze bağlıdır.

Veki’ ez-Zühd. 311

İmam Malik rahimehullah dedi ki:

ويقال: إن البلاء موكل بالقول.

Denilir ki: Muhakkak ki bela, söze bağlıdır.

Muvatta, 57

Ebu Ubeyd Kasım bin Sellâm -rahimehullah- dedi ki:

وفي بعض الآثار: البلاء موكل بالقول، وهو مع هذا من أمثالهم السائرة.

Bazı eserlerde şöyle denilmiştir: “Bela söze bağlıdır.” Bu, bununla birlikte onların atasözlerindendir.”

El-Emsâl, 74

İbrahim en-Nehâi -rahimehullah- dedi ki:

إني لأرى الشر أكرهه، فما يمنعني أن أتكلم به إلا مخافة أن أبتلى به.

Kerih gördüğüm bir şerr görürüm de, yalnızca onunla imtihan olmaktan korktuğum için onun hakkında konuşmak beni engeller.

Veki’ ez-Zühd, 313

Abdullah İbn Mes’ud dedi ki:

لو سخرت من كلب لخشيت أن أكون كلبا.

Eğer bir köpekle alay edecek olsaydım, köpek olmaktan (sıfatımın ona benzemesinden) korkardım.

İbnu’l Mübarek ez-Zühd, 741

Ebu Musa el-Eş’ari -radıyallahu anh- dedi ki:

لو رأيت رجلا يرضع شاة في الطريق فسخرت منه خفت أن لا أموت حتى أرضعها.

Yolda bir koyunu emziren bir adam görüp onunla alay etsem, onu emzirmeden ölmeyeceğimden korkarım.

Musannef İbn Ebi Şeybe, 27197

Amr bin Şurahbil -rahimehullah- dedi ki:

لو رأيت رجلا يرضع عنزا فسخرت منه خشيت أن أكون مثله.

Keçi emziren bir adam görüp onunla alay etsem, onun gibi olacağımdan korkarım.

Veki’ ez-Zühd, 314

Sabit -radıyallahu anh- dedi ki:

دخل علينا جابر بن زيد دارنا، فبصر ببذج وهو الجدي أو حمل، فقال: لو قلت لكم: لا أعبد هذا ما أمنت أن أعبده.

Cabir bin Zeyd evimize girdi ve bir yavru keçi veya kuzu gördü. Sonra dedi ki: Eğer ben size buna tapmam deseydim, ona tapmaktan emin olamazdım.

Hannad bin es-Seri ez-Zühd, 1196

Katade’den -rahimehullah- rivayet edildiğine göre:

يقول: فلن أعين بعدها ظالما على فجره، قال: وقلما قالها رجل إلا ابتلي، قال: فابتلي كما تسمعون.

قال الفراء قال ابن عباس: « لم يستثن فابتلي.

{Asla suçlu günahkarlara destek olmayacağım} der ki: Zalimlere bundan sonra günahlarında/suçlarında asla destek olmayacağım.

Dedi ki: Bir adamın bunu söyleyip de imtihan olunmaması nadirdir. Dedi ki: işittiğiniz gibi imtihana uğradı.

Tefsiru’t Taberi, 18/192

El-Ferra (h.207) -rahimehullah- dedi ki: İbn Abbas -radıyallahu anh- dedi ki: İstisna yapmadı (inşaallah demedi), imtihana uğradı.

Meâni’l Kur’an, 2/304

Hasan el-Basri -rahimehullah- dedi ki:

كانوا يقولون: من رمى أخاه بذنب قد تاب إلى الله جل وعز منه: لم يمت حتى يبتليه الله به.

(Selef) şöyle derdi: Kim kardeşini Allah azze ve celle’ye tevbe ettiği bir günahla suçlarsa, Allah onu o günahla imtihan etmeden ölmez.

Zemmu’l Gıybet, 153

والحمد لله

يعقوب التركي

12 Jan, 16:04


Sorulardan (meselelerden) öyle sorular (meseleler) vardır ki:

İbn Şibrime -rahimehullah- dedi ki:

إن من المسائل مسائل لا يَجمُلُ للسائل أن يسأل عنها وما يجمل بالمسئول أن يجيب فيها.

Sorulardan (meselelerden) öyle sorular (meseleler) vardır ki, ne soru soran kişinin o mesele hakkında sorması uygundur/caizdir, ne de soru sorulan kişinin o mesele hakkında cevap vermesi uygundur/caizdir.

El-İlel ve Ma’rifeti’r Rical, 4881

يعقوب التركي

12 Jan, 13:17


Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki:

إِن من الْبَيَان سحرًا.

“Şüphesiz ki bazı beyânlar sihir (gibi)dir.”

Ebu Ubeyd Kâsım bin Sellam dedi ki:

فَكَانَ الْمَعْنى وَالله أعلم أَنه يبلغ من بَيَانه أَنه يمدح الْإِنْسَان فَيصدق فِيهِ حَتَّى يصرف الْقُلُوب إِلَى قَوْله ثُمَّ يذمه فَيصدق فِيهِ حَتَّى يصرف الْقُلُوب إِلَى قَوْله الآخر فَكَأَنَّهُ قد سحر السامعين بذلك فَهَذَا وَجه قَوْله: إِن من الْبَيَان سحرًا.

Allah en iyisini bilir, (bunun) manası şudur:

Kişinin beyanı (belağati) öyle bir dereceye ulaşır ki, bir kimseyi doğru bir şekilde över ve kalpleri kendi sözlerine yöneltir/çevirir. Sonra da onu doğru bir şekilde zemmeder ve kalpleri diğer sözlerine yöneltir/çevirir. Sanki dinleyenleri bununla büyülemiş gibi olur. Bu onun şu sözünün vechidir (manasıdır): “Şüphesiz ki bazı beyânlar sihir (gibi)dir.”

Ebu Ubeyd Ğaribu’l Hadis, 2/34

يعقوب التركي

11 Jan, 12:19


Dalaletin temellerinden biri, bazı kimselere (âlimlere) karşı gösterilen aşırı ta’zimdir:

Bu, bazı kimselerin bazı meselelerde sapmalarının en bariz özelliğidir. Bu kimseler, “Şu alimler şöyle dedi” şeklinde, bazı kimselerin (alimlerin) isimlerini anarken, söyledikleri görüşlerini desteklemek için kitaptan, sünnetten ve seleften bir delil getirmezler. Bazı kimselerin isimlerini zikretmenin, delil getirmek için yeterli olduğunu zannederler.

Hatta kitap, sünnet ve selefin kavillerine, bu kimselerin görüşlerini (ön bir kabulle) kesin doğruymuş gibi kabul ederek ve onları tevil ederek dayanırlar.

Bu, şu sebeple oluşan bir eksikliktir: O kişinin ilk başlarda, dini öğrenmede esas olarak kitap, sünnet ve selefe dayanmaya, onların fehmiyle/usulüyle meselelere bakmaya alışmamış olmasıdır. Kimse ayet, hadis ve selefin usulüne dayalı bir şekilde istidlal etmenin temelini inkâr etmez. Ancak mesele, kişinin zihninde bu ilkenin ne kadar kökleştiği ve düşünce tarzını nasıl şekillendirdiğidir. Yani, bir insanın zihninde bir ayetin, hadisin ve selef ulemasının sözleri/görüşleri doğru şekilde anlaşılıp belirli bir görüşü ispatladığı açıkça belli olursa, bu kendisine saygı duyduğu kimselerin (alimlerin) sözünden daha değerli olmalıdır.

Bir diğer sebep ise, bazı talebelerin ilim öğrenmeye başlarken taklitçi bir anlayışla yetişmesidir –ki bu başlangıçta kaçınılmaz bir durumdur– ve bu talebeler, herhangi bir ilmî meselede bağımsız düşünmeye alışmazlar. Bu kişiler, tüm ilmî meselelere taklitçi bir anlayışla yaklaşır, taklit edilecek ve taklit edilemeyecek meseleleri ayırt etmezler. Bu da, taklit ettikleri kişinin hata yapması durumunda onların da aynı hatayı yapmalarına yol açar. Çünkü bu kişiler, sadece belirli bir kimseyi (alimi) ta’zim etmeye alıştırılmıştır. Başkalarına veya doğruyu gösteren alimlerin görüşlerine değil, sadece taklit ettikleri kimselerin (alimlerin) görüşlerine değer verirler.

والله اعلم

يعقوب التركي

10 Jan, 14:49


Kim âlimlerin şâz görüşlerini yüklenirse, büyük bir şerr yüklenmiş olur.

Süleyman et-Teymi dedi ki:

لَوْ أَخَذْتَ بِرُخْصَةِ كُلِّ عَالِمٍ - أَوْزَلَّةِ كُلِّ عَالِمٍ اجْتَمَعَ فِيكَ الشَّرُّ كُلُّهُ.

Her âlimin ruhsatını (veya her âlimin hatasını) alırsan, bütün şerri kendinde toplamış olursun.

İbrahim bin Edhem dedi ki:

مَنْ حَمَلَ شَاذَّ الْعُلَمَاءِ حَمَلَ شَرًّا كَبِيرًا.

Kim âlimlerin şâz görüşlerini yüklenirse, büyük bir şerr yüklenmiş olur.

El-Emr bi’l Ma’ruf ve’n Nehy ani’l Münker, 65-66

يعقوب التركي

10 Jan, 04:06


‏ناموا فإنَّ اللَّيل رغم سُكونِهِ..
‏وَطَنُ الجراحِ، ومَسْكَنُ الآلامِ

‏ ناموا لعلَّ الصُّبحَ يَمحو ظُلْمَةَ
‏ الأحزانِ، أو نشفىٰ مِنَ الأسقامِ

يعقوب التركي

09 Jan, 20:18


‏اللهم اجعل لنا من كل همّ فرجا ومن كل ضيق مخرجا ومن كل بلاء عافية.

٩ رجب ١٤٤٦

يعقوب التركي

07 Jan, 15:21


Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı (aralarında) gülerler miydi?

سُئِلَ ابْنُ عُمَرَ رضي الله عنهما : هَلْ كَانَ أَصْحَابُ النَّبِيِّ ﷺ يَضْحَكُونَ؟ قَالَ: «نَعَمْ، وَالْإِيمَانُ فِي قُلُوبِهِمْ أَعْظَمُ مِنِ الْجِبَالِ.

İbn Ömer radıyallahu anhuma’ya, “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı gülerler miydi?” Diye soruldu.

Dedi ki: Evet, fakat kalplerinde iman dağlardan daha büyüktü.

El-Cami’ Ma’mer bin Raşid, 1/327

Gülmek, imanın zayıflığının bir göstergesi değildir. Buna dikkat et ve katı bir kimse olmaktan sakın.

يعقوب التركي

07 Jan, 15:20


Umudunu kaybetme. Her şeyin hayırlısı en yakında zamanda zuhur edecek ve güzel olan her şey sana doğru yola çıkacak. Umutlu ol, nefsini daraltma, bugünün çocuğu ol ve mevcut ânın lezzetlerinden kendini mahrum etme.

Kendimi umutla teselli eder ve güzel şeyleri beklerim.
Umudun genişliği olmasaydı, hayat ne kadar dar olurdu.

يعقوب التركي

06 Jan, 21:44


Kitabu’d Dua

Abdurrahman bin Ebi Hatim er-Razi (h.327)

يعقوب التركي

06 Jan, 20:02


İnsanlardan arkadaşlığa en evlâ olanı:

Ğulamu’l Hallal rahimehullah dedi ki:

أولى الناس بالصُحبة من وافقك في السُنّة، ولا تَصحب من خالفك في السُنّة وإن كان قريبًا، ألا ترى إلى نوحٍ عليه السلام قال: {إن ابني من أهلي}، كيف أُجِيبَ: {إنه ليس من أهلك}.

İnsanlardan arkadaşlığa en evlâ olanı, sünnette sana muvafakat eden kimsedir. (Sana) yakın olsa da, sünnette sana muhalefet eden kimse ile arkadaşlık etme!

Nuh aleyhisselam’ın {Oğlum benim ehlimdendir} dediğini ve kendisine {O senin ehlinden değildir} diye cevap verildiğini görmüyor musun?!

Zadu’l Musafir, 1/284

يعقوب التركي

05 Jan, 11:53


Sahabe -radıyallahu anhum- Kitab ve Sünnet’in zahirini bir delil olmaksızın terk etmezdi.

İbnu’l Munzir, aralarında Ebu Bekir es-Sıddık ve Ömer İbnu’l Hattab’ın da bulunduğu birçok sahabiden -radıyallahu anhum- sarık üzerine mesh ettiklerini rivayet ettikten sonra, sarık üzerine meshetmeye cevaz verenlerin sözlerini aktarmıştır.

ولا يجوز أن يجهل مثل هؤلاء فرض مسح الرأس، وهو مذكور في كتاب الله، فلولا بيان النبي ﷺ لهم ذلك، وإجازته ما تركوا ظاهر الكتاب والسنة

“Bu gibi kimselerin Allah'ın kitabında zikredilen başın mesh edilmesinin farziyetini bilmemeleri caiz değildir (mümkün değildir). Eğer Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bunu onlara açıklamamış ve cevaz vermemiş olsaydı, Kitap ve Sünnet'in zahirini terk etmezlerdi.”

El-Evsât fi’s Sünen, 1/468

يعقوب التركي

04 Jan, 12:35


Kendini ne kadar (iyi) bilirsen bil, kimseye kendini göstermek için çabalama. Düşmanın seni kabul etmeyecek, pusuda bekleyenler senin sözüne/hâline inanmayacaktır. Düşüşünü bekleyenler sana merhamet etmeyecek, hatalarını takip edenler sendeki her güzel şeyi görmezden gelecektir.

Senin hakkında güzel düşünenlere gelince, onların böyle şeylere ihtiyacı yoktur.

Rabbi’nin katındaki durumunu düzelterek ona yaklaş. Çünkü O, övgüsü yükseltici, yergisi ise alçaltıcı olandır.

يعقوب التركي

03 Jan, 11:28


إذا اشتد همك والليل طال

يعقوب التركي

03 Jan, 11:17


Kim eski hadis âlimlerinin (selefin) itikadına ve onların izlediği yolu takip edenlerin söz ve ifadelerine bakmak isterse, sonradan oluşan kelamî tanımları ve bu tanımlardan ortaya çıkan kaideleri bir kenara koymalıdır. Aksi takdirde, onların kasıtlarını ve söylediklerini doğru bir şekilde anlamakta zorlanacaktır.

Kelam ehli, önce kelam üzerine bir asıl ihdas etmiş, sonra da selef ulemasının kavillerini/yolunu da bu asıl üzerine bina etmiştir. Böylece onlardan birçoğu selefin yolundan ve fehminden sapmış, birçok kimsenin zihnine de şüphe tohumları ekmiştir.

Günümüzde insanlardan çok azının onların bu fitnelerinden selamette olduğunu görürsün.

Allah bizi onlardan ve onların bu çirkin yolundan muhafaza etsin.

يعقوب التركي

02 Jan, 19:33


İlim talep eden bir kimsenin esere tâbi olması üzerine bir haktır.

Malik bin Enes rahimehullah dedi ki:

إن حقا على من طلب العلم أن يكون له وقار، وسكينة وخشية، وأن يكون متبعا لأثر من مضى قبله.

İlim talep eden bir kimsenin; vakâr, sekinet, haşyet içinde olması ve kendisinden önce geçmiş kimselerin (Selefin) eserine tâbi olması üzerine bir haktır.

Muhammed bin Mahled Ma revâhu’l Ekâbir an Mâlik, 52

يعقوب التركي

02 Jan, 16:33


‏شَاكٍ إِلَى البَحْرِ اضْطِرَابَ خَوَاطِرِي
‏فَيُجيبُني برِيَاحِهِ الهَوْجَاءِ.

‏١ رجب ١٤٤٦

يعقوب التركي

29 Dec, 14:31


Ruhun bedeninde olduğu sürece,
Zamanın endişelerine aldırma, gönlünü ferah tut.

Her şey bir kaderle akıp gider,
Allah ise onu takdir eden, yönlendirendir.

Kulunun zannı üzere olan Allah,
Bir şeyi takdir ettiğinde bu hüzün niyedir?

يعقوب التركي

29 Dec, 06:01


Temkinli ol/acele etme!

Abdullah İbn Mes’ud radıyallahu anh dedi ki:

إنَّها ستكونُ هَنَاتٌ وأمورٌ مشبهاتٌ؛ فعليك بالتؤدةِ فتكونَ تابِعًا في الخيرِ خيرٌ مِن أن تكونَ رأسًا في الشرِّ.

Muhakkak ki ileride karışıklıklar (fitneler) ve şüpheli şeyler olacaktır. Bu yüzden acele etmeyin/temkinli olun. Hayra tâbi olmak, şerde baş olmaktan daha hayırlıdır.

Musannef İbn Ebi Şeybe, 39971

يعقوب التركي

28 Dec, 13:33


İkindiden sonra uyumanın kerih görülmesi:

Havvab bin Cübeyr -Bedir ehlinden- dedi ki:

نوم أول النهار خرق، وأوسطه خلق، وآخره حمق

Günün başında uyumak cahillik, ortasında uyumak (kaylule) güzel ahlâk/alışkanlık, sonunda (ikindiden sonra) uyumak ise ahmaklıktır.

Musannef İbn Ebi Şeybe, 28381

Muhammed bin Raşid dedi ki:

كَانَ مَكْحُولٌ يَكْرَهُ أَنْ يَنَامَ الرَّجُلُ عِنْدَ اصْفِرَارِ الشَّمْسِ قُرْبَ مَغْرِبِهَا، وَيَأْمُرُ الرَّجُلَ إِذَا رَآهُ نَائِمًا فِي ذَلِكَ الْحِينِ أَنْ يُوقَظَ.

Mekhûl, güneşin sararıp batmaya yakın olduğu zamanda bir kimsenin uyumasını kerih görürdü. Bu vakitte bir kimseyi uyurken görse, uyandırılmasını emrederdi.

İmam el-Merruzi dedi ki: Ebu Abdullah’ı (İmam Ahmed’i) şöyle derken işittim:

يُكْرَهُ لِلرَّجُلِ أَنْ يَنَامَ بَعْدَ الْعَصْرِ، يُخَافُ عَلَى عَقْلِهِ

Bir kimsenin ikindiden sonra uyuması kerih görülür. (Çünkü) aklına zarar geleceğinden korkulur.

Ahbaru’ş Şuyuh el-Merruzi, 173

يعقوب التركي

27 Dec, 14:51


İhlas:

Süfyan es-Sevri Abbad bin Abbad’a yazdığı mektubunda dedi ki;

إياك أن تكون ممن يحب أن يعمل بقوله، أو يٌنشر قوله، وأن يٌسمع من قوله، فإذا تُرِك ذلك منه عرف.

Sözüyle amel edilmesinden, sözünün neşredilmesinden (yayılmasından) veya sözünün dinlenilmesinden hoşlanan bir kimse olmaktan sakın! Bunlar terk edildiğinde etkisi o kimsede farkedilir.

Ahbaru’ş Şuyuh el-Merruzi, 327

يعقوب التركي

27 Dec, 12:32


الدَهرُ ذو دُوَلٍ وَالمَوتُ ذو عِلَلٍ
‏وَالمَرءُ ذو أَمَلٍ وَالناسُ أَشباهُ

‏وَلَم تَزَل عِبَرٌ فيهِنَّ مُعتَبَرٌ
‏يَجري بِها قَدَرٌ وَاللَهُ أَجراهُ

‏يَبكي وَيَضحَكُ ذو نَفسٍ مُصَرَّفَةٍ
‏وَاللَهُ أَضحَكَهُ وَاللَهُ أَبكاهُ

يعقوب التركي

26 Dec, 13:17


İnsanlara onların durumlarını (bid’atlerini) açıklayın ki onları tanısınlar ve onlardan sakınsınlar.

İmam Darımi dedi ki: Ali bin Haşrem, İsa bin Yunus’u şöyle derken işittiğini bana yazdı:

لَا تُجَالِسُوا الجَهْمِيَّةَ، وَبَيِّنُوا لِلنَّاسِ أَمْرَهُمْ؛ كَيْ يَعْرِفُوهُمْ، فَيَحْذَرُوهُمْ.

Cehmiyye ile oturmayın. İnsanlara onların durumlarını açıklayın ki onları tanısınlar ve onlardan sakınsınlar.

Nakdu’d Darımi Ale’l Merisi, 1/43

İmam Ahmed dedi ki: Ebu Ca’fer el-Huzai bize tahdis etti, dedi ki: Süfyan bin Uyeyne’ye dedim ki: Bu (adam) kader hakkında konuşuyor, yani İbrahim bin Ebi Yahya.

Dedi ki:

عرفُوا النَّاس بدعته وسلوا ربكُم الْعَافِيَة

İnsanlara onun bid’atini bildirin ve Rabbinizden afiyet isteyin.

El-İlel ve Ma’rifeti’r Rical, 2291

يعقوب التركي

25 Dec, 14:44


Bir sıfattan başka bir sıfata delil getirmek, tafvidi çürütmenin en güçlü yollarından biridir:

Selefi Salihin, sıfatlarla ilgili hadislerin anlaşılması hususunda bid’at ehli bazı şüpheler ortaya attığında, bu anlamı onlara Kur’an’dan benzer bir örnekle açıklarlardı. Bu yöntem, Selefin mufavvid olmadıklarının en güçlü delillerindendir. Çünkü mufavvid, bir anlamı isbat etmez. Oysa bir sıfattan başka bir sıfata delil getirmek, her iki sıfat arasında ortak bir anlamın gözetilmesini gerektirir.

Ebu Osman es-Sabuni dedi ki: el-Hakim Ebu Abdullah el-Hafız’ın şöyle dediğini işttim: Ebu Zekeriyya Yahya bin Muhammed el-Anberi’nin şöyle dediğini işittim: İbrahim bin Ebu Talib’in şöyle dediğini işittim: Ahmed bin Sa’id bin İbrahim bin Abdullah er-Ribati’nin şöyle dediğini işittim:

حضرت مجلس الأمير عبد الله بن طاهر ذات يوم، وحضر إسحاق بن إبراهيم -يعني: ابن راهويه - فسئل عن حديث النزول: أصحيح هو؟ قال: نعم.
فقال له بعض قواد عبد الله: يا أبا يعقوب! أتزعم أن الله تعالى ينزل كل ليلة؟ قال: نعم.
قال: كيف ينزل؟ فقال له إسحاق: أثبته فوق حتى أصف لك النزول، فقال الرجل: أثبَتُّه فوق، فقال إسحاق: قال الله عز وجل: {وَجَاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّا} [الفجر:22]، فقال الأمير عبد الله: يا أبا يعقوب! هذا يوم القيامة.
فقال إسحاق: أعز الله الأمير، ومن يجيء يوم القيامة من يمنعه اليوم؟".

Bir gün Emir Abdullah bin Tahir’in meclisinde hazır bulundum. İshak bin İbrahim -İbn Rahaveyh- de orada hazır bulunuyordu. Ona nüzul hadisinden soruldu. “O (Allah’ın inmesi hadisi) sahih midir?” Dedi ki: Evet.

Abdullah’ın bazı komutanları ona dediler ki: Ey Ebu Yakub! Sen Allah’ın her gece (dünya semasına) ineceğini mi iddia ediyorsun? Dedi ki: Evet. (İçlerinden biri) dedi ki: Nasıl iner? İshak ona dedi ki: (Arşın) üzerinde olmasını isbat et, ben de sana nüzulu vasfedeyim. Adam ona dedi ki: (Arşın) üzerinde olmasını isbat ediyorum.

İshak ona dedi ki: Allah azze ve celle buyuruyor ki: {Rabbin ve saf saf (saflar hâlinde) melekler geldiğinde} Fecr, 22

Emir Abdullah dedi ki: Ey Ebu Yakub! Bu kıyamet günüdür.

İshak dedi ki: Allah emiri aziz kılsın. Kıyamet günü gelenin bugün gelmesini engelleyen kimdir?

Akidetu’s Selef ve Ashabu’l Hadis 196-198, el-Hucce fi Beyani’l Mehacce 2/129, İsnadı Sahih

İshak bin Rahaveyh’ten gelen bu eser, sıfatların isbatı hususunda çok açık bir eserdir. Çünkü o (Meci) gelme sıfatıyla, (nüzul) inme sıfatını istidlal etmiştir. Bu da onun bu ikisini ortak bir manada anladığını gösterir ki bu da tafvidin zıddıdır.

Tafvid: Sıfatların manasını Allah’a havale etmek.
Mufavvid: Sıfatların manasını Allah’a havale eden kimse.

يعقوب التركي

24 Dec, 15:33


أَرى الناسَ لا يدرونَ ما قدْرُ أَمرِهِم
‏بلى كلُّ ذي لُبٍّ إِلى اللهِ واسِلُ

‏أَلا كُلُّ شيءٍ ما خلا اللهَ باطلُ
‏وكلُّ نعيمٍ لا محالةَ زائلُ

‏وكلُّ امرِئٍ يوماً سيعلمُ سعيَهُ
‏إِذا كُشِّفَت عِندَ الإِلَهِ المحاصِلُ

يعقوب التركي

24 Dec, 14:36


افتح الصوت وامشِ معي..

جمادى الاخرة ٢١

يعقوب التركي

23 Dec, 11:00


Ömer ibnu'l Hattab radıyallahu anh insanlara karşı aşırı duygular beslemekten sakındırırdı:

Ömer İbnu’l Hattab radıyallahu anh dedi ki:

لاَ يَكُنْ حُبُّكَ كَلَفًا، وَلاَ بُغْضُكَ تَلَفًا، فَقُلْتُ: كَيْفَ ذَاكَ؟ قَالَ: إِذَا أَحْبَبْتَ كَلِفْتَ كَلَفَ الصَّبِيِّ، وَإِذَا أَبْغَضْتَ أَحْبَبْتَ لِصَاحِبِكَ التَّلَف.

Sevgin aşırı, buğzun da yıkıcı olmasın. (Eslem) dedim ki: Bu nasıl olur? Dedi ki: Sevdiğin zaman çocuk gibi aşırı seversin, buğzettiğin zaman da arkadaşının helâk olmasını istersin.

Buhari Edebu’l Müfred, 1322

Ömer İbnu’l Hattab radıyallahu anh dedi ki:

يَا أَسْلَمُ لَا يَكُنْ حُبُّكَ كَلَفًا، وَلَا يَكُنْ بُغْضُكَ تَلَفًا»، قُلْتُ: وَكَيْفَ ذَلِكَ؟ قَالَ: «إِذَا أَحْبَبْتَ فَلَا تَكْلَفْ كَمَا يَكْلَفُ الصَّبِيُّ بِالشَّيْءِ يُحِبُّهُ، وَإِذَا أَبْغَضْتَ فَلَا تَبْغَضْ بُغْضًا تُحِبُّ أَنْ يَتْلَفَ صَاحِبُكَ وَيَهْلِكَ

Ey Eslem! Sevgin aşırı, buğzun da yıkıcı olmasın. (Eslem) dedim ki: Bu nasıl olur? Dedi ki: Sevdiğin zaman çocuğun bir şeyi sevdiği gibi aşırı sevme. Buğzettiğin zaman da, arkadaşının mahvolmasını ve helak olmasını isteyecek şekilde buğzetme.

El-Cami’ Ma’mer bin Raşid, 20269

يعقوب التركي

22 Dec, 10:22


Bazen bir şeylere üzülmeniz ve göğsünüzün daralması sorun değildir, çünkü bu kaçınılmazdır. Asıl sorun, bu durumla nasıl başa çıkacağınızdır.

{ولقد نعلم أنك يضيق صدرك بما يقولون فسبح بحمد ربك وكن من الساجدين}

Andolsun ki, onların söylediklerinden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz. Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. (Hicr, 97-98)

Kur’an, göğüs daralmasını ve üzüntüyü giderecek yolları beyan etmiştir. Fakat biz, Kur’an’ın gösterdiği bu yolları uygulama noktasında gösterdiğimiz eksikliğin ölçüsünde göğüs daralması ve üzüntü yaşarız. Bu da bizim bu husustaki eksikliğimizin bir sonucudur.

يعقوب التركي

21 Dec, 22:56


Hüzünlenme!

Sıkıntı anında Meryem aleyhisselam’a ilk tavsiye edilen şey, hüznü terk etmesidir.

{فناداها من تحتها ألا تحزني}

(Biri) altından ona seslenmiş ve demişti ki: “Hüzünlenme! (Meryem, 24)

Çünkü hüzün, insanı doğru kararlar almaktan alıkoyar.

Hüznü defetmenin yolu ise, kaybettiklerine veya elinde olmayan şeylere değil, kazandıklarına ve elinde olan şeylere yönelmektir.

{فكلي واشربي وقري عينا}

Artık ye, iç ve gözün aydın/için ferah olsun. (Meryem, 26)

يعقوب التركي

21 Dec, 12:55


Sünnet bizim yolumuz ve Eser Ehli bizim imamlarımızdır.

Ebu Mansur Ma’mer bin Ahmed (h.418) dedi ki:

وَنحن بِحَمْد اللَّه من المقتدين بهم، المنتحلين لمذهبهم، الْقَائِلين بفضلهم، جمع اللَّه بَيْننَا وَبينهمْ فِي الدَّاريْنِ، فَالسنة طريقتنا، وَأهل الْأَثر أَئِمَّتنَا، فأحيانا اللَّه عَلَيْهَا وأماتنا برحمته إِنه قريب مُجيب

Allah’a hamdolsun ki biz, onlara (Selefe) iktidâ eden/uyan, onların mezhebini benimseyen ve onların faziletlerini söyleyenleriz. Allah, bizi ve onları iki dünyada bir araya getirsin. Sünnet bizim yolumuz ve Eser Ehli bizim imamlarımızdır. Allah bizleri rahmetiyle bunun üzerine yaşatsın ve bunun üzerine öldürsün. Şüphesiz O, (kullarına) yakın olan ve dualara icabet edendir.

El-Hucce fi Beyani’l Mehacce 1/260, İsnadı Sahih

يعقوب التركي

21 Dec, 10:06


İstidlal noktasında iki önemli husus:

Maliku’s Sağir İbn Ebi Zeyd el-Kayravani (h.386) dedi ki:

إنه ليس لأحدٍ أَنْ يُحْدِثَ قولاً أو تَأْويلاً لم يَسْبِقْهُ به سَلَفٌ.

Hiç kimsenin kendisinden önce (seleften) söylenmemiş bir sözü/görüşü veya te’vili ihdas etmesi caiz değildir.

Yine dedi ki:

إذا ثَبَت عن صاحبٍ قَوْلٌ لا يُحْفَظُ عن غيرِه من الصحابةِ خِلَافٌ له ولا وِفَاقٌ ، أنَّه لا يسَع خِلافُه

Bir sahabeden bir görüş sabit olup da başka bir sahabenin ona muhalefet ettiği veya muvafakat ettiği bilinmiyorsa, ona muhalefet etmek caiz değildir.

En-Nevâdir ve’z Ziyâdat, 1/5

يعقوب التركي

20 Dec, 11:41


Bu, insanlara öğrettiğin ve senden sonra onların bununla amel ettiği hayırlardır.

İbrahim en-Nehai rahimehullah dedi ki:

توزن حسنات العبد وسيئاته يوم القيامة، فتخف حسناته، فيجاء بشيء أبيض مثل الغيم أو الغمام، فيوضع في ميزانه، فيثقل ميزانه، فيقال له هل تدري ما ذا؟ فيقول: لا، فيقال: هذا الخير الذي علمته الناس، فعملوا به بعدك.

Kıyamet günü kulun iyilikleri ve kötülükleri tartılır ve iyilikleri hafif gelir. Bunun üzerine bulut ya da sis gibi beyaz bir şey getirilir, bu şey onun terazisine konur ve terazisi ağırlaşır. Ona (kula) “Bu nedir biliyor musun?” Denilir. O da “Hayır” der. Bunun üzerine denilir ki: Bu, insanlara öğrettiğin ve senden sonra onların bununla amel ettiği hayırlardır.

El-Cami’ İbn Vehb, 1609

يعقوب التركي

20 Dec, 09:48


‏اللهم كما أنرت الأرض بالشمس، أنر قلوبنا بالقرآن والسنة.

جمادى الاخرة ١٧

يعقوب التركي

19 Dec, 23:10


Cuma günü Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e salât etmek:

İmam Abdullah bin Ebi Bekr bin Hazm rahimehullah dedi ki:

وكان يقال: أفضل الناس في يوم الجمعة، أكثرهم صلاة على النبي -صلى الله عليه وسلم-

Denilirdi ki: Cuma günü insanların en hayırlısı, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e en çok salât edenlerdir.

Musannef Abdurrezzak 5488, İsnadı Sahih

İmam Şafii rahimehullah dedi ki:

وَأُحِبُّ كَثْرَةَ الصَّلَاةِ عَلَى النَّبِيِّ ﷺ فِي كُلِّ حَالٍ، وَأَنَا فِي يَوْمِ الْجُمُعَةِ، وَلَيْلَتِهَا أَشَدُّ اسْتِحْبَابًا،

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e her hâl üzereyken çokça salât etmeyi severim. Cuma günü ve gecesinde ise onu (Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e salât etmeyi) şiddetli müstehab görüyorum.

El-Umm, 1/239

يعقوب التركي

17 Dec, 13:43


O sıfatlardan bir tanesinin bile bende olduğunu bilmiyorum!

Yunus bin Ubeyd rahimehullah dedi ki:

‎إِنِّي لَأَعُدُّ مِائَةَ خَصْلَةٍ مِنْ خِصَالِ الْخَيْرِ مَا أَعْلَمُ أَنَّ فِيَ نَفْسِي وَاحِدَةً مِنْهَا

Şüphesiz ben hayır/iyilik sıfatlarından yüz tane sıfat sayabilirim. Ancak onlardan bir tanesinin bile bende olduğunu bilmiyorum.

Muhasebetu’n Nefs İbn Ebi’d Dunya, 34

Biraz namaz kılarız, Kur’an’dan birkaç sayfa okuruz, sosyal medyada paylaşımlar vs. birden cennetin en özel yerine sahip olduğumuza inanmaya başlarız.

Bu sözler Tabiin’den Yunus bin Ubeyd’e ait. Peki ya bize ne oluyor ki, en ufak bir çaba göstermeden Allah’ın bizden razı olduğuna kesin bir şekilde inanıyoruz? İhlas var mı yok mu o konuya ise hiç değinmiyorum..

Din üzerindeki yanlış güven Şeytan’ın bir tuzağıdır. Gerçek güven ancak Allah’ın rahmetine ve affına dayanır.

Allah kalplerimizi kibirden, şeytanın tuzağından ve yanlış güven duygusundan temizlesin. Bizi yalnızca kendi rızasını gözeten ve razı olduğu vasıflarla vasıflanan kullarından eylesin.

يعقوب التركي

04 Dec, 10:38


İmam Ebu Bekir İbnu’l Munzir en-Nisaburi (h.319) dedi ki:

Hayızlı bir kadının güneş batmadan veya fecr doğmadan önce temizlenmesi hakkında:

اخْتَلَفَ أَهْلُ الْعِلْمِ فِي الْحَائِضِ تَطْهُرُ قَبْلَ غُرُوبِ الشَّمْسِ أَوْ قَبْلَ طُلُوعِ الْفَجْرِ، فَقَالَتْ طَائِفَةٌ: عَلَيْهَا إِذَا طَهُرَتْ قَبْلَ غُرُوبِ الشَّمْسِ أَنْ تُصَلِّيَ الظُّهْرَ وَالْعَصْرَ، وَإِذَا طَهُرَتْ قَبْلَ طُلُوعِ الْفَجْرِ أَنْ تُصَلِّيَ الْمَغْرِبَ وَالْعِشَاءَ. وَرُوِّينَا هَذَا الْقَوْلُ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَوْفٍ، وَابْنِ عَبَّاسٍ

İlim ehli, hayızlı bir kadının güneş batmadan veya fecr doğmadan önce temizlenmesi hakkında ihtilaf etmiştir.

Bir taife dedi ki: Eğer güneş batmadan önce temizlenirse, öğle ve ikindi namazlarını kılmalıdır. Eğer fecr doğmadan önce temizlenirse, akşam ve yatsı namazlarını kılmalıdır. Bu görüş, Abdurrahman bin Avf ve İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir.

(…)

Bununla birlikte bu görüş, Tâvus, en-Nehai, Mücahid, ez-Zühri, Rebi’a bin Ebi Abdurrahman, Malik bin Enes, Leys bin Sa’d, eş-Şafii, Ahmed bin Hanbel, Ebu Sevr ve İshâk’tan da rivayet edilmiştir.

El-Hakem ve Evzai şöyle dediler: Eğer (hayızlı kadın) günün sonunda temizlenirse, öğle ve ikindi namazlarını kılar.

(…)

İlim ehli, hayızlı bir kadının namaz kılamayacağı hususunda icma etmiştir. Sonra ikindi vaktinin sonlarında temizlenen bir kadının üzerine neyin gerektiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. İkindi namazını kılmanın üzerine farz olduğu hususunda icma etmişlerdir. Ancak öğle namazının farz olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. (İbnu’l Munzir’in görüşü) Bir delil olmaksızın, bir kadına herhangi bir namazı farz kılmak caiz değildir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kim güneş batmadan önce ikindinin (namazın) bir rekatına yetişirse, ikindiye (namaza) yetişmiş olur.”

Bu onun ikindi namazına yetiştiğine delildir, öğle namazına değil.

هَكَذَا قَالَ الْحَسَنُ الْبَصْرِيُّ، وَقَتَادَةُ، وَحَمَّادُ بْنُ أَبِي سُلَيْمَانَ، وَقَالَ سُفْيَانُ الثَّوْرِيُّ، إِنْ شَاءَتْ إِنْ صَلَّتِ الظُّهْرَ وَالْعَصْرَ، وَلَيْسَ عَلَيْهَا إِلَّا الْعَصْرُ، وَكَذَلِكَ قَوْلُهُ فِي الْمَغْرِبِ وَالْعِشَاءِ، وَلَيْسَ الْمَغْرِبُ عَلَيْهَا بِوَاجِبٍ إِذَا طَهُرَتْ بَعْدَ أَنْ يَغِيبَ الشَّفَقُ،

Bir taife ise şöyle dedi: Eğer kadın ikindi vaktinde temizlenirse, ikindi namazını kılar. Öğle namazı ona farz değildir. Aynı şekilde bu, Hasan el-Basri, Katade ve Hammad bin Ebi Suleyman’ın görüşüdür. Süfyan es-Sevri dedi ki: Eğer isterse, öğle ve ikindi namazını kılabilir. Ancak sadece ikindi namazı ona farzdır. Aynı şekilde akşam ve yatsı namazları için de görüşü budur. Eğer şafak kaybolduktan sonra temizlenirse, akşam namazı ona farz değildir. Numan’dan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ona, sadece o vaktin içinde temizlendiği namaz farz olur.

Başka bir taife ise şöyle dedi: Eğer hayızlı bir kadın, güneş batmadan önce temizlenir ve guslederse, öğle ve ikindi namazlarını kılmalıdır. Eğer yalnızca bir namaz için zaman kalırsa, ikindi namazını kılar. Eğer hem öğle namazını hem de bir rekat ikindi namazını güneş batmadan önce kılacak kadar zaman kalırsa, öğle ve ikindi namazını kılar. Eğer fecr doğmadan önce temizlenir ve guslederse, yatsı namazını kılar. Eğer akşam namazını ve bir rekat yatsıyı kılacak kadar zaman kalırsa, akşam ve yatsı namazlarını kılar. Bu Malik’in görüşüdür.

Evzai ise şöyle demiştir: Eğer kadın temizlenip, guslünü güneş batmadan önce yapar ve bir namaz kılacak kadar vakti varsa, gusleder ve sadece ikindi namazını kılar. Öğle namazını kılmasına (kaza etmesine) gerek yoktur.

Kitabu’l Evsât fi’s Sunen, 2/243-245

يعقوب التركي

03 Dec, 12:35


Olaylar, birçok insanın ilme olan ihtiyacını açıkça ortaya koymaktadır. İnsanların doğru fetvaya, sünnet ehline ve hakkı batıldan nasıl ayırt edeceklerine dair sahih bir ilme ihtiyaçları vardır. Cehalet hakkı batıl, batılı da hakk olarak gösterir. Cahil kimse, ilim ehline düşman olur. Rüveybidâlar konuşur, duygusal sloganlar yükselir ve hakkın delilleriyle savaşılır.

Bu nedenle, hakk/sünnet sahibi kimse umutsuz olmamalıdır. Batılın gücü ve çokluğu, hakk yolundan onu saptırmamalıdır. Zira batılın bir sonu yoktur, batılın yalnızca bir dönüşü vardır, sonrasında zayıflar ve yok olur. Allah, nurunu tamamlayacak ve dostlarını destekleyecektir. {Fakat insanların çoğu bilmezler.}

يعقوب التركي

03 Dec, 09:54


İmam Ebu Bekir İbnu’l Munzir en-Nisaburi (h.319) dedi ki:

Abdest alırken Allah’ın adının anılması:

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle bir hadis gelmektedir:

“Abdest alırken Allah’ın adını zikretmeyen bir kimsenin abdesti yoktur.”

344- Muhammed bin İsmail bize tahdis etti, (dedi ki): Affan bize tahdis etti, (dedi ki): Vehb bin Halid bize tahdis etti, (dedi ki): Abdurrahman bin Harmele bize Ebu Siğâl’dan şöyle derken işittiğini tahdis etti: Rebâh bin Abdullah bin Süfyan bin Huveytib’in şöyle dediğini işittim: Nenem bana, babasından şöyle derken işittiğini haber verdi: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle derken işittim: “Abdesti olmayanın namazı yoktur. Abdest alırken Allah’ın ismini zikretmeyen kimsenin de abdesti yoktur.”

وَقَدِ اخْتَلَفَ أَهْلُ الْعِلْمِ فِي وُجُوبِ التَّسْمِيَةِ عِنْدَ الْوُضُوءِ فَاسْتَحَبَّ كَثِيرٌ مِنْ أَهْلِ الْعِلْمِ لِلْمَرْءِ أَنْ يُسَمِّيَ اللهَ تَعَالَى إِذَا أَرَادَ الْوُضُوءَ كَمَا اسْتَحَبُّوا أَنْ يُسَمِّيَ اللهَ عِنْدَ الْأَكْلَ وَالشُّرْبَ وَالنَّوْمَ وَغَيْرَ ذَلِكَ اسْتِحْبَابًا لَا إِيجَابًا، وَقَالَ أَكْثَرَهُمْ: لَا شَيْءَ عَلَى مِنْ تَرَكَ التَّسْمِيَةَ فِي الْوُضُوءِ عَامِدًا أَوْ سَاهِيًا، هَذَا قَوْلُ سُفْيَانَ الثَّوْرِيِّ وَالشَّافِعِيِّ وَأَحْمَدَ بْنِ حَنْبَلٍ وَأَبِي عُبَيْدٍ ⦗٣٦٨⦘ وَأَصْحَابِ الرَّأْيِ

İlim ehli, abdest alırken Allah’ın adını anmanın farz olup olmadığı hususunda ihtilaf etmiştir. Birçok ilim ehli, abdest almaya niyet eden bir kimsenin Allah’ın adını anmasının, tıpkı yemek yemek, içmek, uyumak ve diğer şeylerde olduğu gibi farz değil müstehab olduğunu belirtmiştir.

Çoğu alim şöyle demiştir: Abdest alırken Allah’ın adını (besmeleyi) anmayı bilerek ya da unutarak terk eden kimseye herhangi bir şey yoktur. Bu, Sufyan es-Sevri, eş-Şafii, Ahmed bin Hanbel, Ebu Ubeyd ve Rey Ehli’nin görüşüdür.

Ömer İbnu’l Hattab, gusül alırken Ya’la bin Umeyye onu örtüyle örtmüştü ve (Ömer) şöyle demişti: “Bismillah (Allah’ın adı ile)”

Musa bin Harun bize tahdis etti, (dedi ki): Babam bana tahdis etti, (dedi ki): Muhammed bin Bukeyr bize tahdis etti, (dedi ki): İbn Cureyc bize tahdis etti, dedi ki: Atâ’ bana haber verdi, dedi ki: Safvan bin Ya’la bin Umeyye bana babasından şöyle dediğini haber verdi: Ömer bir devenin yanında gusül alırken, ben de onu örtüyle örtüyordum. (Ömer) dedi ki: “Bismillah”

Ahmed bin Hanbel derdi ki:

لَا أَعْلَمُ فِيهِ حَدِيثًا لَهُ إِسْنَادٌ جَيِّدٌ، وَضَعَّفَ حَدِيثَ ابْنِ حَرْمَلَةَ وَقَالَ: لَيْسَ هَذَا حَدِيثٌ أَحْكُمُ بِهِ

“Bu konuda isnadı ceyyid/sağlam bir hadis bilmiyorum.” İbn Harmele hadisini zayıflattı ve şöyle dedi: “Bu kendisiyle hüküm verebileceğim bir hadis değildir.”

İshâk bin Rahaveyh, Allah’ın adını anmayı unutan kimse için şöyle demiştir: Eğer unutmuşşa, (abdesti) caizdir/geçerlidir. Eğer kasıtlı olarak terk etmişse, tekrar eder. İshâk’tan rivayet edilen başka bir rivayette şöyle demiştir: İhtiyat gereği tekrar edilmesi gerekir, fakat bunu zorunluluk/farz olarak beyan etmek doğru değildir.

Ebu Bekir İbnu’l Munzir dedi ki:

لَيْسَ فِي هَذَا الْبَابِ خَبَرٌ ثَابِتٌ يُوجِبُ إِبْطَالَ وُضُوءِ مَنْ لَمْ يَذْكُرِ اسْمَ اللهِ عَلَيْهِ فَالِاحْتِيَاطُ أَنْ يُسَمِّيَ اللهَ مَنْ أَرَادَ الْوُضُوءَ وَالِاغْتِسَالَ وَلَا شَيْءَ عَلَى مَنْ تَرَكَ ذَلِكَ

Bu konuda, (abdest alırken) Allah’ın adını anmayan bir kimsenin abdestinin batıl olduğuna dair sabit bir haber yoktur. İhtiyatlı olan, abdest veya gusül almaya niyet ederken Allah’ın adını anmaktır. Fakat bunu terk eden kimseye bir şey yoktur.

Kitabu’l Evsât fi’s Sunen 1/367-368

يعقوب التركي

02 Dec, 11:51


‏اللهم انصر المسلمين، حول الأحداث لصالح المسلمين. اللهم من كان من هذه الامة على الباطل فاهده الى الحق، وثبت من كان على الحق.

يعقوب التركي

02 Dec, 11:29


Şüphesiz ki yarın kurtuluş, ancak Peygamberimiz Muhammed sallallahu alleyhi ve sellem’in sünnetine uymakla umulur.

Yahya bin Yahya el-Leysi’ye (h.234) Cuma günü gusletmekten soruldu.

Dedi ki: Geçerli/sabit bir sünnettir.

İbn Vehb ve diğerlerinin de böyle söylediğini işittim.

Ona (Yahya’ya) denildi ki: “Peki ya biri bunu terk ederse?”

Sinirlendi ve şöyle dedi:

إنما تُرجى النجاة غدًا باتباعنا لسنة نبينا محمد صلى الله عليه وسلم.

Şüphesiz ki yarın kurtuluş, ancak Peygamberimiz Muhammed sallallahu alleyhi ve sellem’in sünnetine uymakla umulur.

Yahya (rahimehullah) dedi ki:

أوليس بالعيب أن يلزم لازم ما أمر به إذا خف و يتركه إذا ثقل عليه

Bir kimse, kendisine emredilen bir şeyi, kolay olduğunda yerine getirip zor geldiğinde terk ediyorsa, bu ayıp/utanılacak bir şey değil midir?

İhtisaru’l Mebsuta, 171

Yahya bin Yahya el-Leysi, İmam Malik’in Muvatta eserini rivayet edenlerden birisidir.

Benim burada değinmek istediğim şey, cuma günü gusletmenin hükmü değil. Asıl dikkat çekmek istediğim nokta, Selefi’in dine yaklaşımıdır. Yahya bin Yahya’nın -rahimehullah- söylediği son söz, beni bu ifadeyi çevirmeye yönlendirdi. Sünnet olan bir şeyi terk etmenin kimseye yabancı bir şey olmadığını herkes bilir, ancak Yahya bin Yahya bu tür bir soruyu hoş karşılamadı ve doğrudan ikaz etti. Sünneti takip etmek, sonunda cenneti umut etmek demektir.

Dinini öğren, neyin farz olduğunu, neyin sünnet olduğunu ve bunun ne anlama geldiğini iyi kavra. Ama ilim arayışında olup sünnetleri terk eden, sakalını kısaltan, pantolonunu yerde sürükleyen, sünnet namazlarını önemsemeyen vb. bir kişi olma. O zaman ilminin ne faydası olur?!

Günümüzde bazı insanlar, insanlara sünnetin sadece sünnet olduğunu, bu yüzden terk edilmesinin bir sakıncası olmadığını anlatmaya çalışıyorlar. “Bir kimse, kendisine emredilen bir şeyi, kolay olduğunda yerine getirip zor geldiğinde terk ediyorsa, bu ayıp/utanılacak bir şey değil midir?”

يعقوب التركي

01 Dec, 22:04


Bilal bin Sa’d rahimehullah vaazında şöyle dedi:

عباد الرحمن، اعلموا أنكم تعملون في أيامٍ قِصار لأيامٍ طِوال، في دار زوال لدار مقام، ودار حُزن ونصَب لدار نعيم وخُلد، ومن لم يعمل من اليقين، فلا يَتعنَّ .

Rahman’ın kulları! Bilin ki, siz kısa günlerde uzun günler için, geçici bir yerde (dünyada), sürekli kalacağınız bir yer (ahiret) için, hüzün ve meşakkatle dolu bir yerde, nimetlerle dolu ve ebedi kalacağınız bir yer için çalışıyorsunuz/amel ediyorsunuz. Kim yakîn ile amel etmezse, (boş yere) zahmet çekmesin!

El-Yakîn İbn Ebi’d Dunya, 35

يعقوب التركي

29 Nov, 12:28


Bazı şeyler hakkında cahil kalmak senin için daha faydalıdır, bu yüzden onları öğrenmek için çabalama. İnsanların hayatını ve ayrıntılarını araştırma. Malayâni şeylere girme. Sana fayda sağlamayacak şeyleri sorma. Seninle hiçbir ilgisi olmayan birinin konuşmalarını dinleme ve sana fayda sağlamayan şeyleri/kimseleri takip etme.

Seninle ilgili olan şeyleri tek bir çatı altında topla. Aklını boşuna yorup dağıtma. Yollar çoktur, fakat faydalı yollar azdır, ömür ise kısadır. Akıllı kişi; önceliklerini düzenler, onları elde etmek ve o yolda ilerlemek için çaba sarf eder.

يعقوب التركي

28 Nov, 12:23


Cehmiyye’nin vasıflarından biri: Allah’ı inkar ederek ta’zim etmeleri..

İbn Asâkir dedi ki: Ebi’l Feth Suleym bin Eyyub el-Fakih’in el yazısıyla okudum… Ammar bin Sa’d dedi ki:

يكون في آخر هذه الأمة قوم يعظمون الله ويجلونه حتى يكفروا به وهم الجهمية.

Bu ümmetin sonlarında öyle kimseler olacak ki, (ta’zimde aşırıya giderek) O’nu (Allah’ı) inkar edinceye kadar Allah’ı tâzim edecek ve yüceltecekler. Onlar Cehmiyye’dir.

Tarihu Dimaşk, 21/251

Abdurrahman bin Ömer dedi ki:

سمعت عبد الرحمن بن مهدي وذكر عنده الجهمية ينفون أحاديث الصفات اليد والرجل ويقولون: الله أعظم من أن يوصف بشيء. قال عبد الرحمن بن مهدي: قد هلك قوم من هذا الوجه يعني من وجه التعظيم، قالوا: الله أعظم من أن ينزل كتابا، أو يرسل رسولا، ثم قرأ ﴿وما قدروا الله حق قدره إذ قالوا ما أنزل الله على بشر من شيء﴾ [لأنعام: ٩١] ثم قال: فهل هلكت المجوس إلا من جهة التعظيم، قالوا: الله أعظم من أن نعبده، ولكن نعبد من هو أقرب إلينا، فعبدوا الشمس وسجدوا لها، فأنزل الله ﴿والذين اتخذوا من دونه أولياء ما نعبدهم إلا ليقربونا إلى الله زلفى﴾ [الزمر:٣] هذا الكلام أو نحوه.

Abdurrahman bin Mehdi’yi işittim, onun yanında “El” ve “Ayak” gibi sıfat hadislerini nefyeden Cehmiyye’den zikredildi. (Cehmiyye) diyorlar ki: “Allah bir şey ile vasıflanmaktan yücedir.” Abdurrahman bin Mehdi dedi ki: Bir takım insanlar bu vecihten helâk olmuşlardır, yani ta’zim vechinden. Onlar dediler ki: “Allah bir kitap indirmekten veya bir rasul göndermekten yücedir.” Sonra şu ayeti okudu: “Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir dedikleri zaman, onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler.” (En’am, 91) Sonra dedi ki: Mecusiler ancak bu ta’zim cihetinden helak olmadılar mı?! Dediler ki: “Allah bizim kendisine ibadet etmemizden yücedir. Fakat biz, (bizi Allah’a yaklaştırsın diye) bize daha yakın olan şeye ibadet ederiz. Bu yüzden güneşe ibadet ettiler ve onun için secde ettiler. Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi: ‘O’nun dışında veliler edinenler (derler ki): “Bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye bunlara ibadet ediyoruz.’ (Zümer, 3) Bunu veya benzerini söyledi.

İbtalu’t Tevilât, 1/53

Yahya bin Avn el-Huzai (h.298) dedi ki:

وقد بيّن الله أمرهم في كتابه، فقال - تبارك وتعالى - ﴿وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ﴾[سورة الحج، الآية 8]. فإذا قرؤوا: ﴿الرَّحْمَـٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى﴾ [سورة طه، الآية 5]، قالوا: أعوذ بجلال الله، سبحان الله، إنما هو استولى يريدون ملكًا وليس هو استوى، فيعظمون الله بالكفر به تبارك وتعالى.

Allah onların durumunu kitabında şöyle açıklamıştır. Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurdu: “İnsanlardan öylesi vardır ki; Allah hakkında bilgisiz, hidayete uymadan ve aydınlatıcı kitabı olmaksızın tartışır.” (Hac, 8) Onlar şu ayeti okuduklarında: “Rahman arşa istiva etti.” (Tâhâ, 5) Derler ki: “Allah’ın azametine sığınırız, subhanAllah! O (istiva) ancak ‘İstevla’ anlamına gelir.” Bununla Allah’ın mülkünü/hakimiyeti altına almasını kastediyorlar, istiva değildir diyorlar.

Böylece O’nu Tebâreke ve Teâlâ inkar ederek, Allah’ı ta’zim ederler!

Kitabu’l Hücce İbn Avn, es-Sira’ el-Lahuti fi’l Keyravani 1/121

يعقوب التركي

28 Nov, 09:53


Bilin ki Allah katında rezil rüsvay edici/açığa çıkarıcı bir mesele vardır.

Ömer bin Abdu’l Aziz dedi ki:

يا معشر المستترين اعلموا أن عند الله مسألة فاضحة، قال تعالى ﴿فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ﴾ [الحجر: ٩٣]

Ey gizlenenler topluluğu! Bilin ki Allah katında rezil rüsvay edici/açığa çıkarıcı bir mesele vardır. Allah Teâlâ buyuruyor ki: {Rabbine yemin olsun ki, yapmakta olduklarından onların hepsini hesaba çekeceğiz.} (Hicr, 93)

El-İhlas İbn Ebi’d Dunya, 27

Velid bize tahdis etti, dedi ki: Evzaî’yi şöyle derken işittim, (dedi ki:) Bilal bin Sa’d’ı şöyle derken işittim:

لا تكن ولي الله في العلانية وعدوه في السر

Açıkta Allah’ın velisi, gizlide Allah’ın düşmanı olmayın.

Ez-Zühd İmam Ahmed, 2271

يعقوب التركي

24 Nov, 11:54


Her musibete karşı sabret ve metanetli ol.
Bil ki insan bu dünyada ebedi değildir.
Görmüyor musun musibetler her yanı kuşatmış,
Ölüm ise kulları her ân gözletleyip durmaktadır.
Kim ki bir musibetten kurtulsa, onu başka bir musibete uğramış görürsün.
Bu yalnızca senin değil, herkesin gittiği bir yoldur.
Eğer Muhammed’i -sallallahu aleyhi ve sellem- ve onun başına gelen musibetleri hatırlarsan,
O zaman kendi musibetinle beraber O’nun başına gelen musibetleri de hatırla.

يعقوب التركي

23 Nov, 10:48


Muattıla’nın ve Cehmiyye’nin yaygın bir şüphesi hakkında: “Nasıl oluyor da ‘Allah arşın üzerindedir (فوق العرش)’ derken, aynı zamanda ‘O semadadır (في السماء)' diyebiliyorsunuz?”

Bazı Cehmîler, Sünnet Ehli’ne şöyle bir soru yöneltiyorlar: “Nasıl oluyor da ‘O arşın üzerindedir (فوق العرش)' diyorsunuz, aynı zamanda ‘O semadadır (في السماء)' diyorsunuz? Bununla bir çelişki veya te’vil olduğunu iddia ediyorlar.

Bazı kişiler onlara şu şekilde cevap veriyorlar: “Semada ifadesi, semanın üzerinde olmak ile aynı anlamına gelir. Tıpkı Allah azze ve celle’nin kitabında haber verdiği gibi:

وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِ

(Ve sizi hurma ağacının dallarına asacağım) Tâhâ, 71

Yani: Hurma ağacının dallarının “üzerine” asacağım.

Ancak buna gerek yoktur, çünkü ‘sema’ kelimesi dilde mutlak olarak Uluvv’u/yüksekliği ifade eder.

Allah’ın şu ayetini örnek verebiliriz:

فليمدد بسبب إلى السماء

(Ve semaya bir araç/ip uzatsın)

İbn Abbas, Dahhâk, İkrime سماء البيت ‘Evin Seması’ demişlerdir. (Tefsiru’t Taberi)

Yani burada “sema” kelimesi, gök değil, السقف çatı/tavan anlamına gelir. Hakeza Taberi Tefsirin’de İbn Abbas’tan şöyle rivayet etmiştir:

والسماء سقف البيت

“Sema, evin çatısıdır/tavanıdır.”

Allah azze ve celle’nin kitabında buna benzer pek çok ayet vardır ki, burada zikrederek yazıyı uzatmak istemiyorum.

Ancak dikkate değer bir nokta daha vardır: Araplar, cahiliye döneminde arşı “sema” olarak adlandırmışlar ve bu İslam tarafından da kabul edilmiştir. Örneğin, Sibeveyh’in Kitabında zikrettiği bir Arap şiirinde, şöyle bir beyit zikreder:

سَمَاءُ الإلِه فوقَ سبعِ سَمَائِيَا

“İlahın seması yedi kat semanın üzerindedir.”

Ebu Muhammed es-Sirafi’nin (h.385) Şerhu Kitabi Sibeveyh’inde şöyle gelmiştir:

سماء الإله فوق سبع سمائيا..
ووجه رواية الكتاب، أنه يريد بسماء الإله: العرش، والسماوات السبع تحته.

İlah’ın seması, yedi kat semanın üzerindedir… Kitabın rivayetinde, “İlah’ın seması ile kastettiği arştır, yedi kat sema ise onun altındadır.”

Şu sözünü iyice teemmül et: “İlah’ın seması ile kastettiği arştır.” Bu açık bir şekilde Uluvv’un isbatıdır. Onların, Allah Teâla’nın arşın üzerinde olduğuna inandıkları açıktır. Buna ne Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, ne de Sahabiler itiraz etmemiştir. İlk nesil insanlar (âlimler) de bu şiirleri reddetmemişlerdir. Hulâsa, Araplar “sema” kelimesini genel olarak Uluvv/yükseklik için kullanmışlardır, bu yüzden “arş” da sema olarak adlandırılmıştır.

Bu adlandırma, yedi kat semanın varlığını inkar etmeyi gerektirmez. Tıpkı “çatıyı/tavanı” sema olarak adlandırdıkları gibi.. Dolayısıyla, (في السماء) “semada”, veya (فوق العرش) “arşın üzerinde” veya (في العلو) “Uluvv’da” denildiğinde, tek bir anlam kastedilir ve bu anlam dışında başka bir şey akla gelmez.

والحمد لله رب العالمين

يعقوب التركي

22 Nov, 07:31


İbn Batta (h.387) rahimehullah dedi ki:

Şüphesiz ki bu fitneler ve hevâlar, birçok insanı açığa çıkarmış ve örtülerini kaldırarak çirkin hâllerini ortaya koymuştur. İnsanlardan nefsini en çok koruyan kişi: dilini koruyan, diniyle meşgul olan ve kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk eden kimsedir.

El-İbanetu’l Kubra, 2/596

يعقوب التركي

21 Nov, 13:24


Ebu Abdullah Muhammed bin Abdu’l Vahid el-İsbehâni (h.516). Akidetu’s Selef ve Ashabu’l Hadis eserinin müellifi Ebu Osman es-Sabuni’nin (h.449), Tefsiru’l Kur’an adlı eserin müellifi Ebu’l Muzaffer es-Sem’ani’nin (h.489) ve birçok âlimin talebesidir.

Kitabu’r Risale adlı bir eser kaleme almıştır. Bu eserde Allah’ın isim ve sıfatlarını isbat etmekle beraber, mukaddimesinde şöyle demiştir:

ينزل كل ليلة إلى السماء الدنيا بالذات والصفات..

O (Allah) her gece zatı ve sıfatları ile dünya semasına iner.

يعقوب التركي

21 Nov, 12:17


İshâk el-Kevsec (h.251) dedi ki: (İmam) Ahmed’e dedim ki:

ينزل ربنا - تبارك وتعالى اسمه – كل ليلة حين يبقى ثلث الليل الأخير إلى سماء الدنيا» أليس تقول بهذه الأحاديث. و«يرى أهل الجنة ربهم» «ولا تقبحوا الوجه فإن الله خلق آدم على صورته» يعني صورة رب العالمين، و«اشتكت النار إلى ربها، حتى يضع الله فيها قدمه» و«إن موسى لطم ملك الموت» قال الإمام أحمد: كل هذا صحيح.
قال إسحاق: كل هذا صحيح، ولا يدعه١ إلا مبتدع أو ضعيف الرأي.

Rabbimiz -Tebareke ve Teâla- her gecenin üçte biri kaldığında dünya semasına iner, bu hadisleri ve Cennet ehli Rabblerini görecektir, yüzü kötülemeyin çünkü Allah, Adem’i kendi suretinde yaratmıştır yani; Alemlerin Rabbi olanın suretinde, Ateş Rabbi’ne şikayette bulundu tâ ki Allah ayağını onun üzerine koyuncaya kadar ve Musa ölüm meleğine tokat attı/vurdu. Bu hadisleri tasdik etmiyor musun?

Ahmed bin Hanbel rahimehullah dedi ki:

Bunların hepsi sahihtir.

İshâk bin Rahaveyh dedi ki: Bunların hepsi sahihtir, bunları bir bid’atçıdan veya zayıf görüşlü birinden başkası reddetmez.

Mesail el-Kevsec, 4675/4676

İshak’ın Ahmed’e sorduğu soruya dikkat et: ‘Bu hadisleri, özellikle de ru’yet (Allah’ın görülmesi) hadislerini tasdik etmiyor musun?’ Hâlbuki İmam Ahmed, ru’yete (Allah’ın görülmesi)’ne inanmayanı tekfir etmiştir. Bu da onun, nüzulu (Allah’ın inmesini) ru’yeti isbat ettiği gibi isbat ettiğini gösterir. Hiç kimse İmam Ahmed’in, ru’yet hadislerini ya da Musa’nın ölüm meleğini tokatlaması hakkındaki hadisi te’vil ettiğini ya da tafvid ettiğini söyleyemez! Burada özellikle gözden kaçmaması gereken bir şey de, İmam Ahmed akaid meselesinde ahad haberleri kabul etmiştir.

يعقوب التركي

20 Nov, 20:13


الإمام إبن هانئ في مسائله عن الإمام أحمد: قال لي أبو عبدالله : يا أبا إسحاق ، ما أهون الدنيا على الله.

جمادى الاولى ١٨

يعقوب التركي

20 Nov, 18:42


Allah kendisini el ile vasıflarken şöyle buyurmuştur:

مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ

İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? (Sâd, 75)

Araplar “Ben şunu elimle yaptım” dediklerinde, bu gerçekten elleriyle yaptığı anlamına gelir. Başka bir anlam taşımaz.

Bu konuda İmam Osman bin Sa’id ed-Darımi (h.280) rahimehullah şöyle demiştir:

وَقَدْ يَجُوزُ لِلرَّجُلِ أَنْ يَقُولَ: بَنَيْتُ دَارًا، أَو قَتَلْتُ رَجُلًا وَضَرَبْتُ غُلَامًا، وَوَزَنْتُ لِفُلَانٍ مَالًا، وَكَتَبْتُ لَهُ كِتَابًا، وَإِنْ لَمْ يَتَوَلَّ شَيْئًا مِنْ ذَلِك بِيَدِهِ بل أَمر البنَّاءَ بِبِنَائِهِ، وَالكَاتِبَ بِكِتَابِهِ، وَالقَاتِلَ بِقَتْلِهِ، وَالضَّارِبَ بِضَرْبِهِ، وَالْوَازِنَ بِوَزْنِهِ فَمِثْلُ هَذَا يَجُوزُ عَلَى الْمَجَازِ الَّذِي يَعْقِلُهُ النَّاسُ بِقُلُوبِهِمْ عَلَى مَجَازِ كَلَامِ الْعَرَبِ.
وَإِذَا قَالَ: كَتَبْتُ بِيَدَيَّ كِتَابًا كَمَا قَالَ الله تَعَالَى: ﴿خَلَقْتُ بِيَدَيَّ﴾ أَوْ قَالَ: وَزَنْتُ بِيَدَيَّ، وَقَتَلْتُ بِيَدَيَّ، وَبَنَيْتُ بِيَدَيَّ، وَضَرَبْتُ بِيَدَي، كَانَ ذَلِكَ تَأْكِيدًا لِيَدَيْهِ، دُونَ يَدَيْ غَيْرِهِ، وَمَعْقُولٌ المَعْنَى عِنْدَ العُقَلَاءِ

Kişi, “Bir ev inşâ ettim” veya “Bir adam öldürdüm” veya Bir çocuğu dövdüm” veya Falana mâl tarttım” veya “Ona bir mektup yazdım” diyebilir. Bunlardan bir şeyi eliyle yapmamış, inşaat ustasına ev inşâ etmesini, kâtibe mektup yazmasını, katile adam öldürmesini, dövene çocuğu dövmesini ve tartana mal tartmasını emretmiş olsa da bunları söylemesi caizdir. Bu gibi ifadeler, insanların kalpleriyle arap dilindeki mecaz üzerine anlaybileceği mecaz sınırları içinde caizdir.

Fakat kişi, Allah Teâla’nın (İki elimle yarattığıma) buyurduğu gibi, “İki elimle mektup yazdım” veya “İki elimle tarttım” veya “İki elimle öldürdüm” veya “İki elimle inşâ ettim” veya “İki elimle dövdüm” derse, Bu başkalarının eli hakkında değil, onun (yani kendisinin) iki eli hakkında te’kid olur. Akıl sahiplerinin yanında bunun manası ma’kuldur (anlaşılır).

Darımi En-Nakd ale’l Merisi, 1/83

Allah şöyle buyuruyor:

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۗ وَالْاَرْضُ جَم۪يعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بيمينه

Onlar Allah’ı gerektiği gibi takdir edemediler. Kıyamet günü yer, bütünüyle O’nun kabzasındadır. Gökler ise O’nun sağ eliyle dürülmüştür. (Zümer, 67)

Burada kabza, dürme ve sağ el ifadesi mecaz bir anlam taşınaz. Bu hakiki bir eli ifade eder.

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِنَّ الْمُقْسِطِينَ عِنْدَ اللهِ عَلَى مَنَابِرَ مِنْ نُورٍ، عَنْ يَمِينِ الرَّحْمَنِ عَزَّ وَجَلَّ، وَكِلْتَا يَدَيْهِ يَمِينٌ..

Adaletle hükmedenler, Allah katında Rahman’ın sağındaki nurdan minberler üzerindedir ve Allah'ın iki eli de sağdır..

Sahih Muslim, 1827

Burada elin, “iki sağ el” olarak kullanılması, mecazi bir anlamda değil, hakiki bir anlamda kullanıldığını gösterir.

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

يأخذُ الجبَّارُ سماواتِه وأرضَه بيدِه وقبضَ بيدِه فجعلَ يقبضُها ويبسطُها ثمَّ يقولُ أنا الجبَّارُ أينَ الجبَّارونَ أينَ المتَكبِّرونَ

Cebbâr (olan Allah) semavatı ve yeri eline alır ve eliyle kabzalar. (Bunu derken Rasulullah) elini sıkıp açmaya başladı. Sonra (Allah) şöyle buyurur: Cebbâr olan benim, Cebbâr olanlar nerede! Mütekebbir olanlar nerede!

Buhari, Muslim ve Ashabu’s Sunen

Burada elin sıkılıp açılması, elin hakiki anlamda bir el olduğunu, mecaz bir anlam taşımadığını gösterir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu hadiste Allah’ın elini anarken, elini sıkıp açması, elin hakiki bir el olduğunu tasdik etmek için yapılmış bir fiildir; bu, teşbihle ilgili bir ifade değildir.

Bu konuda bunlara benzer ifadelerle birçok hadis gelmiştir. kabzalama, dürme, sıkma, açma, iki sağ el vb. Tüm bunlar Allah’ın elinin hakiki bir el olduğunu ve bu konuda herhangi bir mecaz olmadığını gösterir.

Bu konu hakkında uzun uzun yazılabilecek çok şey vardır. Ancak burada bu kadar ile iktifa etmek, inşaallah faydanın hâsıl olmasına yeterli olacaktır.

والحمد لله رب العالمين

يعقوب التركي

20 Nov, 18:42


Cehmiyye’nin “Bize elin tanımını yap” şüphesi hakkında:

بسم الله الرحمٰن الرحيم الحمد لله والصلاة والسلام على رسول الله وعلى آله وصحبه اجمعين ومن تبعهم بإحسان إلى يوم الدين، أما بعد:

Pek çok kardeşimiz, Cehmiyye’nin batıl şüphelerine kulak vermektedir. Bunlardan en meşhuru, Allah’ın sıfatlarının anlamları hakkında sorular sormaktır.

Onların “Allah’ın elinin anlamı nedir?” sorusuna hızlıca bir göz atalım:

Öncelikle şunu bilmelisiniz ki, Cehmîler, sizin elin anlamı hakkında bir tanım yapmanızı istediğinde, asıl amacı elin “keyfiyetini” (nasıl olduğunu) sorgulamaktır, kelimenin anlamı veya lafzının delaleti değildir.

Maalesef bazı kardeşler, Cehmiyye’nin bu sorusuna yanıt vermek için, elin anlamını açıklamakta yanılmaktadır. Oysa Cehmiyye’nin sorusu başlı başına yanlış ve batıldır. Çünkü “el” kelimesinin anlamı, küçük bir çocuğun yanında bile açıktır ve anlaşılır bir kavramdır. Bu yüzden dil alimleri, el kelimesi hakkında onun anlamını aşan bir tanım yapmamışlardır.

Dil alimlerinden meşhur Halil bin Ahmed el-Ferahidi (h.170) şöyle demiştir:

يدي: اليَدُ معروفة، ويَدُ النِّعمةِ هي السابِغة. ويَدُ الفَأسِ ونحوُها: مَقبِضُها، ويَدُ القَوْسِ: سِيَتُها. ويَد الدَّهْر: مَدَى زَمانِه، ويَدُ الريح: مَلِكُها

“El, bilinen bir şeydir. Nimetin eli, bol olanıdır. Balta gibi şeylerin eli, sapıdır. Yayın eli, telleridir. Zamanın eli, zamanın süresidir. Rüzgarın eli, onun melikidir.”

(El-‘Ayn, 8/101)

Gördüğünüz gibi, el kelimesini yalnız başına ve başka bir izafe olmaksızın tanımlarken, Halil bin Ahmed el-Ferahidi, sadece “el bilinen bir şeydir” demiştir. Aynı şekilde birçok dil âlimi de böyle söylemiştir. Ardından elin anlamını, ona eklenen başka kelimelerle açıklamıştır, örneğin “nimetin eli”, “rüzgarın eli” vb.

Bazıları, ‘el’ kelimesinin dilde nimet veya güç anlamında kullanılmadığını zanneder. Ancak bu doğru değildir. ‘El’ kelimesi bazen ‘nimet eli’ anlamında kullanılabilir, ancak bu, ‘el’ kelimesinin yanında başka bir kelimenin bulunmasına bağlıdır. Yani anlamını, o kelimeyle birlikte kullanılan kelimelere göre anlarız. Mesela, ‘rüzgarın eli’ denildiğinde bir anlam anlarız, ‘kapının eli’ denildiğinde başka bir anlam, ‘insanın eli’ denildiğinde başka bir anlam anlarız; yani, ‘el’ kelimesinin yanında kullanılan kelimelere göre anlamı değişir. Buna rağmen, Kur’an’da ‘nimet eli’ ifadesi geçmemektedir. Fakat ‘el’ kelimesi, ‘el’ anlamında ve ‘nimet’ kelimesi de ‘nimet’ anlamında kullanılmaktadır.

Allah azze ve celle, Kitabında ‘nimet eli’ şeklinde bir ifade kullanmamıştır. Aksine, ‘el’ kelimesi ‘el’ olarak, ‘nimet’ kelimesi de ‘nimet’ olarak kullanılmıştır.”

İmamlar: Araplar, ‘el’ kelimesini bazen ‘nimet’ anlamında kullanmışlardır, ancak bu durumda da her zaman bir karine veya delil koymuşlardır ki dinleyici, bunun nimeti ifade ettiğini anlasın. Aynı şekilde, ‘(zati) el’ dediklerinde de bir karine vardır ki dinleyici, bunun hakiki el olduğunu anlasın, demişlerdir. Peki, Allah’ın eli hakiki bir ‘zati el’ midir, yoksa kuvvet ya da nimet mi ifade etmektedir?

يعقوب التركي

18 Nov, 13:49


Abdullah bin Urve bin Zübeyr dedi ki:

أشكو إلى الله عز وجل عيبي ما لا أترك، ونعتي ما لا آتي.

Terk edemediğim kusurlarımı ve yerine getiremediğim (takınamadığım) vasıflarımı Allah’a şikayet ediyorum.

Ez-Zühd İbnu’l Mübarek, 193

Bu, bir kişinin eksikliklerine ve kusurlarına rağmen, ilmi yayma, insanları hayra teşvik etme ve kötülükten sakındırma gibi hasletleri terk etmemesi gerektiğini anlamına gelir.

Buna ek olarak, kişinin sürekli olarak bu konuda kendi nefsine dikkat etmesi, nefsini buna karşı mücadeleye sevk etmesi, emredilenleri yerine getirmesi ve münkerlerden kaçınması gerektiği anlamına gelir.

يعقوب التركي

18 Nov, 08:36


İbn Ebi’d Dunya el-Iyâl’da şöyle bir bab başlığı açmıştır:

بَابُ تَعْلِيمِ الرَّجُلِ أَهْلَهُ وَتَعْلِيمِ وَلَدِهِ وَتَأْدِيبِهِمْ

Kişinin ailesini ve çocuklarını eğitmesi ve onları edeplendirmesi babı:


Mansur dedi ki, (Kendinizi ve ehlinizi ateşten koruyun) Tahrim/6 ayeti hakkında Ali’den şöyle işittim:

عَلِّمُوهُمْ وَأَدِّبُوهُمْ

Onları eğitin ve edeplendirin.

Hasan el-Basri de yukarıdaki ayet hakkında aynısını söylemiştir.

أَدِّبُوهُمْ وَعَلِّمُوهُمْ

Onları edeplendirin ve eğitin.

Ummu’l Hakem bintu Zekvan es-Sa’lebiyye dedi ki: Ebu Recâ el-Utaridi’yi şöyle derken işittim:

‎أَدَبٌ حَسَنٌ خَيْرٌ مِنْ لَعْقِ الْعَسَلِ

Güzel edep/terbiye, bal yalamaktan daha hayırlıdır.

Abdullah bin Mübarek İbn Avn’dan, O da Muhammed’den (İbn Sirin) dedi ki:

كَانُوا يَقُولُونَ: أَكْرِمْ وَلَدَكَ وَأَحْسِنْ أَدَبَهُ

Onlar (Sahabe) şöyle derlerdi: Çocuğuna karşı cömert ol ve onu iyi edeplendir/terbiye et.

Süfyan (es-Sevri) dedi ki:

كَانَ يُقَالُ: مِنْ حَقِّ الْوَلَدِ عَلَى الْوَالِدِ أَنْ يُحْسِنَ أَدَبَهُ

Eskiden şöyle denilirdi: Evladın baba üzerindeki haklarından biri de onu güzel edeplendirmesidir (terbiye etmesidir).

Velid bin Numeyr bin Evs el-Eş’ari, babasından rivayetle dedi ki:

‎كَانُوا يَقُولُونَ: الْأَدَبُ مِنَ الْآبَاءِ وَالصَّلَاحُ مِنَ اللَّهِ

Onlar (Sahabe) şöyle derlerdi: Edep babadan, Salâh (doğruluk) Allah’tan gelir.

İbn Ebi’d Dunya’nın el-Iyâl adlı eserinden iktibas edilmiştir.

Selef, çocukarını sadece dünyevi işlerde eğitmekle kalmayıp, özellikle dini eğitim ve güzel ahlak konusunda da büyük bir önem göstererek eğitmiştir. Onlar için, gelecek nesli dürüst, bilgili ve ahlâklı müslümanlar olarak büyütmek, temel bir sorumluluktu.

Bugüne gelince, ne yazık ki birçok müslüman ebeveyn, çocuklarını modern teknolojinin etkisi altında bırakmış durumda. Tabletler ve telefonlar gibi teknolojik araçlar, çocukların eğitimi için ana kaynak hâline gelirken, doğru islami eğitim verme sorumluluğu genelde göz ardı ediliyor. Bunun sonucunda pek çok çocuk, Kur’an’ın doğru okunması ve islamın temelleri olan akideye dair bilgileri öğrenemiyor. Edep, güzel ahlâk ve islami yükümlülüklerin anlaşılması gibi değerler kaybolmakta, yüzeysel ve geçici çıkarların gölgesi altında kalmaktadır.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bize çocuklarının eğitiminin en yüksek önceliklerden biri olduğunu öğretmiştir. Genç yaşlarda verilen islami eğitim, bir çocuğun karakterinin ve Allah ile olan ilişkisinin temelini oluşturur. Bu önemli sorumluluğu ihmal edersek, toplumumuzda terbiyesizlik, dini anlayış eksiklikleri ve değerlerin kaybolması gibi olumsuz sonuçlarla karşılaşırız.

İhmal edilen sorumlulukların kötü sonuçları vardır: Kur’an’la bir bağ kuramayan, dini doğru anlayamayan ve İslam’ın değerlerinden uzaklaşan çocuklar; dağılmış aileler ve ahlaki temellerini kaybetmiş bir toplum, böyle bir eğitimin acı sonuçlarıdır.

Selef, çocuk eğitiminin ümmetin geleceği için temel bir unsur olduğunu anlamıştı. Onlar, çocukların kalplerini dini inançlarla sağlamlaştırmanın, onların şekillenebilir olduğu dönemde yapılması gereken bir şey olduğunu biliyorlardı. Bu yüzden yalnızca akideyi öğretmekle kalmamışlar, aynı zamanda çocuklara dini eğitimi ve ahlaki bir yaşam sürdürmek için gerekli bilgileri ve araçları da vermişlerdir.

Eğer gerçekten şeytanın şerrinden korunmayı istiyorsak, bu ancak Kur’an sevgisini, akideyi anlamayı ve islami değerleri öğretmeyi merkeze alan bir eğitimle başlar. Bunun dışında her şey, bizi ve ailelerimizi yanıltan bir aldanıştan başka bir şey değildir.

يعقوب التركي

17 Nov, 17:42


İmam Esed bin Musa (h.212) -Sünnetin Aslanı- rahimehullah ve Sıfatların anlamını (manasını) isbat etmesi:

Hicri 132 yılında Mısır’da doğmuştur. Genç yaşlardan itibaren ilimle meşgul olmuş, Tabiin’den ve Tebeu’t Tabiin’den birçok alimle görüşmüştür.

İmam Buhari (h.256) dedi ki:

أسد بْن مُوسَى الْمَصْرِيّ،
سَمِعَ معاوية بْن صالح، مشهور الحديث يُقَالُ لَهُ " أسد السنة .

Esed bin Musa el-Mısri, Muaviye bin Salih’ten işitmiştir, hadiste meşhurdur. O’na Esedu’s Sünne (Sünnetin Aslanı) denilir.

Tarihu’l Kebir, 2/49

Ebu’l Hasen el-Icli (h.261) dedi ki:

أسد بن موسى: "مصري"، ثقة وكان صاحب سنة.

Esed bin Musa mısırlıdır, sikadır (güvenilirdir) ve sünnet ehlidir.

Es-Sikât el-Icli, 1/221

Ebu Davud (h.275 dedi ki:

سمعت أحمد ذكر أسد بن موسى، فذكره بخير.

(İmam) Ahmed’i (h.241) Esed bin Musa’yı zikrederken işittim ve onu hayırla zikretti.

Suâlat Ebi Davud, 1/247

İbn Ebi Hatim er-Razi (h.327) dedi ki:

أسد بن موسى المعروف بأسد السنة روى عن حماد بن سلمة وحماد بن ز؟ د وأبي الأشهب ومعاوية بن صالح روى عنه ابنه سعيد ابن أسد وهشام بن عمار ودحيم والربيع بن سليمان وبحر بن نصر يعد في المصريين

Esed bin Musa, Esedu’s Sünne (Sünnetin Aslanı) lakabıyla tanınır. Hammad bin Seleme’den, Hammad bin Zeyd’den, Ebu’l Eşheb’ten, Muaviye bin Salih’ten rivayette bulunmuştur. Kendisinden oğlu Sa’id bin Esed, Hişâm bin Ammar, Duheym, Rebi’ bin Süleyman ve Bahr bin Nasr rivayet etmiştir. Mısırlılardan sayılır.

El-Cerh ve’t Ta’dil, 2/338

Sonraki nesillerde olduğu gibi unvanların gevşek bir şekilde verilmediği bir dönemde kendisine Esedu’s Sünne (Sünnetin Aslanı) unvanının verilmiş olması, onun akidesinin sağlamlığını göstermek için yeterlidir. İmâm Ahmed ondan övgüyle bahsetmiş ve İmam Ali el-Icli daha önce de belirtildiği gibi onu Sünnet ehli olarak nitelendirmiştir.

Kitabu’z Zühd'deki tasnifine bakanlar onun itikadının sağlamlığını göreceklerdir.

Esed bin Musa (h.212) eserinde şöyle bir bab açmıştır:

بَابُ نُزُولِ اللَّهِ فِي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ لِلْحِسَابِ

Buluttan gölgelikler içinde hesap (hüküm vermek) için Allah’ın inmesi (nüzulu) babı:

Bu babta nüzul (inmek) ve Allah’ın görülmesi hakkındaki hadisleri aktarmıştır.

Esed bin Musa, inmek (Nüzûl) kelimesini kullanmıştır. Allah azze ve celle ise şöyle buyuruyor:

هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَأْتِيَهُمُ اللّٰهُ ف۪ي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَقُضِيَ الْاَمْرُۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟

Onlar, buluttan gölgelikler içinde Allah’ın ve meleklerin (ye’ti) gelip işin karara bağlanmasından başka bir şey mi bekliyorlar? İşler Allah’a döner. (Bakara, 210)

Yani Allah azze ve celle ayette “Ye’ti” kelimesini kullanırken, aynı ayete atıfta bulunarak Esed bin Musa “Nüzul” kelimesini kullanmıştır.

Bu, Esed bin Musa’nın onun anlamını anladığını açıkça göstermektedir. Bundan dolayı aynı anlamı ifade etmek için başka bir kelime kullanmıştır. Bununla birlikte Allah’ın inmesiyle görülmesini aynı bab başlığı altında zikretmesi, ikisinin de manasını anladığını, aksi takdirde ikisi arasında bir bağlantı kurmasının mümkün olmadığının göstergesidir.

والحمد لله رب العالمين

يعقوب التركي

16 Nov, 11:42


İbn Mende (h.395) rahimehullah: Sahabe’nin, Tabiin’in ve imamların (selefin), sıfatların anlamlarını (manalarını) anladıklarını ve hiçbir te’vil, tefsir ve teşbih yapmadıklarını aktarır.

Manasını anladıklarını söylemesi, tafvidi tamamen reddettiğini gösterir.

‎Reddedilen tefsir, sıfatların keyfiyetinin (nasıllığının) tefsiridir. Selefin بلا تفسير ifadeleri de bu bağlamda kullanılmıştır.

يعقوب التركي

14 Nov, 19:48


Hadisleri fıkhetmek:

İbn Ebi Hatim dedi ki: Ebu Zur’a’yı şöyle derken işittim: Ebu Sevr bana yazdı ve kitabında şöyle dedi:

كان الأمر قديما أمر أصحابك - يعني في التفقه - حتى نشأ قوم فاشتغلوا بعدد الأحاديث وتركوا التفقه.
قال وسمعت أبا زرعة يقول: وقد عاد قوم في التفقه وهو الأصل.

Eskiden işler, senin arkadaşlarının işleri gibi (hadisleri fıkhetmek) idi. Tâ ki bir topluluk ortaya çıkıp hadislerin sayısıyla meşgul olarak, (hadisleri) fıkh etmeyi terk edinceye kadar.

Dedi ki: Ebu Zur’a’yı şöyle derken işittim: Bir topluluk (hadisleri) fıkhetmeye tekrar döndüler ve bu, asıl olandır.

El-Cerh ve’t Ta’dil, 1/344

Ali bin Haşrem dedi ki: Veki’yi birçok kez şöyle derken işittim:

يا فِتْيَانُ، تفَقَّهُوا فقهَ الحديث؛ فإنَّكم إن تَفَقَّهْتم فقهَ الحديث لم يَقْهَرْكم أهلُ الرَّأي .

Ey gençler! Hadislerin fıkhını öğrenin. Şüphesiz ki hadislerin fıkhını öğrenirseniz, Rey ehli size galebe çalamaz.

Et-Tuyuriyyat, 2/673

يعقوب التركي

13 Nov, 09:01


İmam Ebu İshâk bin Şakilla el-Hanbeli (h. 369) rahimehullah’ın, İbn Kullâb’ın takipçilerinden Ebu Süleyman ed-Dımaşki ile münazarası:

Ebu İshâk bin Şakilla, Ğulamu’l Hallal’ın önde gelen talebelerindendir.

Bu münazarada sıfatların manaları açık bir şekilde isbat edilmiştir!

Örneğin, Ebu İshâk bin Şakilla el-Hanbeli dedi ki:

لأن الرسول ﷺ لو كان لها معنى عنده غير ظاهرها لبينه. ولكان الصحابة - حين سمعوا ذلك من الرسول ﷺ سألوه عن معنى غير ظاهرها. فلما سكتوا وجب علينا أن نسكت حيث سكتوا، ونقبل طوعا ما قبلوا.

Eğer Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onların (sıfatların) zahirî anlamlarından başka bir anlam kastetmiş olsaydı, bunu açıklardı. Sahabe bunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den duyduklarında ona zahiri anlamdan başka bir anlam sorarlardı. Onlar sustuklarına göre, onların sustukları yerde bizim de susmamız ve onların kabul ettiklerini gönül rızasıyla kabul etmemiz vacip olur.

Sıfatların zahiri anlamlarını nasıl kabul ettiğine bir bak! Nerede tafvid? Daha nicesi..

يعقوب التركي

12 Nov, 22:48


Başka bir yerde İmam Berbehari diyor ki:

وإذا سمعت الرجل يقول: إنا نحن نعظم الله - إذا سمع آثار رسول الله ﷺ - فاعلم أنه جهمي، يريد أن يرد أثر رسول الله ﷺ، ويدفع بهذه الكلمة آثار رسول الله ﷺ، وهو يزعم أنه يعظم الله وينزهه إذا سمع حديث الرؤية، وحديث النزول وغيره، أفليس قد رد أثر رسول الله ﷺ؟ وإذا قال: إنا نحن نعظم الله أن يزول من موضع إلى موضع، فقد زعم أنه أعلم بالله من غيره، فاحذر هؤلاء؛ فإن جمهور الناس من السوقة وغيرهم على هذا الحال، وحذر الناس منهم.

Bir adamın Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in eserlerini (hadislerini) duyduğunda, “Biz Allah’ı ta’zim ediyoruz” derken işitirsen, bil ki o Cehmî’dir. O, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in eserini (hadisini) reddetmek ve bu sözler ile Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in eserlerini/hadislerini def etmek istiyordur. Ru’yet (Allah’ın görülmesi) hadisini, Nüzûl (Allah’ın inmesi) hadisini ve diğer hadisleri işittiği zaman Allah’ı ta’zim ve tenzih ettiğini iddia etmektedir. Bu adam (bununla) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in eserini (hadisini) reddetmiyor mu? Eğer derse ki: Biz Allah’ın bir yerde başka bir yere inmesini ta’zim ediyoruz (azametine yakışmayacağını söylüyoruz.) O, Allah’ı başkalarından daha iyi bildiğini iddia etmiş olur. Bunlardan sakın! Çünkü avamdan insanların birçoğu ve başkalarını bu hâl üzeredir. İnsanları da onlardan sakındır!

Şerhu’s Sünne adlı eserinden iktibas edilmiştir.

Haberin tafvid edilmesi gerektiğini söyleyen kendisi olduğu hâlde, onun (nüzûlun) inişin anlamını nasıl isbat ettiğini ve Cehmiyye'den onu inkâr edenleri nasıl sert bir şekilde kınadığına bak!

Hiç şüphesiz ki bunlar, sıfatların manasının değil, keyfiyyetinin (nasıllığının) tafvid edilmesini ifade ettiğinin açık bir göstergesidir.

والحمد لله رب العالمين

يعقوب التركي

12 Nov, 22:48


İmam Berbehari’nin (h.329) tafvidi savunduğu şüphesine cevap:

İmam Berbehari rahimehullah dedi ki:

وكل ما سمعت من الآثار شيئا لم يبلغه عقلك نحو قول رسول اللَّهِ - ﷺ -: «قلوب العباد بين أصبعين من أصابع الرحمن» وقوله: «إن اللَّه ينزل إلى سماء الدنيا وينزل يوم عرفة وينزل يوم القيامة» و«أن جهنم لا يزال يطرح فِيها حتى يضع عليها قدمه جل ثناؤه» وقول اللَّه تعالي للعبد: «إن مشيت إلي هرولت إليك» وقوله: «خلق اللَّه آدم عَلى صورته» وقول رسول اللَّه - ﷺ -: «رأيت ربي فِي أحسن صورة» وأشباه هَذِهِ الأحاديث: فعليك بالتسليم والتصديق والتفويض والرضا ولا تفسر شيئا من هَذِهِ بهواك فإن الإيمان بهذا واجب فمن فسر شيئا من هَذا بهواه ورده فهو جهمي.

Eserlerden (hadislerden/rivayetlerden) aklının almadığı her neyi işitirsen; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu sözü gibi: “Kulların kalpleri Rahman’ın parmaklarından iki parmak arasındadır” ve şu sözü gibi: “Allah dünya semasına iner, arefe günü iner ve kıyamet günü iner” ve “Cehenneme (cehennemlikler) atılmaya devam eder, tâ ki (Allah) celle senâuhû ayağını onun üzerine koyuncaya kadar.” Ve Allah kullarına şöyle buyurur: “Bana yürüyerek gelirsen, sana koşarak gelirim.” Ve (Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in) sözü: “Allah ademi kendi suretinde yarattı.” Ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözü: “Şüphesiz ben Rabbimi en güzel sûrette gördüm.” Ve buna benzer hadisler. Ona teslim olman, tasdik etmen, tafvid etmen ve ona rıza göstermen gerekir. Bu hadislerden hiçbir şeyi hevana göre tefsir etme! Çünkü bunlara iman etmek vaciptir. Bunlardan bir şeyi hevasına göre tefsir eden veya reddeden kimse Cehmî’dir.

İmam Berbehari, sözünün sonunda diyor ki: “Bu hadislerden hiçbir şeyi hevana göre tefsir etme! Çünkü bunlara iman etmek vaciptir. Bunlardan bir şeyi hevasına göre tefsir eden veya reddeden kimse Cehmî’dir.”

İmam Berbehari’nin buradaki amacının sıfatları tevil eden Cehmiyye’ye reddiye olduğu çok açıktır. Burada asıl önemli olan da İmam Berbehari’nin “sıfatları hevana göre tefsir etme!” sözüdür. Bu, onun yanında sıfatların tefsirinin/manasının tamamıyla reddedilmemiş olduğunu gösterir. İmam Berbehari, burada yalnızca heva üzerine yapılan tefsiri yermiştir, sıfatları zahiri manaları üzere isbat etmeyi yermemiştir. Dolayısıyla İmam Berbehari’nin tafvid sözünden maksadın, manayı değil yalnızca keyfiyyeti (nasıllığı) tafvid etmek olduğu anlaşılmaktadır.

İmam Berbehari başka bir yerde dedi ki:

واعلم أنه إنما جاء هلاك الجهمية: من أنهم فكروا فى الرب عزّ وجل، فأدخلوا: لم؟ وكيف؟ وتركوا الأثر، ووضعوا القياس، وقاسوا الدين على رأيهم.
فجاءوا بالكفر عيانا لا يخفى أنه كفر. وكفروا الخلق..

Bil ki! Cehmiyye, Rabb azze ve celle hakkında düşündüklerinden ve de Niçin? Nasıl? Sorularına daldıklarından, eserleri (hadisleri/rivayetleri) terk edip, kıyası koyduklarından ve dini kendi görüşleriyle eğip büktüklerinden helâk olmuşlardır. Küfür olduğu gizli olmayan açıkça bir küfür işlediler ve insanları da tekfir ettiler…

İmam Berbehari, Cehmiyye’nin helâk olmasını, onların sıfatların keyfiyyetine dalıp, Niçin? Nasıl? gibi sorular sormalarından kaynaklandığı söylemiştir. Bundan dolayı, İmam Berbehari “Tafvid etmen gerekir” derken, burada sıfatların manalarını değil, sıfatların keyfiyyetini (nasıllığını) tafvid etmeyi kastetmiştir.

Keza İmam Berbehari başka yerde şöyle demiştir:

والإيمان بأن الله هو الذي كَلَّمَ موسى بن عمران عليه الصلاة والسلام يوم الطور وموسى يسمع من الله الكلام بصوت وقع في مسامعه منه، لا من غيره، فمن قال غير هذا فقد كفر بالله العظيم.

Tur Günü Musa bin İmrân aleyhi’s salatu vesselam ile konuşanın Allah olduğuna, Musa bin İmran’ın Allah’ın kelâmını işitebileceği bir mesafede başkasından değil, O’ndan (Allah’tan) gelen bir ses olarak işittiğine iman etmek gerekir. Kim bundan başkasını söylerse, Azim olan Allah’a kafir olmuştur.

Onun sesi ispat etmesi, sıfatın anlamını ve Allah'ın gerçekten konuşmasını ispat ettiğini gösterir. Allah'a konuşma sıfatını, anlamı olmayan lügat harflerini atfederek yapmamıştır.

يعقوب التركي

09 Nov, 14:10


جمادى الاولى ٦

يعقوب التركي

09 Nov, 05:21


Süfyan es-Sevri rahimehullah dedi ki:

أُؤمر بالمعروف في رفق ، فإِن قبل منك حمدت الله عز وجل. وإلا أقبلت على نفسك فإِن لك في نفسك شغلا. وكان الناس إِذا التقوا انتفعوا بعضهم ببعض، فأما اليوم فالنجاة في تركهم.

İyiliği yumuşakça emret. Eğer senden kabul edilirse Allah azze ve celle’ye hamdet, kabul edilmezse nefsine (kendi işine) dön. Çünkü nefsinde senin için bir meşguliyet vardır.

Eskiden insanlar bir araya geldiklerinde birbirlerinden faydalanırlardı. Bugüne gelince, kurtuluş onları (insanları) terketmektedir.

El-Cerh ve’t Ta’dil, 1/124

يعقوب التركي

07 Nov, 13:38


Samimi ve sahte iltifat maskelerinden arınmış bir dost edinmeye çalış. Sadece sana olan sevgisine değil, onun edebine ve ilmine de sevin. Onun varlığı hayatına ilmi ve ahlâki bir katkıdır. Eğer aranızda bir ayrılık olursa, onunla olan durumundan kendini emin hissedersin.

Sana olan dostluğunda olduğu gibi, bir anlaşmazlık durumunda da seni korur ve hakkını gözetir. Hatta daha fazlasını yapmak için çabalar.

يعقوب التركي

07 Nov, 11:46


İmam Evzai dedi ki: Yahya bin Ebi Kesir’i şöyle derken işittim:

يُقَالُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لِلْعَبْدِ: قُمْ إِلَى فُلَانٍ فَخُذْ حَقَّكَ مِنْهُ، فَيَقُولُ: يَا رَبِّ، مَا أَعْرِفُ لِي عِنْدَهُ مِنْ حَقٍّ، فَيُقَالُ: بَلَى إِنَّهُ ذَكَرَكَ يَوْمَ كَذَا بِكَذَا وَيَوْمَ كَذَا بِكَذَا.

Kıyamet günü kula denilir ki: “Kalk falancaya git ve ondan hakkını al!” (Kul) der ki: Ya Rabbi! Onun yanında benim hakkım olduğunu bilmiyorum. Denilir ki: Evet, seni filan gün ve filan günde zikretti (gıybetini yaptı).

İbn Ebi’d Dunya el-Hilm, 1/75

Kul kıyamet günü haklarını almak için başkalarına yönlendirilir. Bazen kul, bir kimsenin üzerinde bir hakkı olduğunu bilmeyecektir. Buna karşılık, “Evet, o seni filan gün ve filan günde zikretti” denilir, yani o kişi, kulun arkasından gıybetini yapmıştır.

Kıyamet gününde boynu bükük ve zelil bir şekilde başkalarına iyiliklerini hediye eden bir kimse, acaba kendisine iyilikte bulunmuş mudur? Hâlbuki o gün dostlarıyla ve arkasından konuştuğu kimselerle arasında dağlar kadar uzun mesafeler olsun ister..

يعقوب التركي

06 Nov, 04:43


Allah azze ve celle buyuruyor ki:

اَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ اَنْفُسَكُمْ وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

Kitab’ı okuduğunuz hâlde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Akletmez misiniz? (Bakara, 44)

Şa’bi rahimehullah dedi ki:

ﻣﺎ ﻣﻦ ﺧﻄﻴﺐ ﻳﺨﻄﺐ ﺇﻻ ﻋﺮﺿﺖ ﻋﻠﻴﻪ ﺧﻄﺒﺘﻪ ﻳﻮﻡ اﻟﻘﻴﺎﻣﺔ.

Vaaz eden (konuşan) hiçbir vaiz yoktur ki, kıyamet günü vaazı (konuşması) kendisine arz edilmesin.

Kitabu’z Zühd İbnu’l Mübarek 1/44

Ömer bin Abdu’l Aziz rahimehullah dedi ki:

إنه ليمنعني من كثير من الكلام مخافة المباهاة

Şüphesiz ki gösteriş ve övünme korkusu beni çokça konuşmaktan men eder.

Kitabu’z Zühd İbnu’l Mübarek, 1/44

Hasan el-Basri rahimehullah dedi ki:

إِنَّ فِي بَعْضِ الْكُتُبِ ابْنَ آدَمَ، تَدْعُو إِلَيَّ وَتَفِرُّ مِنِّي، وَتذْكُرُنِي وَتَنْسَانِي

Bazı kitaplarda şöyle yazılmıştır. Ey Ademoğlu! (Başkalarını) bana çağırıyorsun ama (kendin) benden kaçıyorsun. Beni hatırlatıyorsun ama (sen) beni unutuyorsun.

Kitabu’z Zühd İbnu’l Mübarek, 1/69

يعقوب التركي

05 Nov, 14:43


{يُريدُ اللَّهُ أَن يُخَفِّفَ عَنكُم وَخُلِقَ الإِنسانُ ضَعيفًا}

يعقوب التركي

03 Nov, 21:03


“Onlar semada hiçbir şey (Allah) yoktur demeye çalışıyorlar.”

Hammad bin Zeyd rahimehullah (h.179) Cehmiyye hakkında dedi ki:

إنما يحاولون أن ليس في السماء شيء

Onlar semada hiçbir şey (Allah) yoktur demeye çalışıyorlar.

Müsned Ahmed 27586

Hanmad bin Zeyd dedi ki: Eyyub es-Sehtiyani’yi (h.131) bunun benzerini zkrederken işittim. (Yani “onlar semada hiçbir şey yoktur demeye çalışıyorlar” sözü)

سمعت أيوب السختياني، يقول وذكر نحوه [نحو حديث حماد بن زيد].

Hılyetu’l Evliya 6/258, İsnadı Sahih

Abdullah bin Mübarek rahimehullah (h.181) dedi ki:

فإنهم يزعمون أن إلهك الذي في السماء ليس بشيء

Onlar (Cehmiyye) semada olan İlahının hiçbir şey olmadığını iddia ediyorlar.

Kitabu’s Sünne Abdullah bin Ahmed 1|112, el-İbanetu’l Kubra İbn Batta 6/95

Abbâd bin Avvam rahimehullah (h.186) dedi ki:

كَلَّمْتُ بِشْرًا الْمَرِيسِيَّ وَأَصْحَابَ بِشْرٍ فَرَأَيْتُ آخِرَ كَلَامِهِمْ يَنْتَهِي إِلَى أَنْ يَقُولُوا لَيْسَ فِي السَّمَاءِ شَيْءٌ

Bişr el-Merisi ve Bişr’in ashabıyla konuştum ve sözlerinin şöyle derken bittiğini gördüm: “Semada hiçbir şey yoktur.”

Kitabu’s Sünne Abdullah bin Ahmed 1/275, Kitabu’s Sünne el-Hallâl 5/113

Ebu Bekir bin Ayyaş (h.193) rahimehullah dedi ki:

إِنَّمَا يُحَاوِلُونَ الْجَهْمِيَّةُ أَنْ لَيْسَ فِي السَّمَاءِ شَيْءٌ

Cehmiyye semada hiçbir şey (Allah) yoktur demeye çalışıyorlar.

Kitabu’s Sünne el-Hallâl, 5/123

Abdurrahman bin Mehdi rahimehullah (h.198) dedi ki:

ليس في أصحاب الاهواء شر من اصحاب جهم يدورون على أن يقولوا: ليس في السماء شيء.

Heva/Bid’at ehli arasında Cehm’in ashabından daha şerlisi yoktur. Dönüp dolaşıp “Semada hiçbir şey yoktur” diyorlar.

Kitabu’s Sünne Abdullah bin Ahmed, 1/157

Ebu Bekir bin Hallâd dedi ki: Abdurrahman bin Mehdi’nin yanında Cehm’in ve Bişr’in yani el-Merisi’nin durumu zikredildiğinde şöyle dedi:

تَدْرِي إِلَى أَيِّ شَيْءٍ يَذْهَبُونَ؟ إِلَى أَنَّهُ لَيْسَ - وَيُشِيرُ بِيَدِهِ إِلَى السَّمَاءِ - أَيْ: لَيْسَ إِلَهٌ

Onların hangi şeye doğru gittiğini biliyor musun? Daha sonra eliyle semaya doğru işaret edip “Orada ilah yoktur” anlamında “(Allah semada) yoktur demeye gidiyorlar” dedi.

El-İbanetu’l Kubra 6/94

Muhammed bin Yahya bin Said el-Kattan dedi ki: Babam (Yahya bin Said el-Kattan h.198) ve Abdurrahman bin Mehdi dediler ki:

الجهمية تدور أن ليس في السماء شيء.

Cehmiyye’nin sözleri semada hiçbir şey (Allah) yoktur üzerinde dönüp dolaşır.

Kitabu’s Sünne el-Hallâl 6/93, el-İbanetu’l Kubra İbn Batta 6/56

Said bin Âmir rahimehullah (h.208) dedi ki:

الجهمية أشر قولا من اليهود والنصارى قد اجتمعت اليهود والنصارى وأهل الأديان أن الله تبارك وتعالى على العرش وقالوا هم: ليس على العرش شيء

Cehmiyye söz olarak yahudi ve hristiyanlardan daha şerlidir. Şüphesiz yahudiler, hristiyanlar ve tüm din ehli Allah’ın arşı üzerinde olduğuna ittifak etmişlerdir. Cehmiyye ise şöyle dedi: “Arşın üzerinde bir şey (Allah) yoktur.

Halku Ef’alil İbad Buhari, 29

Ali bin Âsım bin Ali (h.221) rahimehullah dedi ki:

نَاظَرْتُ جَهْمًا فَلَمْ يُثْبِتْ أَنَّ فِيَ السَّمَاءِ رَبًّا..

Cehm ile münazara ettim ve o semada bir Rabb olduğunu isbat etmedi.

Halku Ef’alil İbad Buhari 22, Kitabu’s Sünne Abdullah bin Ahmed 1/168

El-Meymuni dedi ki, Ebu Abdullah’a (İmam Ahmed) sordum:

قد بلينا لهؤلاء الجهمية، ما تقول في من قال: إن الله ليس على العرش؟

Şüphesiz bu Cehmiyye ile sınandık. “Allah arşın üzerinde değildir” diyen kimse hakkında ne dersin?

İmam Ahmed rahimehullah (h.241) dedi ki:

كلامهم كلهم يدور على الكفر

Onların sözlerinin hepsi küfrün üzerinde dönüp dolaşıyor.

El-İlel ve Ma’rifetu’r Rical, 197

يعقوب التركي

02 Nov, 12:37


Bir yolun doğru olduğuna kesinlikle inandığında, bu yolda samimiyetle ilerlemeye çalıştığında ve Rabbinin yardımıyla yürüdüğünde, övgü bekleme ve kınamalardan korkma. Çünkü nebiler, övgüye en layık olanlardır; en doğru sözlü ve amel sahibidirler, fakat yine de halklarından zorluklar yaşamışlardır.

Önemli olan, Rabbin için samimi olmak, sözlerinde ve eylemlerinde hikmetli davranmak ve kendine ve başkalarına karşı dürüst olmaktır.

يعقوب التركي

01 Nov, 21:41


"ولا كيف ولا مثل"

“Keyfiyyetsiz ve benzetilmeksizin” ifadesi, sıfatın anlamının isbat edildiğini gösterir. Zira benzetmenin reddi, öncelikle bir şeyin varlığının isbat edilmesinden sonra gelir. Çünkü eğer bir şeyi isbat etmezseniz, onun için teşbihten veya temsilden kaçınmaya ihtiyaç duymazsınız. Bununla birlikte rivayette “her şey” ifadesi geçiyor. Peki bu mufavvidalar her şeyi tafvid ediyorlar mı? Hayır. İşitme, görme vb. sıfatları ispat ederler. Hâlbuki kendilerine delil getirdikleri bu rivayette “Her şey” ifadesi geçiyor. Onların benimsemiş oldukları tafvid anlayışıyla bunu bütün sıfatlara ıtlak etmeleri gerekirdi. Bu da İbn Uyeyne’nin sözünden maksadın, zahirinin olduğu gibi kabul edilmesi gerektiğini gösterir.

Aynı şekilde, Haysem bin Harice dedi ki: Velid bin Müslim’i şöyle derken işittim:

سألتُ الأوزاعيَّ، وسُفْيانَ الثَّوريَّ، ومالكَ بنَ أَنَس، واللَّيثَ بنَ سعدٍ؛ عَنْ هذه الأحاديثِ التي فيها الصفةُ والرُّؤيةُ والقرآنُ؟ فَقَالَ: أَمِرُّوها كما جاءتْ بلا كَيْف.

Evzai’ye, Süfyan es-Sevri’ye, Malik bin Enes’e ve Leys bin Sa’d’a bu sıfat hadislerinden, ru’yet ve Kur’an (Kur’an’daki Allah’ın sıfatları) hakkında sordum. Dediler ki:

Onları keyfiyyetsiz (nasıllığını sorgulamadan) geldği gibi geçirin/aktarın.

El-İlel İbn Ebi Hatim, 5/468

İmam Acurri eş-Şeria’da 3/1146, İbn Batta el-İbane’de 7/241 aynı isnadla rivayet etmişlerdir. Fakat sonundaki lafız şu şekilde gelmiştir.

أَمِرُّوهَا كَمَا جَاءَتْ بِلَا تَفْسِير

Onları geldikleri gibi tefsir etmeksizin geçirin/kabul edin.

İmam Tırmizi rahimehullah dedi ki:

وقد رُوي عن النبي صلى الله عليه وسلم روايات كثيرة مثل هذا ما يُذكر فيه أمرُ الرؤية أن الناس يرون ربهم وذِكرُ القَدَمِ وما أشبه هذه الأشياء. والمذهب في هذا عند أهل العلم من الأئمة مثل سفيان الثوري، ومالك بن أنس، وابن المبارك، وابن عيينة، ووكيع وغيرهم أنهم رَوَوا هذه الأشياء، ثمَّ قالوا: " تُرْوى هذه الأحاديث ونؤمن بها، ولا يُقالُ: كَيفَ ؟، وهذا الذي اخْتَاره أهل الحديث أن يَرْووا هذه الأشياء كما جاءت ويؤمن بها ولا تُفسر ولا تتوهَّمُ ولا يُقالُ: كيفَ، وهذا أمرُ أهل العلم الذي اختاروه وذهبوا إليه.

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den buna benzer birçok hadis rivayet edilmiştir. Bu rivayetlerde insanların Rabblerini görmelerinden, (Allah’ın) kademi ve buna benzer şeyler zikredilmiştir. Bu konuda İlim Ehli’nden, Süfyan es-Sevri, Malik bin Enes, İbnu’l Mübarek, İbn Uyeyne, Veki’ gibi alimlerin mezhebi şudur: Onlar bu hadisleri rivayet ettikten sonra şöyle demişlerdir: Bu hadisler rivayet edilmiştir, biz bunlara nasıl? diye sorulmaksızın iman ediyoruz. Hadis Ehli’nin kabul ettiği yol budur. Onlar bu hadisleri geldikleri gibi rivayet eder, Tefsir etmeksizin, vehimde bulunulmadan ve nasıl? diye sorulmaksızın onlara iman ederler. Bu ilim ehlinin kabul ettiği ve gittiği yoldur.

Camiu’l Kebir, 4/318

Bu eserlerde ru’yet hadisleri ile sıfat hadislerinin birlikte zikredildiği görülmektedir. Ru’yet hadisleri, açık ve anlaşılır bir anlam taşımaktadır. Selefi Salihin’in, bu hadisleri Allah’ı gözlerle açıkça görmek şeklinde zahiri anlamıyla kabul etmişlerdir, hiçbir teşbih ve tekyif olmaksızın. Bu konuda hiçbir ihtilaf yoktur. Eğer imamların bu sözlerinden manayı tafvid ettiklerini anlamamız gerekseydi, ru’yeti de tafvid etmemiz gerekirdi.

Aynı şekilde, Ebu Bekir el-Merruzi, İmam Ahmed’e şöyle dedi:

إِنَّ رَجُلًا اعْتَرَضَ فِي بَعْضِ هَذِهِ الْأَخْبَارِ كَمَا جَاءَتْ

“Bir adam, bazı bu haberlerin (Ru’yet, arş vb hadislerin) geldiği gibi kabul edilmesine itiraz etti.”

Hallâl es-Sünne, 1/246

Eğer “أمرها كما جاءت” ifadesinin anlamı yalnızca kelimelere inanmak ve hiçbir anlamı olmadan aktarmak olsaydı, itiraz için bir sebep kalmazdı. Ancak bu ifade, onlara açık anlamlarıyla inanmayı ifade ettiği için bazı cehalet sahipleri, bunun anlamına inanmanın benzetme ve teşbih anlamına geldiğini düşünerek itiraz ettiler.

Özet olarak: Selefin bu gibi ifadeleri kullanmasındaki maksat, Cehmiyye vb. kimselerin getirmiş oldukları tevil ve yanlış çıkarımları reddetmek içindir. Sıfatların manalarını tafvid etmek için değil.

يعقوب التركي

01 Nov, 21:41


Selef İmamlarının (بلا تفسير ) "tefsir edilmeksizin" (تنزيله تفسيره) "onun tenzili onun tefsiridir" (أمروها كما جاءت) "onu geldiği gibi geçirin" (فقراءته تفسيره) “kıraati onun tefsiridir” ve benzeri ifadeleri ne anlama gelir?

Selef'in bu ifadelerini muğlaklığın arkasına saklanarak tafvid ile aynı hizaya getirmek için çarpıtanlar vardır, ancak bu sözlerin tafvid anlamına geldiğini iddia etmek Arap dilinin temel ilkelerine ve Selef'in bizzat tesis ettiği usule aykırıdır. Cehmiler bunun, ayetlerin lafızlarının herhangi bir tefsiri veya anlamı bilinmeksizin olduğu gibi alınması anlamına geldiğini söylerler. Temel usulde öğrendiğimiz şey, bu gibi ifadelerin, ayetin kendi kelimelerinden açıkça anlaşıldığıdır. Bu nedenle anlamını anlamak için harici bir şey (tefsir/tevil) veya ek bir yorum gerektirmez.

Konuya girmeden önce, gelin imamların bu ifadeleri nerede ve nasıl kullandıklarına bir bakalım. Örneğin:

Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur:

اَفَرَاَيْتَ اِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِن۪ينَ ثُمَّ جَٓاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَۙ مَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَۜ

{Görüşün nedir? (Söylesene!)
Onları yıllarca faydalandırsak, sonra tehdit edildikleri (azap) onlara gelse, faydalanıyor oldukları (nimetler) onlara hiçbir fayda sağlamaz.}

Bu âyetlerin anlamı açıktır, ancak Fudayl bin Iyad (h.187) bu ayetler hakkında şöyle demiştir:

قرآتها تفسيرها

"Onun kıraati tefsiridir"

Tefsir İbn Ebi Hatim 16000

Bu da Selef'in bu ifadeyi kullanırken, tefsir yapılmasına hiçbir ihtiyacın olmadığını, anlamın metnin kendisinden açıkça anlaşılması gerektiğini göstermektedir. Hiçbir akıl sahibi bu ayetin bir manası yoktur demez!

وكما قال سفيان وغيره قراءتها تفسيرها: يعني أنها بينة واضحة في اللغة لا يبتغى بها مضائق التأويل والتحريف

Süfyan (bin Uyeyne) ve diğerlerinin 'Onun kıraati tefsiridir' sözünden maksat, onun Arap dilinde açık ve anlaşılır olduğu, te’vil ve tahrif gibi darlıktan uzak durulması anlamına gelir.

el-Uluvv 251

İmam Şafiî, er-Risale'de şöyle der:

İbn Uyeyne bize İbn Ebî Necîh'ten, o da Mücâhid'den şöyle dediğini haber verdi:

وَاِنَّهُ لَذِكْرٌ لَكَ وَلِقَوْمِكَ

“Şüphesiz bu, senin ve kavmin için bir zikirdir/öğüttür." (Zuhruf, 44)

يقال: ممن الرجل؟ فيقال: من العرب، فيقال: من أي العرب؟ فيقال: من قريش.
قال الشافعي : وما قال مجاهد من هذا بين ف الآية ، مستغنى عنه بالتنزيل عن التفسير.

“Bu adam kimlerdendir?” denilirse, “Araplardandır” denilir. “Hangi Araplardandır” denilirse, “Kureyş’tendir” denilir.

Bunun üzerine İmam Şafii rahimehullah şöyle dedi: “Mücahid'in bu konuda söyledikleri ayette açıktır, tenzil bize yetmekte ve tefsire ihtiyaç bırakmamaktadır.”

Dolayısıyla İmam Şafiî, ayetin anlamının, tefsir yoluyla ek bir açıklamaya ihtiyaç duymadan Kur'an'daki ayetten kendi başına açıkça anlaşıldığını belirtmektedir.

İmam Darimi, Cehmiyye'ye yazdığı reddiyede şöyle der:

فظاهر القرآن وباطنه يدل علىٰ ما وصفنا من ذالك نستغني فيه بالتنزيل عن التفسير، ويعرفه العامة والخاصة، فليس منه لمتأول تأول إلا لمكذب به في نفسه، مستتر بالتأويل.

Kur'an'ın zahiri ve batını, bizim bu konuda anlattıklarımıza işaret etmektedir. Bu konuda tenzil bize yetmekte ve tefsire ihtiyaç bırakmamaktadır. Avam da havas da bunu bilir.

O halde, bunu içinden yalanlayıp da tevilin arkasına saklanan kimse dışında, onun teviline yer yoktur.

نستغني فيه بالتنزيل عن التفسير

İmam ed-Darımi, İmam Şafii'ye benzer bir şekilde, bu ayetlerin anlamının, açıklamak için harici açıklamalara ihtiyaç duymadan, metnin kendisinden açıkça anlaşılır olduğunu söylüyor.

Selef'in (أمروها كما جاءت) (قرأته تفسيره) gibi diğer ifadelerini de bu şekilde anlıyoruz.

Şimdi imamların bu ifadelerden neyi kastettiklerini anladığımıza göre, asıl meselemize dönelim.

İmam ed-Darekutni (h.385), Süfyan bin Uyeyne'den isnadıyla birlikte şöyle dediğini rivayet etmiştir:

‏قال سُفْيَان بن عُيَيْنَة يَقُول كل مَا وصف الله تَعَالَى بِهِ نَفسه فِي الْقُرْآن فقراءته تَفْسِيره وَلَا كَيفَ وَلَا مثل

“Allah’ın Kur'an'da kendisini vasfettiği her şeyin okunuşu, keyfiyyetsiz (nasıl olduğu sorulmaksızın) ve (yarattıklarına) benzetilmeksizin onun tefsiridir."

Kitabu’s Sıfât, 59

يعقوب التركي

31 Oct, 21:22


Abdullah bin İmam Ahmed bin Hanbel dedi ki:

سألت أبى رحمه اللّه عن قوم يقولون: لما كلم اللّه عز وجل موسى لم يتكلم بصوت فقال أبى: بلى إن ربك عز وجل تكلم بصوت، هذه الأحاديث نرويها كما جاءت

Babam’a şöyle diyen insanlar hakkında sordum: “Allah azze ve celle Musa ile konuştuğunda bir ses ile konuşmamıştır.”

Bunun üzerine babam dedi ki: Bilakis, Rabbin azze ve celle ses ile konuşmuştur. Biz bu hadisleri geldiği gibi rivayet ediyoruz.

Abdullah bin Ahmed Kitabu’s Sünne, 281

Eğer bunun tafvid anlamına geldiğini söylerseler, Biz de deriz ki: Onun sesi ispat etmesi, sıfatın anlamını ve Allah'ın gerçekten konuşmasını ispat ettiğini gösterir. Allah'a konuşma sıfatını, anlamı olmayan lügat harflerini atfederek yapmamıştır.

Abdullah bin Ahmed bin Hanbel dedi ki:

سُئِلَ عَمَّا رُوِيَ فِي الْكُرْسِيِّ وَجُلُوسِ الرَّبِّ عَزَّ وَجَلَّ عَلَيْهِ: رَأَيْتُ أَبِيَ رَحِمَهُ اللَّهُ ‌يُصَحِّحُ هَذِهِ الْأَحَادِيثَ أَحَادِيثَ الرُّؤْيَةِ وَيَذْهَبُ إِلَيْهَا وَجَمَعَهَا فِي كِتَابٍ وَحَدَّثَنَا بِهَا

(Babama) Kürsi ve Rab Azze ve Celle’nin onun üzerine (culus) oturması hakkında rivayet edilenler soruldu. Babam rahimehullah’ın bu hadisleri -ru’yet hadislerini- sahihlediğini gördüm. Onları kabul etti ve bir kitapta bir araya getirdi. Sonra da onlarla bize tahdis etti.

Abdullah es-Sünne, 584

Culusu, ru’yet ve kürsi ile beraber zikretmesi, onun ancak bu sıfatların anlamlarını anladığını gösterir. Aksi takdirde ru’yet ve culus lafzını aynı anda isbat etmesi mümkün olamazdı.

Abdu’l Melik el-Meymuni dedi ki: Ebu Abdillah (İmam Ahmed) dedi ki:

حدثنا أحمد ثنا الميموني قال قال أبو عبدالله من زعم أن يديه نعمتاه فكيف يصنع بقوله: {خَلَقْتُ بِيَدَيَّ} [ص: ٧٥] مشددة.

Kim Allah’ın iki elinin iki nimeti olduğunu iddia ederse, (Allah’ın) {İki elimle yarattım} sözünü ne yapacak? (Buradaki biyedeyye ifadesindeki şeddeyle iki elimle anlamına gelir.)

El-Meymuni dedi ki:

وحين خلق آدم عليه السلام فقبض يعني من جميع الأرض والقلوب بين إصبعين.

(Bu yorum) Allah’ın Adem aleyhisselamı yaratırken bütün yeri (eliyle) kabzettiği hadisi veya kalplerin Allah’ın iki parmağı arasında olduğu hadisiyle nasıl cem edilebilir?’

Ğulamu’l Hallâl Kitabu’s Sünne, 2/485

İmam Ahmed burada, “yed” kelimesinin şeddeli olarak bu şekilde mecaz olarak anlaşılamayacağını savunmaktadır. İmam el-Meymuni de, Allah’ın parmaklarını ve Allah’ın eliyle kabzetmesini vasfeden hadislerin, O’nun ellerinin mecaz olmadığını kanıtladığını eklemiştir. Eğer bu sıfatların anlamını bilmiyor olsaydı, İmam Ahmed ve İmam el-Meymuni’nin bu şekilde bir çıkarımlarda bulunmasına hiçbir gerek kalmazdı.

Eğer İmam Ahmed, Allah’ın elinin manasını tafvid ediyor olmuş olsa idi, buradaki nimet manasını inkar etmez ve manasını Allah’a havale ediyorum derdi. Fakat İmam Ahmed bunu yapmadı ve İmam Tırmizi’nin yaptığı gibi bunu kesinlikle reddetti.

İmam Ahmed’in talebeleri de keza İmam Ahmed’den tafvid anlamamışlar ve sürekli manayı isbata gitmişlerdir. Harb el-Kirmani, İshak bin Rahaveyh, Abdullah bin Ahmed, Ebu Talib, el-Merruzi, İbn Hâni, el-Kevsec, Ebu Davud ve daha nicesi.

Bu imamların ve diğerlerinin görüşlerini de burada zikredip meseleyi uzatabilirdik. Ama bu kadarıyla iktifa etmenin inşaallah faydanın hasıl olmasına yardımcı olacağına inanıyorum.

والحمد لله رب العالمين

3/3

يعقوب التركي

31 Oct, 21:21


Bu rivayet, İmam Ahmed’in Allah’ın gelmesini (mecî) anladığını gösterir; zira bu sıfatları, O’nun görülebileceğini kanıtlamak için kullanmıştır. İmam Ahmed, bu Sıfatları ru”yet (Allah’ın görülmesi) için delil olarak kullanması, anlamlarını anlamadan bu ifadeleri kullanmadığını gösterir.

Kadı Ebu Ya’la’da İbtalu’t Tevilât’da bu rivayete değinerek, İmam Ahmed’in Allah’ın zatı ile gelmesini isbat ettiğini söyler:

وظاهر هذا أن أحمد أثبت مجيء ذاته؛ لأنه احتج بذلك على جواز رؤيته، وإنما يحتج بذلك على جواز رؤيته

Bu Ahmed’in Allah’ın zatı ile gelmesini isbat ettiğini gösterir. Çünkü o bununla (Allah’ın gelmesi ayeti ile) Allah’ın görülmesinin caiz oluşunu delillendirmiştir.

İbtalu’t Tevilât, 132

Aynı şekilde İmam İbn Batta (h. 387) İmam Ahmed’in Allah’ın nüzulunu (inmesini), O’nun görülebileceğine delil olarak kullandığını aktarır. Bu, İmam Ahmed’in nüzûlun anlamından, bunun ru’yet için bir delil olarak çıkardığını göstermektedir. Bakınız:

وَنُزُولٍ وَخُلُوِّهِ بِعَبْدِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، وَوَضْعِ كَنَفِهِ عَلَيْهِ، هَذَا كُلُّهُ يَدُلُّ عَلَى أَنَّ اللَّهَ يُرَى فِي الْآخِرَةِ،

El-İbanetu’l Kubra, 7/326

Yine Ebu Bekir el-Merruzi şöyle aktarır:

سَمِعْتُ أَبَا عَبْدِ اللَّهِ، وَقِيلَ، لَهُ رَوَى عَلِيُّ بْنُ الْحَسَنِ بْنِ شَقِيقٍ، عَنِ ابْنِ الْمُبَارَكِ، أَنَّهُ قِيلَ لَهُ: كَيْفَ نَعْرِفُ اللَّهَ؟ قَالَ: عَلَى ‌الْعَرْشِ ‌بِحَدٍّ، فَقَالَ: بَلَغَنِي ذَلِكَ عَنْهُ وَأَعْجَبَهُ، ثُمَّ قَالَ أَبُو عَبْدِ اللَّهِ: {هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا أَنْ يَأْتِيَهُمُ اللَّهُ فِي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلَائِكَةُ} ثُمَّ قَالَ: {وَجَاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّا}

Ebu Abdillah’a (İmam Ahmed’e) şöyle denildiğini işittim: Ali bin Hasen bin Şakik, İbnu’l Mübarek’ten rivayet etti. O’na (İbnu’l Mübarek’e) denildi ki: Rabbimizi nasıl tanırız? Dedi ki: Had ile arşın üzerindedir. (İmam Ahmed) dedi ki: Bu bana ondan ulaştı ve o hoşuma gidiyor. Sonra Ebu Abdullah (İmam Ahmed) dedi ki: {Onlar, buluttan gölgelikler içinde Allah’ın ve meleklerin gelip işin karara bağlanmasından başka bir şey mi bekliyorlar?} (Bakara, 210) {Rabbin geldiğinde ve melekler saf saf (dizildiklerinde)} (Fecr, 22)

El-İbanetu’l Kubra, 7/158,

İmam Ahmed, bu ayetleri Allah’ın bir haddi olduğuna delil olarak zikretmiştir; bu da bu sıfatların anlamlarını anlayarak isbat ettiğini gösterir.

Abdullah bin Ahmed dedi ki:

سمعت أبي ، ثنا يحيى بن سعيد بحديث سفيان، عن الأعمش، عن منصور، عن إبراهيم، عن عبيدة، عن عبد اللَّه، عن النبي ﷺ «إن اللَّه يمسك السماوات على أصبع» قال أبي : جعل يحيى يشير بأصابعه، وأراني أبي كيف جعل يشير بإصبعه، يضع إصبعًا إصبعًا حتى أتى على آخرها.

Babam (İmam Ahmed’i) işittim (dedi ki): Yahya bin Said bize Süfyan’ın hadisini tahdis etti: O A’meş’ten, o da Mansur’dan, o da İbrahim’den, o da Ubeyde’den, o da Abdullah’tan (ibn Mes’ud’dan), o da Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den buyurdu ki:

“Allah kıyamet günü gökleri bir parmağında tutar..”

Babam rahimehullah dedi ki: Yahya parmaklarıyla göstermeye başladı. Babam da parmaklarıyla onun nasıl yaptığını bana gösterdi. Biri diğerinin üzerine gelecek şekilde bir parmağı, diğer parmağın üzerine koydu.

Abdullah es-Sünne, 1/264-265

Ğulamu’l Hallâl da aynı şekilde bunun benzerini İmam Ahmed’in talebeleri olan İmam el-Merruzi’den ve Hanbel bin İshak’tan ayrı ayrı rivayet etmiştir.

Ğulamu’l Hallâl Kitabu’s Sünne, 2/479

Bu eylem, Allah’ın parmaklarının (Asabi’) anlamını anlamayı açıkça gerektirir; aksi hâlde İmam Ahmed neye işaret edeceğini nasıl bilebilirdi?

Bunlar asla teşbihi ve temsili gerektirmez. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in de hutbede Allah azze ve celle’nin sıfatından bahsederken sahih hadislerde geldiği gibi elini kapatıp açtığını biliyoruz. Bu sıfatı tahkik etmek içindir, teşbih/benzetme için değildir. Tıpkı (Allah işitendir ve görendir) Nisa, 134 ayetini okuduğunda, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in elini gözüne ve kulağına koyması gibi..

Ebu Davud 4728, İsnadı Sahih

Bu işitme ve görme sıfatını tahkik için, onların hakikat üzere olup mecaz olmadığını göstermek içindir.

2/3

يعقوب التركي

31 Oct, 21:21


İmam Ahmed bin Hanbel mufavvida mıdır?

Hamd, yedi kat semanın üstünde arşın üzerinde olan Allah’a, salât ve selam O’nun Rasulü’ne, âline ve ashabına olsun.

İmam Ahmed bin Hanbel’in (rahimehullah) Sıfatların anlamını tafvid etme (Sıfatların anlamlarını Allah’a havale etme) yaklaşımını benimsediği iddiası, sıkça gündeme getirilen ve ortaya atılan bir şüphedir.

Ali bin İsâ, Hanbel bin İshâk’tan dedi ki: Ebu Abdullah’a Allah’ın her gece dünya semasına inmesi, Allah’ın (ahirette) görülmesi, Allah’ın ayağını (Cehennemin üzerine) koyması ve buna benzer hadisleri sordum.

İmam Ahmed bin Hanbel dedi ki:

نؤمن بها ونصدق بها ، ولا كيف ولا معنى، ولا نرد منها شيئا.

Bunlara iman ediyor ve tasdik ediyoruz. Keyfiyyetini (nasıllığını) sorgulamaksızın ve anlamına (manasına) dalmadan onlardan hiçbir şeyi reddetmiyoruz.

İbn Kudame Zemmu’t Te’vil, 21-22

Ali bin İsa o ki, Ebu’l Hasen Ali bin İsa İbnu’l Velid el-Ukberi’dir. Baktığımızda onu ta’dil eden kimseyi göremedik. Üstelik Hallâl’ın rivayet ettiği iddia edilen bu eser günümüze ulaşmamıştır, mahtût değildir.

Bununla birlikte Hallâl bu isnadla, yani Ali bin İsâ, Hanbel’den, o da İmam Ahmed’den şöyle dediğini rivayet etmiştir:

يضحك الله ولا نعلم كيف ذلك إلا بتصديق الرسول صلى الله عليه وسلم وتثبيت القرآن

Allah güler fakat biz bunun nasıl olduğunu bilmiyoruz. Biz Ancak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemi tasdik ediyoruz ve Kur’an’ın (ispatladığını) ispatlıyoruz.

Zehebi el-Arş 1/258-259, İbn Batta el-İbanetu’l Kubra 7/111, İbtalu’l Te’vilât 45, el-Hucce fi Beyani’l Mehacce, 1/473

Gülmeyi nasıl ispat edip keyfiyyetini Allah’a havale ettiğine iyi bak!

Bu iki rivayeti nasıl cem edebiliriz? Deriz ki: “Keyfiyyetini sorgulamaksızın” yani keyfiyyetini/nasıllığını sorgulama, çünkü o meçhuldür, biz onun nasıl olduğunu bilmiyoruz. İkinci rivayette de aktardığımız gibi: ‘Allah güler fakat biz bunun nasıl olduğunu bilmiyoruz..’

‘Anlamına dalmadan’ Yani bu konularda (sıfat meseleleri) anlamlarını değiştirmeye çalışma ve onların zahirini nefyetme ve zahiri üzere bırak. Hiçbir teşbih, ta’til, tekyif ve temsil yapmaksızın. Örneğin İmam Tırmizi rahimehullah, “Cehmiyye’nin ‘Allah ademi eliyle yarattı’ buradaki elden kasıt güçtür dediler” dediğini naklettiği gibi. Onlar teville bunu tahrif ettiler ve anlamını değiştirdiler.

Sünen et-Tırmizi, 2/202

Bununla beraber, Hanbel bin İshâk İmam Ahmed’e ru’yet (Allah’ın görülmesi) ile ilgili ve diğer sıfatlara dair hadisleri sordu. Burası çok önemli, burayı iyice fehmet. Çünkü İmam Ahmed cevap verirken bunların hepsine cevap vererek, “Nasıllığını sorgulamaksızın ve anlamına dalmadan” ifadesini kullandı. Eğer ‘anlamına dalmadan’ ifadesini ‘bunun herhangi bir anlamı yoktur’ şeklinde anlarsak, bu sadece İmam Ahmed’in nüzul ve kademi tafvid ettiğini değil ru’yeti de tafvid ettiğini gösterir. Ancak İmam Ahmed’in ru’yet (Allah’ın kıyamet günü görülmesi) hakkında tafvid yaptığına dair hiçbir delil yoktur. Bu görüşü ancak Cehmiyye mensupları benimsemiştir. Bu nedenle ‘anlamına dalmadan’ ifadesini, manayı tafvid etmek şeklinde anlamak mantıksız olacaktır.

Yine bununla birlikte, İmam Ahmed’in diğer talebeleri ve hatta Hanbel bin İshak’ın kendisi de, İmam Ahmed’in Mufavvida olmadığını gösteren rivayetler aktarmışlardır. Ebu Tâlib -ki o İmam Ahmed’in talebesidir- İmam Ahmed bin Hanbel’in şöyle dediğini nakletmiştir:

وَقَالَ أَبُو عَبْدِ اللَّهِ: قَوْلُ اللَّهِ تَعَالَى: ﴿هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا أَنْ يَأْتِيَهُمُ اللَّهُ فِي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلَائِكَةُ﴾ [البقرة: ٢١٠]، ﴿وَجَاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّا﴾ [الفجر: ٢٢]، فَمَنْ قَالَ: إِنَّ اللَّهَ لَا يُرَى، فَقَدْ كَفَرَ

Ebu Abdillah (İmam Ahmed) dedi ki:

Allah Teâla buyuruyor ki: Onlar, buluttan gölgelikler içinde Allah’ın ve meleklerin gelip işin karara bağlanmasından başka bir şey mi bekliyorlar? (Bakara, 210) Rabbin geldiğinde ve melekler saf saf (dizildiklerinde) (Fecr, 22)

Kim Allah (ahirette) görülmez derse, o kafirdir.

El-İbanetu’l Kubra, 7/53

1/3

يعقوب التركي

31 Oct, 04:20


El-Cami’ li Ahlâki’r Ravi adlı eserden bazı tebessüm ettiren rivayetler:

Ali bin Haşrem dedi ki:

سمعت سفيان بن عيينة، يسأل رجلا ما حرفتك؟ قال: طلب الحديث، قال: بشر أهلك بالإفلاس

Süfyan bin Uyeyne’nin bir adama ‘Mesleğin nedir?’ diye sorduğunu işittim. (Adam) dedi ki: Hadis talep etmek. (Süfyan) dedi ki: O hâlde aileni iflasla müjdele.

İbn Numeyr dedi ki:

ابن نمير، يقول: قال لي سفيان: " تزوجت؟ قلت: لا، قال: ما تدري ما أنت فيه من العافية

Süfyan bana ‘Evlendin mi?’ Dedi, ben de ‘Hayır’ dedim. Bunun üzerine dedi ki: Sen nasıl bir afiyetin içinde olduğunu bilmiyorsun.

Yusuf bin Esbât dedi ki: İbrahim bin Edhem dedi ki:

كان يقال: من تزوج فقد ركب البحر، فإذا ولد له فقد كسر به

Eskiden denilirdi ki: Kim evlenirse denize açılmış olur, bir de çocuğu olursa kayığı kırılmış demektir.

İbn Ebi’d Dunya, Süfyan es-Sevri’den şöyle aktarır:

إِذَا تَزَوَّجَ الشَّابُّ فَقَدْ كُسِرَ بِهِ وَإِذَا وُلِدَ لَهُ فَقَدْ غَرِقَ

Bir genç evlenirse kayığı kırılır, bir de çocuğu olursa boğulur.

El-Iyâl İbn Ebi’d Dunya, 453

Ahmed bin Yahya dedi ki:

دق رجل على رجل الباب، فقال: من ذا؟ قال: ها أنا ذا، قال: يا ها أنا ذا ادخل، قال: فبقي لقب الرجل ها أنا ذا

Bir adam başka bir adamın kapısına vurdu. Adam dedi ki: Kim o? Dedi ki: “İşte benim” Adam: Ey işte benim! İçeri gir, dedi. Böylece o adamın lakabı “İşte benim” olarak kaldı.

:))

يعقوب التركي

29 Oct, 20:52


Maliku’s Sağir İbn Ebi Zeyd el-Keyravani (h.386) dedi ki:

وأنه فوق عرشه المجيد بذاته وهو في كل مكان بعلمه

O (Allah) zatı ile mecid olan arşının üzerindedir ve o ilmi ile heryerdedir.

Risale İbn Ebi Zeyd el-Keyravani, 1/56

Kadı Abdu’l Vehhâb el-Maliki (h.422) İbn Ebi Zeyd’in kitabını şerh ederken dedi ki:

هذه العبارة الآخرة التي هي قوله: على العرش، أحب إلي من الأولى التي هي قوله: وأنه فوق عرشه المجيد بذاته، لأن قوله: على عرشه، وهو الذي ورد به النص، ولم يرد النص بذكر فوق، وإن كان المعنى واحدا..

Bu son “Arşın üzerindedir” ifadesi, ilk “O zatıyla mecid olan arşının üzerindedir” ifadesinden daha çok hoşuma gidiyor. Çünkü “Arşının üzerindedir” sözü nassla sabit olmuştur fakat “Fevk” ibaresi nassla sabit olmamıştır, her ne kadar anlamları bir (aynı) olsa da..

Şerhu Akideti’l İmam Maliku’s Sağir, 26

Kadı Abdu’l Vehhâb’ın sözüne iyi bak! İki ifadenin de aslında aynı anlamda olduğunu aktarıyor..

Haris bin Esed el-Muhasibi (h.243) dedi ki:

فهذا مَقْطَعٌ يوجبُ أنَّهُ فوقَ العرشِ، فوقَ الأشياءِ، منزَّهٌ عَنِ الدُّخولِ في خلقهِ، لا يخفى عليهِ منهم خافية، لأنَّهُ أبانَ في هذهِ الآياتِ أنَّ ذاتَهُ بنفسهِ فوقَ عبادهِ..

Bu (ayetler) O’nun (Allah’ın) arşın üstünde, her şeyin üzerinde, yarattıklarına girmekten yüce olduğunu gerektirir. O'ndan gizli hiçbir şey yoktur; O (Allah), bu ayetlerde zatının kullarının üstünde olduğunu açıkça belirtmiştir.

Fehmu’l Kur’an, 349-350

Ebu Nasr es-Siczi (h.444) dedi ki:

واعتقاد أهل الحق أنّ الله سبحانه فوق العرش بذاته من غير مماسة..

Hakk (Sünnet) Ehli’nin itikadı şudur: Allah Subhanehû zatı ile temas etmeksizin arşın üzerindedir..

Risaletu’s Siczi ila Ehli Zebîd, 188

Yahya bin Ammâr (h.422) dedi ki:

نقُول: هُوَ بِذَاتِهِ عَلَى الْعَرْش، وَعلمه مُحِيط بِكُل شَيْء.

Biz (Sünnet Ehli) diyoruz ki: O (Allah) zatı ile arşın üzerindedir. İlmi ise her şeyi kuşatmıştır.

El-Hucce fi Beyani’l Mehacce, 2/109

Ebu’l Abbas el-Kenkeşi es-Sevri (h.449) dedi ki:

وهو تعالى على عرشه بذاته وجميع أسمائه وصفاته، بائن عن جميع خلقه، أحاط بكل شيء علمًا، وأحصى كل شيء عددًا، يعلم خائنة الأعين وما تخفي الصدور، علمه محيط بكل مكان، لا يخلو من علمه مكان.

O (Allah) Teâlâ, zatı ve bütün isim ve sıfatları ile arşının üzerindedir. Bütün yarattıklarından ayrıdır. İlmi bütün her şeyi kuşatmıştır. Her şeyin sayısını saymıştır. Gözlerin hainliğini ve kalplerin gizlediğini bilir. İlmi her yeri kuşatmıştır. Hiçbir yer O’nun ilminden boş kalmaz.

Risale fi Usuli’d Dini’l İslam el-Kenkeşi, 3

Yahya el-İmrani eş-Şafii (h.558) dedi ki:

قد ذكرنا في أول الكتاب أن عند أصحاب الحديث والسنة أن الله سبحانه بذاته بائن عن خلقه، على العرش استوى فوق السموات، غير مماس له، وعلمه محيط بالأشياء كلها

Kitabın başında da zikrettiğimize göre, Hadis ve Sünnet Ehli’nin yanında: Allah Subhanehû zatı ile mahlukatından ayrı olup, semaların üstünde arşa temas etmeksizin istiva etmiştir. İlmi ise bütün her şeyi kuşatmıştır.

El-İntisar, 2/607

Abdulkadir el-Cilani/Geylani (h.561) dedi ki:

وينبغي إطلاق صفة الإستواء من غير تأويل وأنه استواء الذات على العرش ولا على معنى العلو والرفعة كما قالت الأشعرية

İstiva sıfatını te'vil etmeksizin ıtlak edilmesi gerekir. (O) Allah'ın zatı ile arşa istiva etmesidir, Eş'arilerin dediği gibi yücelik ve fevkiyet anlamında değildir
 
El-Ğunye 1/124

Bununla birlikte Kurtubi el-Eşari (h.671), İmam Taberi, İbn Ebi Zeyd el-Keyravani, Ebu Ömer et-Talemenki ve birçok kimsenin Allah’ın zatı ile arşın üzerinde olduğunu söylediklerini itiraf etmiştir.

قول الطبري وابن أبي زيد والقاضي عبد الوهاب وجماعة من شيوخ الحديث والفقه وهو ظاهر بعض كتب القاضي أبي بكر وأبي الحسن، وحكاه عنه أعني عن القاضي أبي بكر القاضي عبد الوهاب نصا وهو أنه سبحانه مستوٍ على العرش بذاته وأطلقوا في بعض الأماكن فوق عرشه

El-Esnâ fî şerḥi Esma illahi’l Hüsna adlı eserine bakabilirsiniz.

والحمد لله رب العالمين

يعقوب التركي

29 Oct, 20:51


Hamd yalnızca Allah’adır. O’nun Rasulüne, âline ve ashabına salat ve selam olsun. Bundan sonra:

Kitap veya sünnette bir ifadenin geçmemesi, onun inkâr edildiği veya batıl olduğu anlamına gelmez. Eğer anlamı doğruysa ve Selefi Salihin’in anladığı şekilde şerî metinlerle uyumluysa, batıl bir anlam içermiyorsa ve kullanımına ihtiyaç varsa, kullanılması caizdir. Selefi Salihin’den Kuran ve sünnette geçmeyen ancak anlamı doğru olan bazı ifadeler kullanıldığı varid olmuştur. “Kuran yaratılmamıştır” ifadesi de buna örnektir. “Yaratılmamıştır” ifadesi Kuran ve sünnette geçmez, ancak Kuran ve sünnetten çıkarılan ve anlaşılan bir ifadedir. Bununla beraber bu sapkın kimseler çıkıpta istivanın yalnızca manevi yücelik manasına geldiğini söylemeselerdi biz bu gibi açıklamalara ihtiyaç duymazdık. Allah onlara hakettiklerini versin. Onların sözleri ne habis ne çirkin sözlerdir. Avamdan bir kimse onların sözlerine baksa, onların Allah’ı en çok ta’zim edenler olduğunu zanneder! Hâlbuki onların sözleri İmam Ahmed’in de dediği gibi küfrün üzerinde dönüp dolaşır. Allahu’l Musteân.

Selef, في السماء (Semadadır) على العرش (Arşın üzerindedir) فوق العرش (Arşın üzerindedir) vb. ifadelerini aktarırken, bununla Allah’ın zatı ile olduğunu kastetmişlerdir.

Ehli Sünnet uleması, “Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir” ifadelerini ilim ile kayıtlarken, Arşın üzerindedir ifadelerini neden bir şeyle kayıtlamadıklarını iyi düşün! Eğer Allah zatı ile arşın üzerinde değilse, Ehli Sünnet âlimler neden az önceki ayette söylediğimiz gibi bunu bir şeyle kayıtlamadılar? Ey akıl sahibi iyice düşün! Tevfik yalnızca Allah azze ve celle’dendir.

Hem Sünnet Ehli hem de gayrısı “bizatihi” “binefsihi” ifadelerini kullanmışlardır. Bazı misaller:

İmam Osman bin Saîd ed-Darımi (h.280) dedi ki:

وهو بنفسه على العرش بكماله كما وصف

‎O, (kendisini) vasfettiği gibi bütün kemâliyle nefsi (zatı) ile arşın üzerindedir.

‎er-Reddu ale’l Cehmiyye, 44

İbn Ebi Şeybe (h.297) dedi ki:

فهو فوق السماوات وفوق العرش بذاته مُتخلصا من خلقه بائنا منهم

O (Allah) göklerin üzerinde ve zâtıyla arşın üzerindedir, yarattıklarından bağımsız ve ayrıdır.

İbn Ebî Şeybe el-Arş, 291

İbn Ebi Şeybe, Hadiste Emiru’l Müminin olan Ali bin Medini’nin (h.234) talebesidir.

Ebu’l Kâsım Mesleme bin el-Kâsım el-Kurtubi (h.353) dedi ki:

والله بذاته على العرش مستو بائن من خلقه بذاته غير بائن بالعلم، فالاستواء معروف والسؤال عن كيفية الاستواء بدعة. والكرسي موضع القدمين، كذلك قال ابن عباس وأهل السنة من العلماء. والعرش والكرسي موضع الذات.ولهما حد، الله أعلم بحدهما، ولهما حَمَلَةٌ من الملائكة، يحْمِلُونَهما بمشيئته وقدرته وإرادته

Allah zatı ile arşa istiva etmiştir, zatı ile yarattıklarından ayrıdır, fakat ilmi ile değildir. İstiva bilinen bir şeydir, istivanın nasıllığı hakkında soru sormak bid’attir. Kürsi iki ayağın konulduğu yerdir. İbn Abbas ve sünnet ehlinden âlimler bu şekilde söylemişlerdir. Arş ve kürsi zatının yeridir ve bunların bir haddi vardır. Haddini ise (ancak) Allah bilir. Onları taşıyan melekler vardır ve onları Allah’ın meşieti, kudreti ve iradesi ile taşırlar.

Er-Reddu Alâ Ehli’l Bid’a Mesleme bin Kâsım el-Kurtubi, 33

Ebu Muhammed el-Kassab el-Kereci (h.360) dedi ki:

قوله: (يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ)

دليل على أن الله ﷻ بذاته في السماء على العرش. وليس في الأرض إلا علمه المحيط بكل شيء.

(Üstlerindeki Rabblerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.) Nahl, 50

(Allah’ın) bu kavli, Allah azze ve celle’nin zatı ile semada arşının üzerinde olduğuna, her şeyi kuşatan ilmiyle yerde olmadığına delildir.

En-Nuketu’l Kur’an el-Kassab, 2/68

يعقوب التركي

27 Oct, 12:57


ربيع الاخر ٢٣

يعقوب التركي

25 Oct, 10:49


Muhammed bin Munkedir rahimehullah dedi ki: Cabir bin Abdullah’ın -radıyallahu anhuma- ölmek üzere iken yanına girdim ve ona dedim ki:

أقرئ رسول الله مني السلام

Rasulullah’a -sallallahu aleyhi ve sellem- benden selam söyle!

Müsned Ahmed 18/201, El-İlel Abdullah bin Ahmed 4871

اللهم صل وسلم على نبينا محمد.

يعقوب التركي

23 Oct, 15:40


Kur’an’a doğru bir şekilde uymanın yolu, ancak sahabe ve seleften gelen tefsirlere (eserlere) tâbi olmak ile olur!

Eyyûb dedi ki: Bir adam Mutarrif bin Abdullah’a dedi ki: “Kur’an’dan daha hayırlısını mı istiyorsunuz ?”

Dedi ki:

لَا، وَلَكِنْ نُرِيدُ مَنْ هُوَ أَعْلَمُ بِالْقُرْآنِ مِنَّا

Hayır, fakat biz Kur’an’ı bizden daha iyi bilen birini istiyoruz.

(Yani; sahabe ve tabiinin tefsirini kastediyor)

Ebu Hayseme Kitabu’l İlm, 97

يعقوب التركي

22 Oct, 12:12


“Siz Allah’a organ isnad ediyorsunuz!”

Bugün bid’at ve sapkın görüşler savunulurken, sünnet ehlinin icmasıyla Allah’ın sıfatlarını Kur’an ve sünnette geldiği üzere isbat eden Hadis Ehli’ne “Siz Allah'a organ nisbet ediyorsunuz vs." gibi ilzamlar oldukça meşhurdur. Bu ilzamlara maruz kalmak selefin sünnettidir. Çünkü Cehmiyye de Selefi salihini bu gibi şeylerle ittiham ediyordu.

İmam Osman bin Said ed-Darımi (h.280) muarız lakaplı cehmîye reddiye verirken şöyle diyor:

وأما دعواك أنهم يقولون: جارح مركب؛ فهذا كفر لا يقوله أحد من المسلمين، ولكنا نثبت له السمع والبصر والعين بلا تكييف، كما أثبته لنفسه

Senin onları (Hadis ehlini) “Onlar (Allah'a) organ ve murekkeplik (parçalardan) oluşma" isnad ediyor iddiana gelince: işte bu küfürdür. Müslümanlardan hiç kimse böyle söylemez. Fakat biz Allah'a görme, duyma ve gözü kendisine isbat ettiği gibi keyfiyetsiz bir şekilde isbat ediyoruz.

Darımi En-Nakd ale’l Merisi, 263

يعقوب التركي

22 Oct, 12:03


‎İmam Ahmed bin Hanbel rahimehullah dedi ki:

‎طوبى لمن أخمل الله ذكره

‎Allah’ın adını unutturduğu (bilinmeyen ve anılmayan kıldığı) kimseye ne mutlu!

‎El-Cerh ve’t Ta’dil, 1/306

‎Yani; Allah onu gizler, böylece insanlar arasında bilinmez/tanınmaz ve anılmaz.

Bu, insanların arasında anılmayan ve bilinmeyen kimselerin, belki de şöhret ve fitneye karışmadıkları için daha hayırlı ve selamette bir durumda olduklarını ifade eder. Allahuâlem.

يعقوب التركي

21 Oct, 11:11


İbn Hâni (h.275) rahimehullah dedi ki:

وسئل عن النظر في كتب الرأي؟
فقال: لا تنظر في شيء من الرأي، ولا تجالسهم.

O’na (İmam Ahmed’e) Rey (ehlinin) kitaplarına bakmaktan soruldu. Dedi ki: “Rey kitaplarından hiçbirine bakma ve onlarla (Rey ehliyle) birlikte oturma.

وجاءه رجل يسأله عن شيء. فقال: لا أجيبك في شيء. ثم قال: قال عبد اللَّه: إن كل من يفتي الناس في كل ما يستفتونه لمجنون.
قال الأعمش: فذكرت ذلك للحكم، فقال: لو حدثتني به قبل اليوم، لما أفتيت في كثير مما كنت أفتي فيه.

Bir adam gelip ona (İmam Ahmed’e) bir şey sordu. O da dedi ki: Sana hiçbir şey hakkında cevap vermeyeceğim.

Sonra şöyle dedi: Abdullah dedi ki: "İnsanların kendisine sordukları her şey hakkında fetva veren kimse delidir."

El-A’meş dedi ki: Bunu Hakem’e söyledim, dedi ki: "Bunu bana bugünden önce söyleseydin, fetva verdiğim birçok konuda fetva vermezdim."

Mesail İbn Hâni, 1919-1920

يعقوب التركي

21 Oct, 09:28


Allah, özlemini duyduğun bir kişinin hayatından uzaklaşmasını sağlamakla seni nimetlendirebilir; bu kişi için özlem duyduğun hâlde, aslında en büyük bela onun yakınlığında olabilir. Allah seni bu kişiden, ister bir arkadaş, ister bir eş ya da kim olursa olsun, herhangi bir sebeple uzaklaştırmış olabilir.

Geçip giden şeyler (kimseler) için üzülme. Bunun yerine senin için takdir edilenin, geçip giden şeylerden daha hayırlı olduğuna dair hüsnü zan besle!

يعقوب التركي

20 Oct, 09:06


Söylediklerin veya yaptıklarınla ilgili başkalarının tepkilerine çok fazla önem verme. Allah’a yaklaştıran şeyleri yapmaya özen göster, hikmet sahibi insanlara danış, nefsin isteklerine ve kötü zanlara karşı dikkatli ol ve bunların hepsinden önce Rabbine sığın.

Başkalarının seninle ilgili tutumlarına sürekli önem vermek, seni birçok hayırdan ve salih amellerden alıkoyar.

İnsanları kendi hâline bırak ve yapman gereken şeylere yönel. Bugün bu insanlar toprağın üstündeler, yarın ise altında olacaklar..

يعقوب التركي

19 Oct, 21:46


Onlar nerede biz neredeyiz?!

İmam el-Merruzi dedi ki: Ebâ Abdullah Ahmed bin Hanbel radıyallahu anh’ı vera/takva sahiplerinin ahlâkından bahsederken işittim, dedi ki:

أسأل الله أن لا يمقتنا أين نحن من هؤلاء ؟!

Allah’tan bizden nefret etmemesini diliyorum. Biz onlara (nisbeten) neredeyiz?! (Onlarla kıyaslanamayız dahi)

El-Vera’, 1

İmam Ahmed -rahimehullah- bunu söylüyor… Peki ya biz? Allah bize merhamet etsin.

İmam Şafii -rahimehullah- dedi ki:

أحمد إمام في ثمان خصال، إمام في الحديث إمام في الفقه، إمام في اللغة، إمام في القرآن، إمام في الفقر، إمام في الزهد، إمام في الورع، إمام في السنة.

Ahmed sekiz vasıfta imamdır. Hadiste imamdır, fıkıhta imamdır, lügatta imamdır, Kur’an’da imamdır, fakirlikte imamdır, zühdde imamdır, verada/takvada imamdır, sünnette imamdır.

Mesail el-Kevsec, 1/92

يعقوب التركي

19 Oct, 19:00


مطر، أمواج،، غروب الشمس..

ربيع الآخر ١٥