⤵️⤵️⤵️
*⚘️ERZURUM'LU BEY-NAMAZ AHMED*
Erzurum'un merkeze bağlı Kümbet köyünde etrafı kerpiçle çevrili bir mezar vardı...
Şimdi yerinde duruyor mu? Haberim yok...
Belki gidenler, görenler vardır.
*O mezar BEYNAMAZ AHMED'in mezarıdır.*
Peki kimdir bu BEYNAMAZ?
Ne yapmış ki?
Kendi gitmiş İsmi kalmış.
BEYNAMAZ Türkçe sözlükte *“Namaz kılmayan”* kişiye verilen bir isimdir.
Kelimenin aslı Farsça
Bİ-NAMAZ kelimesinden türemiş bir sözcüktür.
*KÜMBET KÖYÜNDE*
Vakti zamanında bir ağa varmış. Ağanın yanında eski tabirle hizmekar olarak yaşayan, onun emrinde getir götür işlerini yapan, fazla konuşmayan, biraz safca bir gariban *AHMET* varmış.
Köydeki konuşma uslubü ile *“AHMED ”* varmış.
Ezan okunduğu zaman, Ahmet kaybolur gidermiş.
Nere gider...
Ne yapar, kimse bilmezmiş.
O yüzden de köylü ona *BEYNAMAZ AHMED,* yani, Namaz kılmayan Ahmet ismini vermiş.
Velhasıl kelam...
Gel zaman git zaman,
Ağa hacca gitmeye karar verir.
Ağanın erkek evladı yokmuş. Hac'a giderken evini, barkını, malını, mülkünü ailesini *BEYNAMAZ AHMED'e* teslim edip düşmüş yollara.
Tabi o zamanlar böyle indi bindi, lüks konforlu Hac seyahatleri yokmuş. Uzun yorucu ve meşakkatli yolculuklar…
*Bugün ki gibi elde telefon, günde on defa arama sorma “geldik, indik, bindik, yedik, içtik, kaldık, gördük” muhabbetleri yok.*
*Mekke'den Medine'den, Mina'dan, Arafat'tan canlı yayın, arama muhabbetleri de yok…*
Ağamız o günün şartlarında Kutsal topraklara varıyor. Başlıyor *VAZİFE'İ HACCI* edâ etmeye...
Aradan günler geçiyor, yorgunluk uykusuzluk had safhada.
Ağa biraz dinlenmek için Mekke'nin duvarına sırtını yaslayıp otururken...
Gözleri süzülür, yarı uykulu yarı uyanık bir vaziyette evini, köyünü, hanımını hayal ederken, gözünün önüne hanımının yaptığı sıcak helva kokusu gelir.
Şimdi olsada yesem diye hayal eder, iç geçirir...
*BEYNAMAZ AHMED'* de
O anda köyde evin bahçe duvarına yaslanmış uyukluyor.
Ağanın bu hali ona ayan olur...
*BEYNAMAZ Birden ayağa fırlar, koşarak eve girer. Ağanın hanımına derki..*
*—Hanım Anaaa...*
—Ağamın canı helva çekmiş.
*—Helva istedi,* der.
Hanım Ana...
*—Dur hele oğlum bu ne hal* der.
Şöyle bir bakar *AHMED* 'e .
İçinden derki...
*Herhal Ahmed'in canı helva çekti, kendine isteyemediğinden Ağam istedi diyor.*
*—Tamam Ahmed der... Ben helvayı yapayım, Sen gel, al götür* der.
*AHMED* bahçede sabırsızlıkla bir sağa bir sola gidip gelirken...
*Hanım Ana elinde üstü bezle kapalı bir sahan helvayı kapıdan AHMED'E verir.*
—Al oğlum götür ye.
Afiyet olsun der.
AHMED sıcak helvayı alır almaz bahçeden dışarı çıkar...
*Ağa'da Mekke'de yaslandığı yerde uyuklarken bir tıkırtı duyar.*
*Gözlerini biraz aralar bakar ki, AHMED önünde duruyor.*
*—Ağam sana helva getirdim,* der.
Ağa gözlerine inanamaz...
İki eliyle yüzünü gözünü ufalar. Bir bakar ki, *AHMED* kaybolmuş önünde bir sahan sıcak helva.
İki gözü yaş, ağlaya ağlaya sıcak helvayı yer. Tabağı beze sarıp heybesine koyar uzaklara bakar.
Nihayet *vazife'i Hac* biter...
Yine uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra,
Ağa geç vakitte zar zor köye varır...
Hanım Ana kapıyı açar!!!.
*—Hacı Ağam gelmiş* der buyur eder.
Elini öper, Hal hatır edilir bir yorgunluk kahvesi içilir.
Ağa Ahmet'i sorar, *Nerde, Nasıl* diye...
Hanım Ana;
*- Ahmed eyidir, geç vakit şimdi uyandırmayalım yerinde yatıyor, sabah erkenden gelir herhal, der.*
Ağa heybesinden beze sarılı sahanı çıkarıp hanımına uzatır.
*Hanım Ana gözlerine inanamaz...*
*Ağam bu sahan sana nasıl geldi?*
*Ben bu sahan ile Ahmed yesin diye helva yapmıştım.*
Hacı Ağa iki gözü yaş ağlıyor...
*Ahmet, Ahmet* diyor.
*—Hanım o helvayı Mekke'de Ahmet bene getirdi* diyor.
Hanım Ana ağlıyor...
*Vay Mübarek AHMED vay.*
Sabah köylü haberi alır;
Hacı Ağamız Kutsal topraklardan dönmüş.
Gidip görmek lazım...
Elini öpüp hayır duasını almak lazım.
Sıra sıra Ağanın evinin önüne gelmeye başlarlar.
Ağa bahçeye çıkar, elini eteğini öpmeye gelenlere...
*—Durun hele* der...
*Ahmed'i anlatır* köylüye.
*Beni görmeyin, gidin BEYNAMAZ dediğiniz AHMED'i görün. Elini öpün, hayır duasını alın. Helallik isteyin.*