Hz. Esmâ son derece hayâ sahibiydi. Zaten hayâ duygusu kadın için en güzel ziynetti. Bir defasında uzak bir yerden hurma taşırken Peygamberimizle karşılaşmıştı. Resûlullah’ın yanında sahabilerden birkaç kişi daha vardı. Devesini çöktürdü. Baldızını terkisine almak istedi. Fakat Hz. Esmâ, utancından deveye binmedi. Ağır yükü başında taşımaya razı oldu…
Esmâ (r.anha), eli açık, gönlü zengin, cömert bir insandı. Bilhassa Peygamberimizin kendisine hitaben, “Ya Esmâ, elini bağlama; aksi hâlde Cenâb-ı Hak da senin üzerine olan ihsanını göndermez!” [3] buyurmasından sonra, cömertlikte müstesna bir mevkie yükseldi. İhtiyaçtan fazla yanında bir şey bırakmaz, hepsini fakir fukaraya dağıtırdı. Kendisi sade bir hayat yaşardı. Çocuklarına da cömert olmaları tavsiyesinde bulunur, “Malınızı Allah yolunda harcayın. Sadaka verin. Bir hayrı ihmal etmekle hiçbir şeyi fazlalaştırmış olmazsınız. Sadaka vermekle malınızın eksileceğini zannetmeyiniz.” derdi.
Esmâ (r.anha), her insan gibi zaman zaman hasta olurdu. Fakat hiçbir zaman hâlini insanlara şikâyet etmezdi. Çünkü hastalığın Cenâb-ı Hakk’ın emriyle geldiğine ve günahlara keffaret olduğuna inancı sonsuzdu. Hem insan hiç hastalanmasa sıhhat nimetinin şükrünü nasıl eda edecekti? Diğer taraftan hastalıklar Cenâb-ı Hakk’a dua etmek için büyük bir vesileydi. Bu sebeple hastalıktan dolayı şikâyette bulunmak, kadere itiraz edercesine “ah, of” diye inlemek manasızdı.
İşte Hz. Esmâ bütün bunların şuurundaydı. Hastalığı sabır ve tevekkülle karşılardı. Bir defasında şiddetli bir baş ağrısına yakalanmıştı. Elini başının üzerine koydu ve teslimiyet içerisinde şöyle dua etti:
“Gerçi başım çok ağrıyor, fakat Allah’ın affetmesini temenni ettiğim günahlarım daha çoktur.”
Bu büyük İslam kadını, kanaatkârlığı ile de temayüz etmişti. Kısmetine razı olur, şükreder, daha fazlasını istemezdi. Kocası Hz. Zübeyr fakir bir insandı. Evlendiğinde bir atından başka hiçbir şeyi yoktu. Hz. Esmâ, ihtiyaçlarının teminini kolaylaştırmak için elinden gelen işleri yapmaktan geri durmazdı. Resûlullah’ın ganimet mallarından verdiği uzak bir hurma ağacından, başının üzerinde hurma taşırdı. Ev işlerini yetiştirir, hurma çekirdeklerini öğüterek yem hâline getirir, uzak yerlerden su taşırdı. Hz. Ebû Bekir, kızının çok yorulduğunu görünce ona bir hizmetçi göndermişti. Esmâ (r.anha) buna çok sevindi. “Babam hizmetçi göndermekle beni, kölelikten hürriyetime kavuşturmuşcasına memnun etti.” diyerek şükran hislerini ifade etti.
Hz. Esmâ azami ölçüde iktisada riayet eder, lüzumsuz yere masraflardan sakınırdı. Çünkü iktisat hem Allah’ın emriydi, hem de aile huzurunun temelini teşkil ediyordu.
Esmâ (r.anha) ile Hz. Zübeyr mesut bir aile hayatı yaşamakla birlikte, zaman zaman aralarında can sıkıntısı da olurdu. Fakat çok geçmeden bu hâl tatlıya bağlanırdı. Sanki aralarında hiçbir şey geçmemiş gibi davranırlardı. Bir gün yine bir meselede anlaşamamışlar, aralarında tartışma çıkmıştı. Esmâ (r.anha) her nasılsa babasına giderek beyinden şikâyette bulundu. Hz. Ebû Bekir, söylenilmesi gereken en güzel şeyi söyledi. Sevgili kızına şu müjdeyi verdi:
“Kızcağızım, sabret. Çünkü bir kadının iyi bir kocası bulunur, sonra vefat eder de o kadın başka biriyle evlenmezse, Allah her ikisini cennette bir araya getirir.” [4]
Esmâ (r.anha) iyi bir eş olduğu gibi, iyi bir anneydi de... Hz. Zübeyr ile olan evliliklerinden 5’i erkek 8 çocukları dünyaya gelmişti. Bunların eğitimiyle yakından meşgul oldu. Sahabilerin büyüklerinden olan Abdullah bin Zübeyr (r.a.), Tâbiîn’den Urve bin Zübeyr gibi, Müslümanlara örnek olmuş şahsiyetler, Allah yolunda hiç çekinmeden kanlarını sebil edebilecek fedailer yetiştirdi.
Bir anne için en dayanılmaz ıstırap, şüphesiz, yavrusunun ölümünü görmekti. Hele bu yavru gençlik çağına ermişse, bu acı kat kat artardı. Hayat artık çekilmez olurdu. Fakat bu, Allah’a ve kadere inanmayan veya imanı zayıf olan bir anne için geçerliydi. Kadere hakiki manada iman eden, Allah’tan gelen hayır ve şer her şeye teslim olan bir anne böyle miydi? Böyle olmadığının en güzel misalini Hz. Esmâ’nın hayatında görüyoruz.