GÜVENİLİR İNSANLARA NE ÇOK İHTİYAÇ VAR
Dün, önce araba tamircisine, sonra da telefon tamircisine uğradım, bir bakıma eksik gedikleri yamama vakti gelmiş de geçiyordu, hasarlar daha fazla büyümeden hamle yapmak istedim.
Arabanın direksiyonu neredeyse takur tukur etmeye başlamıştı, çok yavaş ve usulca sürerek, tamircinin yanına vardım.
Ustalar incelerken, ben kenarda "inşallah çok tutmaz Allah'ım" diye dua ediyordum. Ah bu araç yok mu, ne para ediyor ne de bir satın alan oluyor, benzin de iyi harcıyor, zenginlere yaraşırmış meğer, bana epey fazla geldi. Hele bir de sanayiye yolum düşerse, iyice terleten cinsten.
Endişeli bekleyişim sonunda, usta çağırdı, filan işlemler yapılacak dedi, şu kadara mâl olur diye de ekledi. Söylediği ücret içimi cız ettirdi, "ah ya, nasibe bak" dedim içimden.
Sonra ustanın gözlerine dikkatle baktım ve şu cümleleri kurdum:
- Sevgili ustam, yanlış anlama, yeni doğan bebekler üzerinde bile korkunç işlerin döndüğü bir zamandayız, insanoğlu her alçaklığı yapar hâle geldi, ister istemez korkuyoruz, kimseye kolay kolay güvenemiyoruz. Eğer sen söylediklerin hususunda tatmin isen, bana seni onaylamak düşer, çünkü ehil ve emin olduğunu düşündüğüm sensin. Lakin sizi bizzat tanımam, o yüzden elinizi vicdanınıza koyup ne yapılacağını ve ne kadara mâl olacağını söylerseniz, benim de gönlüm müsterih olur.
Sözlerimi dikkatle dinleyen usta, manidar şekilde başını salladı, o da şu hayatta en önemli meselelerden birinin birbirimize olan güven ve itimad olduğunu vurguladı, gönlümün ferah olmasını söyledi. Elinden gelenin fazlasını yapacağına dair beyanları oldu, biraz indirim yaptı, ister istemez huzurla ayrıldım, aracı bıraktım, metro ile yola revan oldum.
Eve yaklaştığım demlerde, cep telefonumla ilgili bakımı da vakti gelmişken yapayım diye tanıdığım bir dükkana girdim. Kılıftı, ekran koruyucuydu, bataryaydı derken, bir sürü detay çıktı ortaya. Ses etmedim, hepsi için "gerçekten lüzum var mı" diye sesli sesli istişare ettim. İş yeri sahibi genç bir arkadaştı, çok ehil ve emin biriydi, sözleriyle beni ikna etti, eyvallah dedim ve birkaç işlemi birlikte yaptı.
Ona da artık insanlara ve kurumlara güvenme noktasında büyük endişeler yaşadığımızı söyledim, gözleriyle onayladı, kendisinin de bu manada tamamen güvene dayalı bir iş ahlakı oturttuğunu, bunun çok zor ama çok önemli olduğunu belirtti.
Mesela müşterileri özellikle ince parçalar hususunda yan sanayiye talip oldukları zaman, bunun onların aleyhine olacağını söylüyormuş, kendince herkese en az zarar edecekleri alternatifleri sunuyormuş. Bir anlamda, "kendisi için istediğini başkası için de isteme" hususunda ısrarcıymış. Ne güzel, dinin de özü zaten bundan başka bir şey değil ki..
Bir ara ilginç bir noktaya değindi, kendi mesleğinin aslında çok düşük kâr marjı ile çalıştığını, lakin diğer birçok alanda da piyasanın bu yönde şekillendiğini şöyle anlattı:
- Eskiden bir sürü mahalle bakkalı ya da marketi vardı. Mesela bir ürün onlara 100 TL'ye geldiyse, hemen %25 fark koyarlardı, 125 TL'ye satarlardı. Bir anlamda, fiyatların ortalaması belli idi. Halk onlara kızdı zamanla, üç harfli marketler daha ucuz, niye sizden alalım ki dediler. 100 TL'lik ürün çünkü üç harfli markette 115 TL idi örneğin, doğal olarak halk bakkala, markete gitmez oldu, üç harfliler her yeri egemenliği altına aldı ve zamanla bakkalların, marketlerin sonu geldi. Şimdi ise artık üç harli marketler 100 TL olan ürüne 140 TL fiyat koyabiliyor, mecburen almak zorunda kalıyoruz. Yani sürecin sonunda aslında yine bizler kaybettik, zarara uğradık. Anlayana tabii.
Evet, ibretlik bir tahlildi bu, kaydettim belleğime.
Kendisine "ne olur bu güvenilir edanı hiç bozma" dedim, çünkü gerçekten de bugün için en kıymetli hazinelerimizden biri ehil ve emin insanlar.
Bunca kötülük, hile, aldatma, kandırma vs. arasında, daima iyinin cazibesini artırmak isteriz elbette. Lakin bu cazibeyi artırmak için hem kendimiz bulunduğumuz makam ve mevkilerde ehil ve emin olmak zorundayız, hem de böyle insanlara ve kurumlara sahip çıkma hususunda özel bir farkındalık şart.